İYİ BAŞLANGIÇ-KÖTÜ SON

Ömer EROĞAN 15 May 2018

Ömer EROĞAN
Tüm Yazıları
14 Mayıs 1950 Türk Milleti ve Vatanı için çok değerli ve de iyi bir başlangıcın tarihidir, 27 Mayıs 1960 ise Türk Milleti ve Vatanı için çok hüzünlü ve de kötü bir sonunun tarihidir.

Zamanın şartlarına rağmen,  C.H.P. mebusları Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü tarafından, 7 Haziran 1945 tarihinde demokratik içerikli bir önerge verildiği için “dörtlü takrir ” olarak adlandırılan ve yakın siyasi tarihte en önemli dönemeç olarak yerini alan yeni süreç böylece başlamış oldu. Önerge sahiplerinin Partiden ayrılmalarını zorunlu kılan bu girişim neticesinde Cumhuriyet döneminin ikinci siyasi teşkilatı Demokrat Parti ismiyle 7 Ocak 1946’da toplumumuz hayatındaki yerini almış oldu. Her ne kadar dünyadaki zorlayıcı yeni şartlar doğrultusunda Türk yönetimi  o dönem küçük hatta neredeyse göstermelik yeni bir siyasi oluşuma razı gibi görülse de bazı görüşlere göre Türkiye’de ki başlangıcı 1900 yıllarına dayanan siyasi doktrinin gelişmişini şiar edinen D.P.’nin kuruluşu çok zor oldu mülki amirler, polis, jandarma ve sair kamu görevlilerinin, tek parti yönetim dönemi sorumsuzluğu ve kendilerine vatandaşların iradelerine karşı tehdit, fiziki şiddet, hapis dahil bilumum icraatları için tanınmış olan yetkiler neticesi uygulanan şiddetli baskıya rağmen, demokratik ilişkiler zinciri içerisinde bu yeni siyasi oluşum süratle Yurt çapında teşkilatlanmasını tamamlamaya çalıştı.

21 Temmuz 1946 tarihinde yapılan seçimler öncesi ve oy verme işlemleri süresince Demokrat Parti ve mensupları aleyhine yine artan ve ahlaken de rezillik sınırlarını aşan bin bir çeşit antidemokratik devlet baskısı uygulanmasına rağmen sonuçta DP 58 Mebus ile Mecliste temsil edilebildi ve  Siyasi Tarihimizde bu seçimler için “facia” nitelendirilmesi de kayıtlara geçmiş oldu. Açık oy gizli tasnif yönteminin uygulandığı bu seçimler sırasında vatandaşlarımız epey vahim maceralar yaşadılar. Mesela bir Sadık Serbest vardı, 1960’lar başında Nuri Eroğan’ın  A.P. il başkanlığı döneminde başlayan Çatalca ilçe başkanlığı uzun yıllar sürdü, sonradan da D.Y.P.’de aynı şevkle devam etti. Vatansever ve namuslu bu beyin  siyasete girdiğinde sahip olduğu mülkleri emekliliğinde artık kalmamış siyasi çalışmaları döneminde hepsi eriyip gitmişti. Bu Sadık bey 17 yaş civarında iken babası C.H.P. ilçe başkanı olmasına rağmen kendisi D.P. taraftarı ve nihayet demokrasi geliyor diye de çok heyecanlı. 1946 seçimleri akşamı sandıklar kapandığında her ne kadar D.P.’ye oy verenler tespit edilmiş ve muhakkak cezalandırılacak olsalar da gizli tasnife karşı olduğundan oy sandığının üzerine oturarak yapışıyor ve sandığı teslim etmiyor, uğraşlar fayda etmeyince jandarmayı çağırıyorlar genç Sadık yine sandığa sahip çıkıyor ve kendisini dövmeye başlıyorlar, sandıkla birlikte yerlerde sürünüyor sonuçta kafasına aldığı şiddetli bir tüfek dipçiği darbesiyle kulak zarı patlıyor, sağır kalıyor bu nedenle de yeni bir lakaba kavuşuyor. İşte böyle olayların çok sık olduğu günler, o günler. Neticede 1877’de ilk seçimle karşılaşan Ülkemizde o zamanki rejim altında bilhassa 1900’lü yıllar da değişik siyasi teşkilatlar kuruluyor ve seçimlere katılıyorlar. Fakat 1923’ten itibaren ise, (1924’te kurulup 6.5 ay sonra kapatılan ve kurucularının takibata uğradığı “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” sayılmazsa) yani Cumhuriyetin kuruluşundan 1946'ya kadar tek parti yönetimi devam ediyor ancak 23 sene sonraki ilk çok partili sistem tecrübesi ardından, 14 Mayıs 1950’ye varıldığında yine akla hayale gelebilecek her türlü baskıya rağmen genel seçimlerde vatandaşların büyük ekseriyetinin teveccühleri neticesi  D.P. 416 mebusa  ulaşıyor, C.H.P. ise 69 mebusla Meclise girebiliyor ve imkansız başarılarak Türk halkı demokrasiye kavuşabiliyor…

