İLETİŞİMDE İYİ NİYET

Ümit G. CEYLAN 12 Kas 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İletişim kurmak her şekilde bir tebliğdir. İletişim kurmak birşeyi bildirmektir.

İletişim kurmak her şekilde bir tebliğdir. İletişim kurmak birşeyi bildirmektir. Bir nevi öğretmektir. İnanç ve düşünce yaymaktır. Tebliğ kelimesi Arapça olup mastarı ise erme, varma, ulaşma anlamlarına gelen bluğ kelimesidir. Kısacası haber vermek, haberi ulaştırmak için oluşan olgunluk seviyesinin oluştuğu düşünülerek tebliğ edilir. Olgunlaşmamış, henüz netleşmemiş bir habere, bildiriye maruz kalmak başımıza şu çağda gelen en büyük iletişim felaketlerinden biridir. Dolayısıyle hep söylediğimiz gibi bir haber size ulaştığında bunu üçe ayırmamız gerekiyor; bilgi, enformasyon ve adi haber (dedikodu). Bunların teyidi, doğrulanması olmadan tebliğ etmek kötü niyettir.

Ruslar geliyooooor

Radyolu günlerde radyo başında dinleyiciler haber dinlerken, New York radyosu akşam haberlerinde “Ruslar geliyooooor” şeklindeki anonslarıyla Amerikalı vatandaşları korkutmuş, tedirgin etmişti. Bütün millet sığınaklara hücum etmiş, kentin ışıl ışıl yanan bütün ışıkları söndürülmüştü. İşte iki kutuplu dünya birbirinin vatandaşlarını gulyabaniye benzer ütopyalarıyla korkutuyorlardı. Ülkemizde de bu tür korkutmalar yok değil. Bu devirde demokrasi kültürü içinde farklı fikirler serdedilecek. Fakat hakaret, küfür, alay, küçültme va aşağılama olmamalıdır. Küfür sahibine aittir denir. Yasalara, edep ve adaba aykırı hareket eden hem toplumun gözünden düşecek hem de yakasına yapışılacaktır.

Virüs geliyooooor

Ruslar geliyooooor kategorisi üzerinden, virüs geliyoooooor anonsu bütün dünyayı korkutuyor ve tedirgin ediyor. Huzur bozuyor. Dünyanın her yerinde yaşanan bu hastalığı bu şekilde pazarlayarak medet ummak medyanın itibarını ve seviyesini düşürecektir. Çünkü iletişimde esas olan itidaldir. Bizim kültürümüzde cenazede dahi bağıra, çağıra, kendini yerden yere atarak zılgıt çekerek ve hatta yas tutmak dahi yokken bir olayı veya olayları tüm toplumun ruhunu hasta edecek şekilde vermek doğru değildir.

Alay etmek

Siyaset dahil hiçbir hizmet ehli eleştirisiz değildir. İyi şeyler ödül alır, teşvik edilir, yanlış olan düzeltilir, eksiklikler tamamlanır. Dürüst ve ahlaklı insan bunu yapar. Hakaret ve alay etmez. Kaş yapayım derken göz çıkartmaz. Buna rağmen bu güzel ülkede vatan severlik ve insanlık ideali varken, zavallıların düştüğü durum üzücü. Ne yazık ki inceden inceden alay ederek hakikate muhalif olabiliyorlar. Oysa başkaları ile alay etmek o alay edilen kişiyi düşürmez, alayı yapan kişiyi düşürür. Ancak kendisine kendisi gibileri toplar ve safhını belli eder. Bize düşen, durumunuz ve pozisyonumuzu iyiniyet ve hizmet ekseninde iletişim kurarak tebliğ etmektir. Sözle davranışla, alınan bir tutumla, pozisyon almakla iyiniyete bağlı kurulan iletişim tebliğe yöneliktir. İnancımız da kültürümüz de iyiye, güzeli, doğruya işaret ettiğine göre karşılıklı muamelemiz de bu inanç çerçevesinde adalet, hakkaniyet, ahlak, edep adapla yapılmalıdır vesselam.

GÜZEL HABERLER

Türkiye Annesi ödüllendirildi

Yeşim Meço Davutoğlu zaten gönüllerde çoktan yerini alarak ödülünü almıştı ama insanlığı da iyiliklere teşvik etmek esastır. 12. Büyükelçiler Konferansında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elinden aldığı bu ödül bizi de onurlandırdı. Tanzanya’da yaptığı hizmetler saymakla bitmez. Tanzanya doğumlu olup artık evlatları olan Osman ve Ayşe’yi evlat edinmesi de bize büyük bir örnektir. Teşekkür ederiz marifet iltifata tabidir düsturunu atlamayan CB makamına. İyilikler daim olsun. Türkün yüzü hep gülsün.

