İLK WİMBLEDON GALİBİYETİ ONUN MAĞLUBİYETİ OLDU

Ekin GÜN 28 Şub 2020

Ekin GÜN
Tüm Yazıları
2004 yılında Serena'ya karşı kazandığı Wimbledon finalinden sonra ise bana kalırsa Sharapova'nın kariyeri bitmişti.

Spor hiçbir zaman salt spor olmadı. Özellikle futbol. Son faşist diktatörlerden Franco’nun İspanya’yı “3F” ile yönettiği açıklamasını unutmak mümkün mü? Hala daha futbolun toplumun afyonu olduğuna dair pek dışa vurulmayan ama yaygın bir inanış bazı çevrelerde var.

İspanya’da “çanlar toplumu uyandırmak” için çalarken futbol hiçbir çaba harcamadan, kendiliğinden gelişen en kolay kitleleri yönlendirme araçlarından biri oldu hep. İmhası zor bir “uyuşturucu” ve haliyle hayata fazlasıyla da benziyor, var mı aksini iddia edecek bir fanatik?

Ama bana kalırsa toplumun kendi içinde yaşadığı görünmeyen çatışmaların, sınıfsal farklılıkların ve “üstünlük kurmanın” vücut bulduğu sporlar takım oyunu içermeyen birebir sporlar oldu. O nedenle Sharapova ve Williams rekabeti sade bir tenis rekabeti olmadı hiç, rengin ve sınıfın tenisle kamuflaj edildiği bir rekabet oldu.

Sharapova için 2004 yılında her şey kazanarak bitmişti

Sharapova, Vanity Fair dergisine yazdığı yazıda, “Bu benim için çok yeni, o yüzden lütfen beni affedin. Tenis, sana elveda diyorum…” notuyla kariyerini noktaladı. Daha 32 yaşındaydı, sanırım benim yaşımdan daha yaşlı olanlar da her türlü bahse girerim, Sharapova’nın çok daha yaşlı olduğunu düşünüyorlardır.

Çünkü doğuştan gelen “beyaz üstünlüğünü” sadece sahalarda değil, girebildiği her alanda kullanmaya çalıştı. Serena Williams’ın gölgesinde kalmamak için kendini tüketti, sahalarda ise onu geçmek için doping bile kullandı. Güzelliği sayesinde yaptığı modellik ve diğer işler onu tatmin etmedi, aksine hayatın ona bahşettiği “beyaz elitizmini” kabul ettirmek için “öfkeli siyahi bir kadın” olan Serena’yı geçmesi gerekiyordu. Geçemeden kariyerini noktaladı, belki de pes etti, bilemiyorum.

“Durdurulamaz: Şimdiye Kadar Hayatım” adlı kitabının büyük bölümünü bile Serena Williams oluşturuyor. 2004 yılında Serena’ya karşı kazandığı Wimbledon finalinden sonra ise bana kalırsa Sharapova’nın kariyeri bitmişti. Bugüne kadar 21 maçta 19 yenilgi elde etti. Aslında onu yenerek kariyerini çoktan noktalamıştı, o galibiyet onun mağlubiyeti oldu. Çünkü kendini sevdirmek ya da başarılı kılmak için özel bir çabaya ihtiyacı yoktu, “beyazdı”, “siyahi bir kadının” onun önünde efsane olması düşünülmesi en korkunç olaydı.

Bu rekabeti tarih tenis rekabeti olarak yazmaz

Ne de olsa “doğuştan” maça 1-0 başlamıştı, kalpleri kazanması için salt “beyaz” olduğu gerekçesiyle bir mücadeleye girişmemesi onun kaybı oldu. 28 yıllık kariyerine 5 Grand Slam sığdırdı sığdırmasına ama sahalarda geçemediği Serena’yı en azından bir alanda geçmesi için model olmaya bile yöneldi. Sahadaki şansı tutmayınca Serena’nın “bacaklarıyla” dalga geçti. Belki tek vurmadığı yer onun “siyahi” olmasıydı. Aslında ikisi arasında rekabetin söylenemeyen, söylenmesi teklif dahi edilemez bu boyutunun herkes farkındaydı. Hani konduramazsın ya, durum tam da buydu.

Tarih onu öyle ya da böyle yazacak, yazmak zorunda. Serena’nın arkasında kalmış bir şekilde yazacak ama mücadelesine de saygı duyarak yazacak. Eminim o veda notunu yazdıktan sonra derin bir “oh” çekmiştir. Nihayetinde “doğuştan gelen o beyaz üstünlüğünün” altında ezilmeyecek artık. Bundan sonra “kendi eseri olabilecek bir başarı” için gereksiz işler yapmasına da gerek kalmayacak.

Bu hikâye de burada kalmayacak, onu bir yerlerde mutlaka göreceğiz ve ne olursa olsun şu gerçek hiçbir zaman değişmeyecek: bu sadece bir tenis rekabeti değildi, daha fazlasıydı.