Türk Milleti ve Vatanı için çok değerli 14 Mayıs 1950 tarihinden 27 Mayıs 60 darbesine kadar başarı hanesi oldukça zengin ve her seçimde halk tarafından tercih edilen bir iktidar dönemi iyisiyle ve kötüsüyle devam etti. Fakat 1957’den sonra Türk ordusu içinde oluşmaya başlayan ve sivil siyasi kadroları hasım olarak gören, alt kademe üniformalı devlet memurlarının azınlık cuntası 26 Mayısı 27 Mayısa bağlayan, 1960 yılının meşum gecesi Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı, kendilerine vatan savunması için emanet edilmiş olan silahları kullanarak darbe gerçekleştirerek zorla ülke yönetimine el koydu. Bu 1960 darbesi  sadece gelişme aşamasındaki Türk siyasetinin yanı sıra, tarih kitaplarında hep “şanlı” olarak nitelendirilen orduyu da tahrip etti; ne mesleki kalite kaldı, ne geleneksel hiyerarşi ve ne de disiplin kaldı. Bu darbe öyle bir sosyal depreme yol açtı ki toplumda oluşan derin travmanın sonuçları ve yansımaları her kesimde ve kurumda çok uzun yıllar boyu devam etti. Demokrasiyi yıkıp silahla toplumun ezilmesine yol açan bu 27 Mayıs darbe cuntası halkın oylarıyla seçilen ve çok iyi okumuş bilgili ve köklü ailelerden gelen siyasi parti mensupları yanı sıra dönemin Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun’u, eski başkanlardan Nuri Yamut’u, “Kore Kahramanı” Tahsin Yazıcı’yı ve Mustafa Kemal’in Meclisi tarafından İstiklal Madalyasına layık görülmüş bir çok generaller yanı sıra Milli Mücadele Umum Kuvayı Milliye’nin efsane komutanı ve  Mustafa Kemal’in yakın silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’u da Yassıada zindanlarına hapsetti… Bazı sivil tutuklular gibi cuntanın mensup olduğu kurumun eski başkanı Org. Nuri Yamut genç subayların hakaret ve işkencelerine dayanamayarak vefat etti. Rütbeleri sökülerek er rütbesine indirilenlerden Erdelhun Paşa her gün tekmil vermeye mecbur bırakıldığı uzun süreç sonunda önce idama sonrada müebbet hapse mahkum edildi.

Milletin Meclisini fesih eden cunta kendisini Milli Birlik Komitesi diye isimlendirerek, Meclise yerleşti ve mutlak hakim güç olarak yasama ve yürütmeyi üstlendi ve kurdukları “Yüksek Adalet Divanı” unvanlı Yassıada mahkemesinin sanıklara atfettiği; hırsızlık, gençlerin öldürülüp kıyma makinalarından geçirilmesi, bebek davası, köpek davası gibi birçok zelil suçlamaların çoğundan sanıklar beraat ettiler. Neticede on küsur ayrı davanın ispatlanamamış bir kısmı üzerinden kararlar tesis edildi ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve İki Bakanı idama mahkum edildi, kararlar infaz olundu, Cumhurbaşkanı ve diğerleri ise hapse mahkum edildiler.

27 Mayıs 60 tarihli gazetelerin  “Türk Ordusu görev başında” , “Ordu idareye el koydu” ve benzer başlıklarından darbeyi öğrenen halkın D.P.’ye oy vermiş bulunan kesimi, uzun yıllar aileleriyle birlikte  kuyruklar – hırsızlar diye suçlandı. İşte toplumda ayrışmaya yol açılması neticesi gerçekleştirilen keskin kutuplaşma böyle bir şeydir ve onlarca yılar boyunca da devam ettirildi.