İki Türk Dünyayı kurtardı desem

Özlem Türeci ve Uğur Şahin çiftini şu sıralar dünya konuşuyor. Kovid-19 aşı yarışını önde bitiren çift olarak bilim tarihine yazılan bu iki bilim insanı Türkiye’nin de gurur kaynağı oldu. Küçük yaşlarda Türkiye’ye gelmiş olan bu insanları şimdi Almanlar da konuşuyor. Yabancı düşmanlığına da en güzel cevap olan bu gelişme esas olan insanın kökeninden çok insanlık olduğunun da altı çizilmiş oldu. Göç ve göç ile birlikte gelen zenginliğin tohumlarını yeni yeni toplamaya başlayan başta Avrupa ve Almanya bize de bu konuda örnek olsun. Suriyeli düşmanlığının bir faydası olmayacağını bu örnekten görmeliyiz. Suriyeli veya başka milletlerden çalışmaya, sığınmaya veya başka iyi niyetlerden dolayı ülkemize gelip yerleşenlerin katacağı zenginlik yıllar sonra anlaşılacaktır.

FOTO KRİTİK

Dünyanın her yerinde ve her zemininde dram var, hüzün var. Yerinden yurdundan olmuş nice insanlar ve insancıklar var. Savaşlar, katliamlar, soykırımlar ve daha nice acılar ve ıstıraplar. İnsanoğlu neler görmedi ki. Habil’le Kabil’in savaşından bu yana insan nice afetler ve felaketler, ibretlik hadiseler gördü de bir türlü akıllanmadı. Bir türlü insan gibi insan olamadı. Toplumları felakete götüren nice krallar, hükümdarlar, firavunlar adalete, sevgiye, barışa kucak açmadı. Aç gözlülükleri, ihtirasları daha da zulmetmelerini sağladı. Sonuç savaşlar, katliamlar, yıkık dökük kentler ve viraneler. Bir de mülteci ruhlu kırık kalpler, geri dönüşler, kaybedişler. İnsan nasıl olur da öz toprağından yerinden yurdundan, vatanından sürülebilir. Çoluk çocuk, yaşlı kadın, hasta demeden, sadece elinde bir bohçasıyla bir başka ülkeye sığınabilir. Aç ve biilaç ölüm tehlikesine aldırmadan yırtık botlarla kendini denizlere atabilir. Hepsi dram, hepsi dram. Sadece yaşamak bir umuttan ibaret. İnsan evini yurdunu kaybedebiliyor. Azarbaycan gibi Karabağ’dan sürülebiliyor. Kaçkın duruma düşebiliyor. Otuz yıl hasretlikten sonra tekrar evine yurduna dönebiliyor. Yakılmış, yıkılmış kırık dökük evler, geride bıraktığı bütün hatıralar nasıl bir buruk acı veriyor. İnsan hayal ettiği gibi, özlemini duyduğu bir dünyayı tasavvur ediyor. Her fotoğrafçı fotoğrafı çekerken ‘biraz gülümseyin’ uyarısı ne anlama gelir. İçten gülümseyen bir insan ve bir toplum bu dünyaya huzur getirecektir. Gülmek mutluluk ise, gülümsemek huzurdur. Çünkü huzur imanın ve hakikatin bir tezahürüdür.

DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT

KONUK YAZAR

OKUMAK, DÜŞÜNMEK VE GELECEĞİN KÜTÜPHANELERİ

Günlük kaygılardan uzaklaşmak için derin fikirlere yelken açmak ya da güzel bir maceranın heyecanlı olay örgüsü içinde kaybolmak ne kadar da zevklidir… Okumanın ve öğrenmenin tadını alan her insan, bu alışkanlığı bir daha kolay kolay bırakamadığını söyler. Bu zevki daha önce hiç tatmamış insanların bu durumu algılaması ise çok zordur. Harflerin arasındaki dünyayı onlara anlatmak için, bu dünyayı tanımaya istekli olmaları gerekir.

Kendini gerçekleştirmek bugün hepimizin sorunu. Gelişmiş bir dünya içinde kendini geliştirememiş, kendini gerçekleştirememiş kişiler sorun çıkarıp duruyor. Okuyan, düşünen, araştıran ve sorun çözümüne odaklı insanlar ise bu sorunlu insanların hayata bir başka gözle bakmalarını sağlamak için uğraşıp didiniyor. Aslında hiçbir şey için geç değil. Kendini tanımak, kendini bilmek, potansiyelinin farkında olmak için her zaman yeniden başlamak mümkün. Çünkü kendini anlayan, başkalarını da anlayacaktır. Başkalarını anlayan, olaylara farklı bakmaya başlayacaktır. Bunu sağlayan en güzel etkinlik ise okumaktır.

