KENDİMİZLE BARIŞIK OLMALIYIZ

Ümit G. CEYLAN 08 Mar 2018

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Kendi içimizde barışamadığımız nice konular vardır.

VİCDAN KONVOYU

Maalesef Mart 2011’den beri Suriye’deki savaşta bir milyonu aşkın insan hayatını kaybetmiştir. Özellikle de kadınlar, yaşlılar ve tabii çocuklar savaştan en çok etkilenen kesim oldu. “Vicdan Konvoyu”nun yöneticisi Avukat Gülden Sönmez başkanlığında birçok STK, akademisyen, hukukçu, sporcu, aktivist, işçi, kısacası her iş ve meslek kolundan kadının yer aldığı otobüs konvoyu ile 6 Mart Salı günü Suriye sınırına gitmek üzere yola çıktı. 8 Mart Dünya Kadınlar gününde Suriye sınırında bir açıklama yapacaklar. Suriye hapishanelerinde, zindanlarında kayıtlı olan 6739 kadın vardır. Bu sayının 417’si kız çocuğudur. “Vicdan Konvoyu”nun basın toplantısına savaşın ilk günlerinde tutuklanan ve yedi ay sonra kurtulan Majd Chourbaji adlı kadın felaketi anlattı. Dinlemesi bile zor olan bu olaylara insanların nasıl dayandıklarını düşündükçe kendimi zor tuttum. O gün basın toplantısında ayrıldıktan sonra bir türlü kendime gelemedim. Majid hanımın söyledikleri dehşet vericiydi. Eşini işkencede kaybetmiş. Sonrasında da 3 çocuğu ve annesini alarak Türkiye’ye sığınmış. Majid hanım bilinen hapishanelerin ve kayıtlı tutukluların dışında bir de Şam’da yer altında zindanlarda kayıtlı olmayan bir sürü insanın ölüme mahkûm edildiğini söyledi. Hapishaneden kurtulduğu günlerde Şam’da bir yerden bir yere giderken sanki o insanları çiğniyor gibiydim diyerek olayın trajedisini bize aktarmaya çalıştı. Bugün “Vicdan Konvoyu”nun yapacağı açıklama ile dünya kamuoyuna verecekleri mesaj umarın artık duyulur ve bu savaş biter. Hiçbir savaş sonsuza dek sürmemiştir. Ancak yaşananlar çok ama çok acı!.. Allah cümlemize yardım etsin. vicdankonvoyu.org

KENDİMİZLE BARIŞIK OLMALIYIZ

Kendi içimizde barışamadığımız nice konular vardır. Çözümsüz bıraktığımız, kendimize dahi unutturduğumuz ama, Allah’ın unutmadığı kızgınlıklarımız, kırgınlıklarımız malesef bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Kendinden yani özünden uzaklaşan insan elbette kendine de yalnızlaşır. Sonuçta böyle bir insan hayatın değersiz, anlamsız olduğunu ve tükendiğini dolayısıyla da, hayatın anlamını kaybeder. Onun için hayatın bir anlamı yoktur. Kutsal bir tarafı yoktur. İnsan kırgınlıklarını ve kızgınlıklarını bir tarafa bırakamıyorsa esaretten bir türlü kurtulmaz. Bu durum onu depresif, kin ve intikam alma duygusuyla boğar. Yüce kitabımızın ne dediğine bile bakmaz. Bakar kör hakikati göremeyen ve görmek istemeyen insandır. Yüce kitabımızla irtibatı olanlar için kırgınlık, kin, intikam, kavga veya öfke yoktur. Yüce kitabımızla muhatap olanlar sevginin, şefkatin ve merhametin birer eridirler. Kul hatalarıyla malüldür; o halde hata ve günahlarımızdan dolayı tövbe etmek, pişmanlık duymak, temizlenmek yeniden dirilmekle kendimizle barışık olmaktır. Ne mutlu şükür ve zikir ehline!..

