İNSANLAR KONUŞUR... SEN DÜŞÜN!

Ümit G. CEYLAN 26 Kas 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Konuşmak ve düşünmek sadece insanda olan bir özelliktir.

Konuşmak ve düşünmek sadece insanda olan bir özelliktir. Bu yüzden insanın dünyadaki kaderi sözle birlikte kesilmiştir. Güzel konuşmak yani temiz ağızdan konuşmak pek çok kez dikkat çeken bir şeydir. Etrafta duyduğunuz birçok parazit ve cızırtının içinde ilahi bir melodi duymuş gibi oluruz güzel sözler karşısında. Güzel konuşmak için düşünerek hareket etmek lazım gelir. Ezberden değil. Oradan buradan duyduklarından değil. Düşünerek seçilmiş, sindirilmiş kelimelerle sözcüklerin hakkını vererek konuşmak bir marifettir. Muhalif olmak üstünlük taslamak için hırsla söylenmiş sözlerin silahtan farkı yoktur. Söz söyle kulaklara küpe olsun. Söz söyle kalplere şifa olsun... Söz söyle yollara nur olsun... Söz söyle ölü dimağlara düş kurdursun.

Tepkilerimiz

Hayattaki duruşumuz sözlerimize hemen yansır. Hep sözlere mi yansır? Sükut etmek, konuşmamak da sözle eşdeğerdir. Çünkü önemli olan ses değil ki! Ona bakarsak hayvanlar da birtakım sesler çıkarıyorlar. Ama bunu düşünerek sebep, sonuç geliştirerek yapmıyorlar. İçlerindeki dürtüyle hareket ediyorlar. İnsanı insan yapan ise ne hissetiği ne düşündüğüdür. Günümüzde en çok gösterilen tepkiler başkalarının bizim hakkkında konuştuklarına dairdir. Neden başkalarının sözleri, konuştukları o kadar rahatsız eder seni hiç düşündün mü? Tepkini, tepine tepine bana şunu dedi veya birinden sözde senin hakkında duyduğun sözlere takılı kalmak insanı o kadar acıtır ki. Öylesine boş ve anlamsız bir ruh sıkıntısı yaratır ki insanda bu vehimler; -miş’ler, -muş’lar. O kadar değerliysen eğer sen kendine bunu söylememişsen başkasından beklememelisin. Hemen gidip aynaya kendine değerini söylemelisin. Kendinle barışmalısın.

Düşünmeyi öğrenmek

Çocuk konuşmaya başladığı günden itibaren önce anne ve babasının sonra da dışarıdaki seslerin takipçisi, taklitçisidir. İşte tam da bu nedenle sadece konuşmayı öğrenmek değildir esas olan, konuşmaya neden olan düşünmeyi öğrenmeli insan. Düşüncesizce konuşanlarla örülü etrafımız. Ezberlediği kelimeleri yan yana getirerek anlamlı cümleler kuracağını zannetmek gafletiyle yaşayanlar var. Adımlarını düşünerek at derdi büyüklerimiz. Bu sadece fiziki bir hareket için söylenmiş olabilir mi? Ayağına taş takılır yolda ne var ne yok bak öyle yürü mü denilmek istenmiştir? İnsan doğru mantıkla düşünmeyi öğrenirse başkalarının sözlerine takılmaz; gülüp geçer. Düşünmeyi bilmeyen insanlarla tartışmak veya onların sözlerini düşünerek dertlenmek de bir başka düşüncesizliktir. Kendine güvenen kemal bir noktaya gelmek isteyen insan  farkına varıp bu huyun kendisine zarar verdiğini anlaması gerekiyor.

Her an gelişmeyi öncelemek

Başkalarının söyledikleri güzel sözler bile olsa bunları uygulayamadıktan sonra ağaza pelesenk etmek insanın tekamülüne katkı sağlamaz. Falanca filozof falanca düşünce akımı falanca şair demek yerine onlardan alacaklarını alıp, kendi cümlelerini kuran insanlar düşünen ve gelişen insanlardır. Akarsu gibi kıyısında oturulduğunda ferahlatan, şırıltısı kulaklara sefa veren, berraklığı ile ruhları arındıran insan olmak için kendimizi güncelleriz. Biz başkalarının bakışlarındaki hastalığı, sözlerindeki yanlışlığı gördüğü halde oraya takılıp kalanlardan  olmamalıyız. O yüzden şu alemde iki insan vardır; bir gelişmeyi kendine öncelleyen bu yüzden de başkalarına takılmayıp sürekli ilerleyen. Bir de düşünemeyip sürekli konuşanların peşinde istemsizce konuşan, yazan, çizen ne kendine ne de topluma yararı olan insanlar. Biz ilkini seçiyoruz. Önce doğru düşünmek, sonrda doğru hissetmek, bununla birlikte bütün varlığımızla doğru davranmak gerekir. Bu şekilde hakikate ulaşırız vesselam.