Dönemin A.B.D. Ankara Büyükelçisi F.Warren’in Washington’a gönderdiği raporda ki “Türkiye’nin artık darbeci bir ordusu var. Bir kere isyan eden ordu bunu yapmaya devam eder” öngörüsü maalesef defalarca gerçekleşti. Bir yıllık eğitimden sonra Harbiye’den ayrılarak Yassıada’da inzibat görevi yapan genç subaylar hiyerarşide hep yükseldiler, her askeri darbede öncü rol aldılar (bu hususta Prof.Dr. Emine Gürsoy Naskali hanımefendinin inceleme eseri, dönem ile ilgili diğer kitapları gibi önemli ve bilgilendiricidir), 40 yıldan fazla da orduyu yönettiler ve Türk Devleti mekanizması işleyişinden, siyasetinden hiç uzaklaşmayıp tersine  hep idare etmeyi arzuladılar ve her darbe döneminde amaçları için gerçekleştirdikleri hukuki düzenlemeler sayesinde de bazen ön safta bazense geride durarak bu arzularını yerine getirebildiler. İdeoloji adı altında bir takım yüzeysel fikirlerini sivil cenahtaki müttefikleriyle topluma daimi empoze ederek kitleler arasında derin bir yarığa yol açtılar. Hatta 1960 darbesi sonrası doğu ve güneydoğulu aileleri birleştirici D.P. siyasetinden uzaklaştırmak ve de cezalandırmak amacıyla sürgüne gönderen bu üniformalı yönetim zihniyeti 1980’den 2000’lere kadar Ülkemiz Güney Doğusunda ki meselenin sonlandırılmasında karar aşaması dahil öncül rol aldı, uygulanan politikalarda son derece etkili oldu ve netice bugün konu Türkiye’nin karşısın da o günlere nazaran devasa, sınırları dahi tehdit eden boyutlara ulaşmış olarak duruyor ve de ulusal düzeyden öteye ulaştı. İnanılmaz derecedeki milli kayıpların sorumluları hiçbir zaman sorgulanmadığı gibi 1960’tan itibaren tüm darbelerin üniformalı müsebbipler ve sivil müttefikleri de hiç yargılanamadı hatta pek de açıkça eleştirilemedi maalesef sonuçta Türkiye’nin büyük utancı olarak tarihte yerini aldı. Sadece toplumun büyük çoğunluğunun vicdanında yargılandılar ve ebediyete kadar mahkum edildiler.

Neticede, 1960 Darbesi yapıldığı tarihlerde Türkiye ve diğer iki Akdeniz/Avrupa ülkesi olan İtalya ve İspanya ekonomileri karşılaştırıldığında Türkiye’nin daha fazla gelecek vaat ettiği görülebilir, sonraki süreçte ise buranın nasıl küçüldüğü diğerlerinin ise nasıl büyüdüğü görülür. Bu tabii ki her alanda böyle oldu maalesef, mesela bugün dahi şikayet edilen üniversitelerin bolluğuna rağmen bilgi/eğitim düzeyinin yükseklere varamaması hususuna gelince, mesela 12 Mart 1971 ordu muhtırasına kadar Türk lise mezuniyet diploması orta Avrupa ülkelerininkine eşdeğer iken bu meşum tarihten itibaren bu denklik değişmeye başladı ve sonunda  hiç kabul görmez oldu. Sebep olunan kaotik ortamın neredeyse yarım asır boyunca süren tahrip etkileri ve zararları saymakla bitmez.

Son tahlil de, Demokrat Parti ismi belki biraz unutturuldu fakat bütün çabalara rağmen kendi hiçbir zaman yok edilemedi, birçok büyük siyasi partinin doğum ve gelişme sebebi olmaya devam etti. Demokrat Parti’nin gerçekleştirebildiği büyük sosyal mutabakata ve görüşlerin ittifakına vurulan darbenin yol açtığı parçalanmalar diğer darbeler marifetiyle de 50 küsur sene devam etti, çok seslilik gerekli ve de verimli sonuçlara ulaşılmasını temin edebilir fakat çok fazla parçaya bölünmüş olmak ise beraberinde keskin ayrışmaları getirebilir. Mesela Demokrat Parti içerisinde çok ses vardı, şiddetli fikir çatışmalarına sahne olan parti gurup toplantıları hala hatırlanır fakat bu fikri tartışmalar hiçbir zaman ayrı unvanlı siyasi teşkilatların çarpışmalarının ayrıştırıcı şiddetine benzemez tabii ki.          

Aynı zamanda , bugün nasıl 15 Temmuz hatırlatılıyor ise çok daha öncelerden toplumu geçmişteki trajik olayların fazla  anlatımıyla üzmeden nesillere gerçek yakın tarih bilgilerinin metodik aktarımı sağlanabilmiş olsa idi başka felaketler yaşanmasının önlenmesi açısından toplumun olgun bilince ulaşması temin edilmiş olabilirdi. Bu nedenle de 14 Mayıs tarihinin “Demokrasi Bayramı” ilan edilmiş olması son derece olumlu olmuştur.