Gelişen teknolojilere rağmen, hatta onları daha da geliştirmek için teknolojiyi de kullanarak okuma çabasına devam etmek günümüz insanı için adeta bir yaşam biçimine dönüştü. Daha ileri gidebilmek, kendini aşmak, hatta dünya sınırlarını aşmak için işe okuma alışkanlığını geliştirmekten başlamak gerektiği artık bir sır değil. Neden okuruz? Bu soruya çok çeşitli cevaplar vermek mümkün. Yeni düşünceleri öğrenmek için, alışkanlık duyduğumuz için okuruz. Güncel olayları anlamak için, kendimizi geliştirmek için okuruz. En nihayetinde tüketici okur değil, üretici okur olmak için okuruz. Çünkü okumak kaç tane kitap okuduğunuz ile ilgili değil, okuduklarınızdan çıkardığınız sonuçları kendi hayatınıza ve başkalarının hayatına ne kadar yansıttığınızla ilgilidir.

İnsanın tekâmül sırlarını kitapların sonsuz derinliklerinde arayan Birgül Aran’ı tanır mısınız? Bingöl’den sıra dışı bir okur o. “Hikayelerle tanışınca kendi engelimi unuttum” diyor. Doğuştan engelli olması, okumasına ve öğrenmesine bir engel teşkil etmemiş. Manavgat’ta yaşayan terzi Yaşar Azgan, eğitim hayatına kütüphanelerdeki kitapları okuyarak devam etmiş ve okuma eylemini “yaşamak istiyorsan okuyacaksın” diyecek kadar hayati buluyor. Okumayı, kanser tedavisi sırasında hastalığı daha kolay atlatmakta bir araç olarak kullanan Gül Ustabaş Genç, “kitap okuduğum zaman konuşmam daha güzel oluyordu” diyor. Kendisi konuşma ve işitme engelini aşmak için de okuma alışkanlığını kullanmış, örnek bir sıra dışı okur.

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü tarafından her yıl hazırlanan Sıra Dışı Okurlar Belgeseli’nde Türkiye’nin dört bir yanından böylesi örnekler sıralanır. Her biri bir hayat dersi niteliğinde olan bu belgesellere internet üzerinden kolaylıkla erişebilirsiniz. Bu belgeseller okumanın, okudukları hakkında düşünmenin, düşündüklerini hayatta uygulayarak kendini gerçekleştirme çabası içinde olmanın yaşla, engelle, eğitim durumuyla ilgisi bulunmadığına dair çok güzel örnekleri içinde barındırır.

Bu sıra dışı okurların her biri, yaşadıkları ilin ya da ilçenin halk kütüphanesine üye olarak oradan aldıkları kitapları okumuşlar, bu sayede kütüphanecilerin dikkatini çekip böyle bir belgesele konuk olmuşlardır. Bugün sıra sıra kitapların dizili olduğu raflar arasında çalışan kütüphaneciler, teknolojiyi de kullanarak elektronik kaynakları kütüphanelerinde bu tür sıra dışı okurlara sunuyorlar. Ve kütüphaneciler, bir yandan da geleceğin kütüphanelerini tasarlamaya çalışıyorlar.

Geleceğin kütüphaneleri sadece kitap okunan, kitap ödünç alınan mekanlar değil. Geleceğin kütüphaneleri, okuduklarından çıkardığı fikirlerle üretim yapan kişiler için birer sosyalleşme merkezi olarak hizmet sunmakta. Yapay zekayı, robotları, gelişmiş teknolojiyi bu yönde kullanması planlanan geleceğin kütüphaneleri okumak, araştırmak ve kendini geliştirmek isteyen insanların başvuracağı merkezler olmaya devam edecek.

Bunun için günümüzde adımlar atıldı bile… Dünyadaki örneklerine bakıldığında kütüphaneler içinde oluşturulan özel alanlarda isterseniz kendi kitabınızı basabilir, bestelediğiniz bir müzik eserini kayda alabilir, film çekebilir, üç boyutlu yazıcılarla kağıt üstündeki tasarımlarınızı hediyelik eşyalar haline dönüştürebilir, dikiş dikmekten tutun da ahşap oymacılığına kadar pek çok etkinliği gerçekleştirebilirsiniz.