ŞEHİT ÖĞRETMENLERİMİZ

Onları rahmetle, minnetle anıyoruz. Binbir meşakatle okullarını bitirip vatanın her evladını evlat bilip yollara düşen kahraman şehit öğretmenlerimize dua edelim. Dua edelim ki büyük Türk milletinin bu neferleri eksilmezin. Bugün hala yurdumuzun bir ucundan diğer ucuna; mezrasından köyüne, şehrinden kasabasına kadar her yerinde insan yetiştiren kıymetli öğretmenlerimiz var.  Onların omuzlarındaki büyük yükü hafifletelim. Şimdi salgın dönemi. Öğretmenlerin birçoğu canla başla bilgisayarın karşısında öğrencilerine dokunamadan, gözlerine bakamadan eğitim vermeye devam ediyorlar. Allah hepsinden razı olsun. Şehadet şerbetini içmiş Aybüke öğretmenim ve Necmettin öğretmenimde sembolleşmiş tüm şehit öğretmenlerimize rahmet diliyoruz. Daha mesleklerine ve öğrencilerine doyamadan bu dünyadan gerçek ilim yurduna ahirete göç eden şehit öğretmenlerimiz en büyük düşman olan cehalet karşısında abideleşmişlerdir.

ŞEFFAF MUŞAMBA

Ve Allahısmarladık demek ister gibiydik ama tuhaftı herşey; sarılamıyorduk birbirimize. Kayıp zamanlara kilitledik bu günleri diye anlatıyordu. Başımıza koyduğumuz bir talih yoktu öyle günlerdi. Hastaydık dünyaca. Anlayamadık matematiğini bu günlerin. Bütün bir dönemlerin cezasıydı bu ve yanlış hesaplamalarımızın sonucunu yaşıyorduk. Öyle karşı karşıya durup bakışıyorduk boş tahtaya bakar gibiydik. Kendimizi cezalandırdığımızı sonradan öğreniyorduk. Bu zor porblemin aslında kolay bir yolu vardı belki ama göremiyorduk. Bencil bilgimizin içinde arıyorduk kelimelerin şifrelerini ve çözmeye çalışıyorduk. Aslında sonucu bilsek de yine bilemezdik; egoistliğimize öylesine sarılmıştık ki üzerimize geçirdiğimiz şeffaf muşambadan örtülerle korunuyorduk; bu egoizim yağmurundan. Her bir damlasında birer şifre vardı üzerimizden akıp giden. İroni bu ya: Ne zaman hastalığımıza şifa olacak bir aşı bulunursa belki o zaman kalkar bu şeffaf muşamba üzerimizden.

DOÇ DR. GÜLGUN UYAR

HIRKA İLE CAN BULANLAR

Kıyâfetlerin taşıdığı kimi anlamlar ola gelmiştir. Belli merasimlerde belli tür kıyâfetlerin giyilmesi, bazı makamlara hâs hususî kıyâfetlerin olması gibi. Ya da kıyâfetlerin bir temsil gücü bulunur. Halife ve hükümdar tarafından taltif etmek ve şereflendirmek amacıyla devlet adamlarına ve diğer bazı kişilere giydirilen hil’atler, kaftanlar gibi. Hil’at geleneğinin Türkler’de de olduğu bilinmektedir. Bu hususta danışacağımız kaynak eserlerimizden birisi olan Kutadgu Bilig’de geçen kedüt ve ton kelimeleri hil’at tanımlanmıştır. Dede Korkut Kitabı’nda da hil’at olarak geçen “cübbe ton”, “şalvar cübbe çuka” ve “cübbe çuğa çirgab” ifadeleri hakanın beylere giydirdiği hediye kıyafetleri anlatır. (Mehmet Şeker, “Hil’at”, DİA, XVIII, 22)

Hil’at geleneği ile Hz. Peygamber’in hediye olarak veya temsil mâhiyetinde hırkası ile bir başkasını şereflendirmesi arasında bilhassa irtibat kurulmuştur. Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, hırka olarak tâbir ettiğimiz üst kıyafetine ridâ, bürde, kisâ, cübbe veya izâr denildiğini biliyoruz. Onun abdest suyunu, mübârek saçını, yemeğinden yemeği, içtiği yerden içmeği, kullandığı eşyaları saklamayı kendileri için bereket kabul etmiş olan Ashâb-ı kirâm kimi zaman onun hırkası ile bürdelenme mazhariyetine de erişmişlerdir.