Öfke patlaması eşiğindeyiz

Son zamanlarda herkes bir öfke patlamasının eşiğinde, insanların suratları asık... Kimse kimseye selam vermiyor, onunda ötesinde yoluma çıkma yeter gibi bakışlarla ortada dolaşan insanlar var aramızda. Hatta toplumun geneli böyle diyebilirim. Ama hangi toplum: Özellikle İstanbul benim yaşadığım metropolün ana arterlerinde bunu yoğun olarak gözlemleyebiliyorum. Mahallemizde selam verdiklerimiz olsa bile sanki şehrin merkezinde birden değişiyoruz. Herkes zombi gibi. İnsanların ellerinde cep telefonu, belli bir yöne istemsiz ve isteksiz bir şekilde çekiliyorlar. Hiç birinin dimağı ve hisleri diri değil. Bu manzaranın içinde uyanık kalmak ve onlardan olmamaya gayret sarf ediyorsunuz. Sıkışık metrobüste hafif bir gülümseme ile ayakta durmaya çalışıp içimden sürekli “La havle” çekiyorum doğrusu.

Sevdiklerimizle helalleşmek

Eş, dost, akrabalarınız aranızdaki insanlara dikkat edin içlerinde hiddetle, karşısındakini dövecekmiş gibi konuşan ama bu benim normal halim deyip kendini kandırmaya çalışan insanların bir iç dünyalarına kaza ile inivermeye çalışırsanız geri dönemeyebilirsiniz. Fikirlerine katılmazsanız ve bunu da açıkça belirtirseniz çok da hoşlanmayacaklardır. Bir süre sonra bu insanlarla bağlantılarınızın zayıflayacağını garanti ederim. En azından yönetilmekten ve güdülmekten hoşlanmayan insanlar, duruma göre vaziyet alacaklardır. Kendisiyle barışık olmayan kişinin mizacına, yaratılışına göre onda bazı arîzi durumlar göze çarpacaktır. “Bana bunu nasıl yapar?” diye başlayan bir egozantrik dürtünün sonu kimine göre öfke, kimine göre sinme, içine çekilme halini alacaktır. En yakınlarımız dediğimiz; annemiz, babamız, eşimiz, kardeşimiz, ya da kayınpederimiz ve kayınvalidemizle ne kadar samimiyiz!.. Birbirimizle doğru iletişim kurabiliyor muyuz! Kendimizle barışık olmadıkça ne kadar affediciyiz ve ne kadar hoşgörülü bakabiliyoruz. Açıkçası bir kalbi kazanmak mı iyi, yoksa yitirmek mi!.. Sevdiklerimiz için helalleşmek ne güzel bir şey!.. Çünkü helalleşmek insanı huzura kavuşturur.

Manevi tatmin duygusu

Öfkesini ve hiddetini yenemeyen ve durmadan en küçük şeyde bu halini açığa çıkaracak şekilde davrananlar egosu yüksek insanlardır. Manevi tatmin duygusu yaşamamış, bencil davranmış, bundan dolayı da hayatında hazmedemediği şeylerin ruhlarında bıraktığı yanlızlaşma ve içe çekilmedir. İnsan sadece tefekkürde ve zikirde içe çekilir. Sosyal hayatta ise; halk içinde Hak’kı ve hakikati düşünür. Hayatın zevkini tatmak istiyorsak eğer; gönül kırmayacaksın. Kırılan gönlü de yapacaksın. İnadı bırakacaksın. Allah için, sevdiklerin için hem kendinle, hem de çevrenle barışık bir hayat yaşayacaksın vesselam.

FOTOĞRAFIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Karakışta vicdan muhasebesi

Karakış kendini her zaman kışın ortasında göstermez ya; bekler bekler mart başında kendini gösteriverir. Kar, kış, kıyamette iliklerine kadar üşürsün. Ya evi, yeri yurdu, yuvası olmayanlar ne yapsın!.. Çaresiz onlar için de üzülürsün. Karakış sadece kar, kış, kıyamet değil, aynı zamanda açlık ve yuvasızyık demektir. Suyun içinde susuzluk çekmek gibidir. Bu durum ne kadar ironiktir. Dağ köylerinde aç kurtlar şehre üsüşür karnını doyurmak için. Ya çakallar ve tilkiler, hatta kanadı kırır serçeler ne yapsın!.. Siz hiç tek başına yaşayan bir kumru gördünüz mü? Görmediniz. Çünkü kumrular çift yaşar ve asla sevgisiz yaşamaz. Onların birbirine sevgisi insanları kıskandıracak kadar!.. Ne yazık ki biz bu soğukta ve sıcacık odamızda keyif sürerken, karlı, kuru dallar arasında bir kumru görseniz o üşümüştür. Dahası o yalnız kumru eşinden de ayrı düşmüştür. Ey insan olan ben kalk da sıcacık koltuğundan iki kap al eline. Su doldur kapların birine, biraz da etmekten ufala diğer kabın içine. Bir vicdan muhasebesi yap pencerenin önünde. Yalnızların, ayrı düşmüşlerin ve sokakta kalmışların duasını al bu karlı ve soğuk, kış gününde.  

