İŞİ EHLİNE VERECEKSİN

Cemalnur SARGUT 12 Ara 2019

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Kırılmayacağız, Kırmayacağız, Darılmayacağız, Üzülmeyeceğiz. Problem etmeyeceğiz. Büyütmeyeceğiz, Hâdiselerin güzel taraflarını görmeye gayret ederek, 'bu da benim bir imtihanımmış' deyip hoş karşılamayı öğreneceğiz.

Allah'a kul olmakla sorumluyuz ve bunun da bilincindeyiz. Allah'a kul olmaktan maksat sâlih kul olmak  ve devamlı tekâmül içinde olmamız gerekiyor. Allah’a kul olmak, kendi hiçliğini ve yokluğunu hissedip Allah’ın sonsuz varlığını görmek demektir; kulluğun mânâsı budur. Kullukta, ‘hiçlik’ ve ‘yokluk’ vardır, bu yüzden de en yüksek seviyede kulluk, yalnız Hz. Muhammed’e âittir. Bizde o ‘hiçlik’ ve ‘yokluk’ yok, biz vücudumuzu bir varlık addettiğimiz için ‘tam kul’ olamıyoruz. ‘Sâlih kul’ olmak başka bir şey. Sâlih; Allah’la olan bütün irtibatta ve yakınlıklarda yâhut bütün uzaklıklarda, işin hikmetini görebilen, idrak edebilen ve ona doğru hareket eden kullardır ki; onlar da nebîler, velîler, sâlih kullardır. Sâlih olanların irşâd görevi daha kuvvetlidir, halleri irşâd eder. Hakîkî kul olmak, nefsinden yok olmak ve Rabbini bilmektir.

Biz kendimizden sorumlu olduğumuz kadar, ailemizden ve toplumumuzdan da sorumluyuz. Yani öğretmekle, yetiştirmekle vazîfeli olduğumuz çevremizde bâzı insanlar var. O yüzden devamlı örnek olarak yaşamalıyız. Kırılmayacağız, Kırmayacağız, Darılmayacağız, Üzülmeyeceğiz. Problem etmeyeceğiz. Büyütmeyeceğiz, Hâdiselerin güzel taraflarını görmeye gayret ederek, ‘bu da benim bir imtihanımmış’ deyip hoş karşılamayı öğreneceğiz. Kulluğun hakîkatinde bu yatar. Örnek yaşantımız  asıl dersi verecek halimizdir. Konuşmaların değil. Ama tabii ki çocuğunu, çoluğunu ve çevrende eğitmekle yükümlü olduğunu, dilinle uyarabilirsin.

Bir yandan da işimizi doğru yapmak sorumluluğu içindeyiz. Çünkü Allah bana bir vazîfe vermiş ve o vazîfe benim hakkım değil, Allah onu bana lütfetmiş. “Allah’ın ‘Kerîm’ ismi, liyâkat beklemeden verir” diyor mutasavvıflar. Demek ki, benim lâyık olmamı beklemeden, Allah bana ‘Kerîm’ lütfuyla bir vazîfe vermiş. Ben o vazîfeyi, ‘bu benim hakkımdı…’ öyle bir şey yok. “Ben o vazîfeyi lâyıkıyla zamânı, mekânı ve işin gidişâtını, doğru işlemesi için, en doğru şekilde yapmakla yükümlüyüm, haram yememekle yükümlüyüm, saate riâyet etmekle yükümlüyüm.” diyeceksin.

Her sivil insiyatif farklı amaçla çalışıyor. Mühim olan farklı amaçla çalışmak ya da ‘bu daha faydalı, bu daha az faydalı’ demek değil; o amacı doğru yerde kullanmak. İsterse kedilere bakan, köpeklere bakan olsun ama doğru yerde kullanmak, haddimizi aşmamak, Allah’la irtibâtı artırmak, insanlara hizmeti ön plana geçirmek. Önce insana hizmeti, özellikle ihtiyâcı olan insana hizmeti yerine getirecek şekilde çalışılacak. Bunu yaparken amacı çerçevesinde çalıştığı gibi, kendini de bu konuda yetkili görüp, sanki başkasına hizmet ediyor gibi göstermeden, aslında hizmeti kendimize yaptığımızı bilecek. Onlar sayesinde kendimize yaptığımızı bilerek, karşımızdakinin bana elini açmasından dolayı ona müteşekkir olarak ve verirken de asla ve asla ‘ben veriyorum’ havalarına girmeden, ya da ‘ben böyle çalışıyorum, şöyle çalışıyorum, böyle bir başarıyı hak ediyorum’ havasını gütmeden; ‘Allah, bana bu çalışmayı lütfetti, bu da çok büyük bir lütuftur, mesûliyetini doğru uygulayayım, geri kalan hiçbir şeyle meşgul olmayayım’ diyerek hizmet vermek lâzım. Ayrıca birlik ve berâberliği mutlaka ön plana alacaksın, en meşrebine uymayan insanla bile berâber çalışmayı öğreneceksin.

İşi ehline vermek için mücâdele edeceksin, ama duâ edeceksin. İş düzgün yürüyorsa, sende bir üzüntü yoksa her şey yerli yerinde ve ehli elindedir diye düşüneceksin, çünkü senin elinde öyle bir güç yok, ben seni çok ehil görüyorum ama sen çok ehil olduğun halde, ‘benlik’ sâhibi olabiliyorsun. ‘Benlik sâhibi’ olduğun zaman ehliyet düşüyor.

İmtihanlar kişinin kendisinin hangi seviyede olduğunu anlaması için gelirler. Allah zâten onu bilir de, hangi seviyede olduğunu, ama kişi bilmez. Kişi kendine ‘oldum’ der, gene ‘olmadığını’ Allah ona gösterir. Bu yüzden de karşına senin zıddın birini koyuyor. Bu, meşreben de olabilir hizmeten de olabilir. Başkalarına tahammül edebilmeyi öğrenmek lâzım. Herkesin seviyesine göre.  Çünkü Allah herkesten bir ismiyle tecellî ediyor, ama nefsimiz o anda hangi seviyedeyse o isim oradan tecellî ediyor. Öyleyse çirkinlik yok, kötülük yok, abes yok; tecellî farkı var. O halde sen ilkokul seviyesinde bir adamdan üniversite bilgisi istemediğin gibi, sana muhâlefet edenden de aynı bilgiyi isteyemezsin, ‘niye benim gibi değil?’ diyemezsin. İşte bu bakış açısıyla bakarsan; herkesi olduğu gibi kabul etme sanatını elde edersen, o zaman hizmet artıyor, çünkü o da kendi seviyesinden hizmet edecek.

Öyleyse ilk planda, Allah’ın onlardaki tecellîsine hürmet etmek lâzım ve birlik ve beraberlikte işi en verimli hâle getirmek için karşımdakini nasıl moralize edebilirim ve birlik-beraberliği nasıl sağlayabilirim diye sormak lazım. Burada başarının önemi yoktur. Önemli olan birlik ve beraberlikteki başarıdır.