Bu konuda zikretmemiz icab eden en önemli birliktelik, Resûl-i Zî-şân Efendimiz’le Ehl-i beyt’inin bir abâ altında yek-vücûd olmalarıdır. Bir sabah Resûlullâh aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm yanına gelen Hz. Hasan’ı üzerinde giyili olduğu siyah abâsının içine almıştır. Sonra hücre-isaâdete dâhil olan Hz. Hüseyin’i de aynı abâsı ile örtmüştür. Ardından Hz. Fâtıma yanlarına gelmiştir. Resûl-i Ekrem Fâtıma Vâlidemiz’i de abâsı ile setretmiştir. Son olarak ise Hz. Ali Efendimiz’le de aynı abâ altında cem olmuşlardır. İşte bu esnâda Hz. Peygamber “Ey Ehl-i beyt! Allah kusurlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak ister” (el-Ahzâb 33/33) âyetini okuyarak “Allah’ım! İşte benim Ehl-i Beyt’im bunlardır” buyurmuştur. (Tirmizî, “Tefsîr”, 4; “Menâḳıb”, 32, 60; Müsned, IV, 107). Bu hâdiseden mülhem olarak artık Resûl-i Ekrem ve Ehl-i Beyt’i Âl-i Abâ olarak anılacaklardır.

Hz. Peygamber amcası Ebû Tâlib’in eşi ve kendisini büyüten annesi olan Fâtıma bint Esed (ö. 4/625-26 [?]) vefât ettiğinde izârını ona kefen yapmıştır. Aynı şekilde mübarek kızları Zeyneb Vâlidemiz vefât ettiğinde de Resûl-i Ekrem kendi izârı ile kefenlenmesini buyurmuştu. Hatta Medîne’de bütün hayatını Resûlullâh’a düşmanlık etmekle geçirmiş olan baş münâfık Abdullah b. Übey b. Selûl (ö. 9/631) öldüğünde samimi bir Müslüman olan oğlu Abdullah Hz. Peygamber’e gelerek babasının kefeni olmak üzere izârını taleb etmiş, Resûl-i Ekrem de vermekten imtinâ etmemişlerdir.

Resûl-i Ekrem’in hırkası ile şereflenenlerin en önde gelenlerinden birisi ise Kâ’b b. Züheyr (ö. 24/645 [?]) olmuştur. Babası da muallaka şâirlerinden olan Kâ’b b. Züheyr, uzun seneler Resûlullâh’ı hicvetmişti. Nihâyet Resûl-i Ekrem Kâ’b’ın öldürülmesine hükmettiğinde kardeşi Büceyr, müslüman olduğu takdirde bağışlanacağını söyleyerek onu ikna etmiş ve Kâ’b b. Züheyr 9 (630) senesinde Medîne’ye gelerek Hz. Peygamber’in huzurunda ensâr ve muhâcirlerin şâhidliğinde kelime-i şehâdet getirmiştir. İşte o târihî an, Kâ’b b. Züheyr’in adının artık Resûl-i Ekrem’in hırkası ile anılmaya başlanacağı bir şeref nişânı olmuştur. Zira; Kâ’b b. Züheyr Resûlullâh’ı medhettiği “Bânet Süâd” adlı kasîdesini inşâd ettiğinde “Muhakkak ki Peygamber kendisiyle aydınlanılan, Allah’ın çekilmiş yalın kılıçlarından bir kılıçtır” beytini okuduğu sırada Resûlullâh Aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz memnuniyetinin ifadesi olarak üzerinde Yemen hırkasını şâire hediye etmiştir.

İşte bu taltîf Kâ’b b. Züheyr’i kutlu bir Hırka Şâiri yaparken, kasîdesi Kasîdetü’l-Bürde olarak zamanın sınırlarını aşan bir hayâtiyet kazanmıştır. Bizler ise; şu an Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dâiresi’nde muhâfaza edilen bu mübârek ve mukaddes Hırka-i Saâdet’in ev sahipliğine mazhâr olmak gibi eşsiz bir nîmete erişmekle Hırka ile cân bulanlar arasına katılmış olmayı dilemekteyiz.

PLAZALAR BOŞA ÇIKTI

Onca binalar bugünlerde bomboş duruyorlar şehrin mezar taşları gibi tepemizden bakıyorlar. Ne hayallerle inşa edildiler. Hırstan kuleler üzerimize üzerimize dikildiler. Metropol İstanbul’dan manzaralar sunuyorlar beyaz yakalıların mabedinden. Ama içleri korku tüneli gibi. Ne kaynayan çay suyu ne frençpreste demlenen Brezilianın kokusu sarıyor etrafı. Sadece kocaman bir boşluk arafta sanki insan suretleri. Koridor ışıkları uykuda, bilmem uyanır mı biran evvel? Nolacak onca bina onca yatırım? Korona efendi bitince bu binaların akibeti ne olacak? Keşke yerle bir edilip yıkılabilse bunlar. Kim kiralayacak bundan sonra buraları evden çalışmak varken? Kim alacak bu uğursuz yerleri? Onca demirden yığın yeri yerle yeksan olsa da yeşil tepeler bitse yerine yeniden. Daha çok nefes alabilsek ağaçtan, çiçekten, çimenden. İnşaallah.