Mini Röportaj:

 “SURİYE’DE İNSANLIK DRAMI ANLATILIR GİBİ DEĞİL!”

Dünya Kadınlar Gününde Suriyeli kadınları konuşacağız.

Suriye’de devam eden acımasız savaşta her türlü şiddeti derinden yaşayan Suriyeli kadınlarla kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Belki hepimize ders olur. Bizden olmayanları öteki görmek onların bizler gibi insan oldukları gerçeğini değiştirmeyecektir.

Majid Chourbaji (Suriyeli Aktivist)

Tutsak tutulduğun yedi aylık dönemi bize özetler misin? Neler gördün?

Şam kentinde 2013 tarihinde içeri alındım. Nedeni ise Sahra hastanesinin yerini söylememek ve barış yanlısı gösterilere katılmaktı. Ardından eşim de içeri alındı. Eşimi en son bir başka hapishaneye nakledilirken gördüm. Yüzü, gözü her tarafı kan içindeydi. Sonra cesedini bile bulamadık bana üzerinden çıkan eşyalarını verdiler sadece. İnsanları ellerinden asarak demir sopalarla dövüyorlardı. En son kaldığım iki metrekarelik hücrede yirmi kişi kalıyorduk. Yirmidört saatte ancak üç kere tuvalet izni veriliyordu. Çoğu zaman insanlar hacetlerini üzerlerine yapıyordu. Birçok kadının doğan bebeği hapiste ölüyordu. İnsanlara akıl almaz psikolojik şiddet uygulanıyordu.

Nasıl çıktın? Şu anda ne yapıyorsun?

Açlık grevi yaparak yargıya gönderildim bu şekilde çıkmış oldum. Çıktıktan sonra kendi kendime söz verdim; Hapishanedeki kadınlar için mücadele edeceğim dedim. Vicdan konvoyu ile birlikte Halep sınırına kadar gideceğiz.

Dima Musa (Avukat)

İçeride kaç kadın var Suriye’de ve durumları nedir?

Aşağı yukarı onbeşbin kadın tutuklu olduğu tahmin ediyoruz. Bunların yedibinbeşyüz civarındaki kadın kayıtlı tutuklu olarak gözüküyor. Kadınlar genellikle psikolojik baskı unsuru olarak tutsak tutuluyor. Kadınlara ve sivillere hakları geri verilmeli. Normalde bir insan onbeş günden fazla içeride kalamazken aylarca, yıllarca içeride olanlar var. Büyük travmalar yaşanıyor.

Sima el Hasani (Suriye İnsan Hakları Gözetleme Merkezi yetkilisi)

Savaşın kayıpları hakkında siz neler diyeceksiniz?

Bir milyon kişi hayatını kaybetti. Onbeş bin çocuk öldü. Onüçbinbeşyüz kadın işkence gördü. Altıbinyediyüzotuzaltı kadın şuanda hapiste. On dört kadın tamamen yok edildi. Yetmişaltı kadın hapiste doğum yaptı. Yüzyirmiyedi kadın hamile olduğu halde hapiste. Ondörtbin kadın gözaltında. On üçbinbeşyüzseksenbir kadından haber alınamıyor.

POZİTİF (+)

Bilinçli kullanıcı olmalıyız

İnsan sadece etten ve kemikten olmadığına göre, bizi ayakta tutan ruhtur. Yani bizim canlılık halimizdir. Günümüzde çevrecilik, doğru beslenme gibi kavramlar hoşumuza gitse de bedenen ve ruhen bizi tatmin edebilecek değerleri de bir bütün olarak hayatımıza sokmamız gerekiyor. Çevrecilik ve doğru beslenme olduğu kadar, ahlaki değerleri de maneviyat ve moral değerler olarak bizi yüceltecek bedenen ve ruhen sağlıklı kılacak bir disipline de sahip olmamız gerekiyor. Önce tutumlu olmalıyız ve hayatımızdan israfı çıkartmalıyız. İhtiyacımız kadarından fazla alışveriş için marketlere saldırmamalıyız. Kıtlık döneminde bile insanlar edepli ve adil olabilmelidir. İhtiyacımızı giderecek ne alırsak alalım, aldıklarımızı doğru kullanmalı ve hor davranmamalıyız. Ayrıca başka ihtiyaç sahipleriyle de paylaşmasını bilmeliliyiz. Böylece bencilliğimizi de yenmeliyiz. Bilinçli kullanıcı haram olan şeylerden uzak durduğu gibi, zaruri olmadığı sürece insanlığı ifsat eden, katleden, anlayışların markalarını da mümkün mertebe kullanmamalıdır. Bilinçli kullanıcı aynı zamanda milli ve manevi değerleri düşünerek hayatına yön verir. Beden sağlığı ruh sağlığından ayrı tutulamaz. Çünkü varlığımız ruhumuzdur. Bir eşya bile kullanıldıkça, eskidikçe onunla yaşanan hatıralarıyla daha da çok değer kazanır. Dünyayı çöplüğe çevirmenin bir piyonu olmamalıyız.

NEGATİF (-)

Sıradan bir tüketici olduk

Kapitalizm önce kendi içinde dil devrimini yaptı; kullanıcı yerine “tüketici” kavramı kelime olarak hayatımıza girmiş oldu. Çünkü kelime ve kavramlar doğru kullanılırsa şuurlu insan olarak yaşamak vardı. Kelime ve kavramlar hakikatin inşası için kullanılmazsa bu bir yıkım ve insan hayatını çöplüğe çevirmek için birebir manivela oluşturuyordu. Eskiden çok konuşan çocuğa, bu çocuk büyüyünce avukat olacak deniyordu. Yani insanın ikna kabiliyeti daha çocukluktan kendini gösteriyordu belki. Şimdi çok konuşmak yerine satışı tetikleyecek ve insanları sadece tüketici formatına sokacak sloganlar üretiliyor. Piyasa doygunluğa ulaşınca da, zamanla hayatımıza “Planlı eskitme konsepti” dediğimiz bir kavram hakim oldu. Eskiden beyaz eşyaya dayanıklı beyaz eşya denirdi ve bu kazanım bir miras gibi gelecek nesillere tevarüs ediyordu. Babaannemizden kalan buzdolabı, çamaşır makinesi, dedemizden ve babamızdan kalan köstekli bir saat gibi. Şimdi ise beyaz eşyanın en fazla garanti süresi beş yılla sınırlandırılmıştır. Garanti süresini yedi yıla çıkartmak için ayrıca fazladan ücret talep edilmektedir. Çünkü beyaz eşyalar üretilirken, doğumu nasıl planlanıyorsa, ölümünü de mühendisler daha ürün üretilirken planlanıyor. Günümüzde bir ürünün hizmet etme süresi kısıtlandıkça kısıtlanıyor. Artık “Ay çorabım kaçtı, ay buzdolabım su kaçırıyor, ay telefonumun şarjı bir gün bile yetmiyor, eyvah ampul patladı cümlelerini kuruyoruz. Çünkü “Eskiyi getirin yeniyi götürün” fikri bize aşılanıyor ve bize de bu fikir cazip geliyor. Taksit var, kredi kartı var, ne duruyorsun!.. Artık sıradan bir tüketici olduk ve şuursuzca kendimiz de tükenir olduk. Böyle bir olumsuzluk ne kadar da üzücü bir durumdur.

PERİSKOP

Biz yönümüzü çöle çeviririz

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan son günlerde Afrika ülkeleri ziyaretinde bulundu. Bunlardan biri de Moritanya. Tabiri caizse büyük bir hasretlik giderildi. Büyük çoşkularla ve Türk bayraklarıyla Cumhurbaşkanımız ve Türk heyeti karşılandı. Tekbirler getirildi. Ayrıca bu ziyaret gayet verimli geçmiştir. Moritanya okyanus kenarında bulunan bir ülke. Bu seyahate katılan gazetecilerden birisi Moritanya’ya gelmişken okyanusu da görelim ve bir okyanus havası alalım der. Okyanus uçsuz bucaksız su; deniz derya. Moritanyalı gülümseyerek “ben sizi çöle götüreyim. Bir gece çölde kalalım. Çölde çay içmek ve tefekkür etmek insanı özüne döndürüyor.” der. Toprak onlar için en son gideceği yerdir. Sonra bizimkilere neden okyanus değil de bu sonsuz çölün kendileri için önemli olduğunu anlatmaya çalışır. “Düşmanlar ve sömürgeciler bize hep okyanustan gelmişlerdir. Onun için biz yönümüzü çöle çeviririz; sırtımızı da okyanusa döneriz.”