ARTI EKSİ

İletişimsizlik

Tam Eminönü’den motora basın kartımı göstererek geçerken görevli kişi geçerli değil, dedi. Bana BELBİM’den Turyol’a gelen talimatı gösterdi. Motor gitmek üzereydi tam da okuyamadım. Akbili basıp geçtim. Verilen para önemli değil elbette. Ancak verilen hak ne zaman haberimiz olmadan geri alınmış veya değşiklik yapıldıysa bu neden haberdar edilmez anlamadan eve gittim. Birkaç gün sonra Turyol işletmelerinin bulunduğu noktaya giderek ilgili talimatı okudum, fotoğrafını çektim. BELBİM internet sitesine girilecek ve akredite olunacaktı. Artık İstanbul’da tek kart kullanılacaktı. Bence doğrusu da buydu ancak haberimizin olmaması tatsız bir durumdu. Üsküdar meydandaki Beyaz Masa noktasına gittim. İçerideki hanımlara durumu anlattım haberleri yoktu. BELBİM’i aradılar onların da haberi yoktu. Talimatı gösterince BELBİM’i tekrar aradılar. Sonra talimattaki gibi siteye girip akredite olacağımı söylediler ama ne görevlilerin ne de BELBİM’dekilerin bundan haberleri yoktu. Ayrıca böyle bir değişikliliğe gidildiyse basın kartı sahiplerine İletişim Başkanlığı İstanbul şubesi mesaj göndermek suretiyle bu değişikliği duyurması şık olurdu. İletişimsizlik ve koordinasyonsuzluk kurumlar ve çalışanları en nihayetinde de muhattaplarını olumsuz etkileyen bir durumdur. Bilgiye geç ulaşmak çalışanları ve ilgili kişileri de yorar. Alınan karar doğru ve güzel ancak devamını da getirebilseydik kurumsal açıdan harika olacaktı.

ULUSLARARASI İSLAM SANATLARI GÜNÜ

UNESCO'dan yapılan yazılı açıklamada, 40. Genel Konferansı'nda alınan karara göre, her yıl 18 Kasım'ın "Uluslararası İslam Sanatları Günü" olarak kutlanacağı, bugünün İslam'ın sanatsal yönü ve İslam sanatı aracılığıyla kültürün medeniyete katkısı hakkında farkındalık yaratmayı hedeflediği belirtildi. "Uluslararası İslam Sanatları Günü"nü, 14 yüzyıla yayılan bu olağanüstü mirası kutlamak için ilan ettiklerini kaydeden Azoulay, İslam sanatları tarihinin daha iyi tanınması gerektiğine işaret etti. Bir yönü ile hoşumuza giden bir şey gibi gözükürken bir yönüyle de işin içinde bir bit yeniği olmasın dedirtiyor. Kültürlerarası yakınlaşmaya teşvik olacağı düşüncesini savunan ilgili kurum bir anda nerden çıktı bu iyilik, güzellik diyorum. Ayrıca kültürlerimiz hangi değerlerle yakınlaşacak. Bizim irfanımız, hikmetimiz onların hangi değerlerine yakınlaşabilir ki? Biz mi onlara yakınlaşacağız onlar mı bize?! Öte yandan batının sömürdüğü birçok ülkeden çaldıkları sanat eserlerini kendi müzelerinde hoyratça sergilediklerini düşününce durup dururken ifade özgürlüğüne nasıl katkıda bulunmak istediklerini de sormak isterim. Avrupalı Antropologların yıllarca Afrika’da, Hindistan’da ve diğer birçok ülkelerde kültür araştırması adı altında insanların samimi duygularının istismar ettiklerini de biliyoruz. Kültürlerarası iletişimin korunmasına ve ifade özgürlüğüne katkıda bulunur mu bilmem ama bu oryantalist bakış açısıyla İslam sanatlarına nasıl bir değer biçeceklerini ve hangi konuma oturtacakları konusunda endişelerim var. Bunun da yanında el atmadık toprak el atmadık konu bırakmayan batı zihniyeti İslam sanatlarının derinliğini anlamaktan çok zaman içinde kendilerine yontup karşımıza tezhipli bir monaliza da çıkartırlar mi dersiniz? Tüm bunların da ötesinde bizim onlara bu konularda konuşma, harekete geçme yetkisi veriyor olmamız da bizim açımızdan başka bir soru işareti.