Ülkemizdeki bazı kütüphaneler de geleceğin kütüphaneleri olma yolunda adım attı. Neden hangileri olduğunu keşfetmeye başlamıyorsunuz? Kütüphaneler sadece kitapların evi değil artık. Sıra dışı okurların farklı bakış açısı kütüphaneleri de yenilenmeye ve onları dönüşüme zorluyor. Kütüphaneciler yeni şeyler öğrenmekten mutluluk duydukları için bu yenilikçi yaklaşıma kolay uyum sağlıyor ve değişik hizmetleri kütüphane kullanıcılarına zevkle sunuyorlar.

Okumak, araştırmak, kendini geliştirmek için kullanılan araçlar değişse ve gelişse de okuma eylemi insan var oldukça devam edecektir. Kütüphaneler de yenilenen hizmetleriyle okumak ve düşünmek isteyen herkese hizmet sunmayı sürdürecektir. Siz sadece en yakın kütüphaneye doğru bir adım atın, yeter.

KADIN YAZARLAR İSİMLERİNİ NEDEN AÇIKCA BELİRTMEZLER?

Batının kendi tarihindeki acımasızca yargılamalar bir değil, iki değil, üç değil yüzlerce.  Viktorya döneminden başlayarak düşünürsek, içinde bulunduğumuz yüzyıl da dahil kadın yazarlar kimliklerini gizlemek için kendilerini belirli nedenlerin arkasına gizlemişler. Harry Potter’in yaratıcısı  J.K Rowling’i biz uzun zaman bir erkek yazar sandık. Oysa o adını kısaltarak edebiyat dünyasına girmesini cinsiyet belirtmemek adına yapılan bilinçli bir seçim olduğunu vurgulanıyor. Victorya döneminin en ünlü yazarı olan George Eliot yani namı diğer Mary Anne Evans ise o dönem için kadın yazarlara atfedilen klişelerden etkilenmemek için bu yola gittiğini söylüyor. 19.yy başındaki Afro-Amerikan kadın yazar Ann Petry çalışmasının başarısı adına aşırı ilgiden kaçınmak için ‘Arnold Petri’ mahlasını kullandığını belirtmiş. Modern dönem ve klasik dönem edebiyat dünyasında kadınların erkek ismi kullanmaları arasında farklar var. Zaten son zamanlarda da kısaltma kullanmaları bunun da bir ispatı oluyor. Baştaki cümleye gelirsek; batıda kadınlara atfedilen cadılık, fahişelik, şeytan gibi kavramlardan dolayı ister istemez kadınlar belirli adların arkasına saklanmak zorunda kalmışlar. Bugün ne kadar cinsiyetsizliğin özgürlüğünü savunarak kendilerini zafer kazandıklarını iddia etseler bile bilinç altında yatan gerçekleri araştırmak ve ortaya koymak için ortaçağadan beri kadınlara atfedilen yargılamalara bakmak lazım.

Queer yazarlık

“Queer” kavramı yine batıdan gelen bir kavram. Queer yazarlık, Queer moda, Queer sanat gibi konular da var. Bu teoriye göre genel kabul görmüş sabit cinsel kimliklerin dışında, genel çerçevede cinsellik, toplumsal cinsiyet, kadın ve erkek gibi tanımları da sorgulamamız gerektiğini savunan bir kavramsallaştırma. J.K. Rowling’in veya diğerlerinin neden kısaltma kullandığını anlayabildik mi? Özgürleştirici bir kimliksizliğe neden ihtiyaç duyar insanlık. Oysa ihtiyacımız olan insanlığın ruhunu yücelterek; maddi ve manevi doyuma ulaşmaktır. Toplumu hızla cinsiyetsiz bir çöküşe doğru sürüklemek kimseye bir şey kazandırmaz. Kadın ve erkek birbirlerini tamamlayan iki mükemmel cinstir ve bunun dışında bir şey aramak topluma bir katkısı olmayacaktır. O yüzden hanımlar isimlerinizi rahatlıkla yazmalısınız. (bu haftaki dış dünyadan www.bbc.com sayfasındaki bir haberden yola çıkılarak hazırlanmıştır)

ARTI – EKSİ

Kültür ve sanat bilincimizi diri tutar

NewYork’ta 60’lı yıllarda baş dansçısı olan balerin Martha Gozales ileriki yaşlarında Alzheimer hastalığına yakalanıyor. O yıllarda en çok dans ettiği oyun olan Tchaikovsky’nin müziği çalınıyor. Tekerlekli sandalyede olan Gozales bir anda canlanıyor ve olduğu yerde müzik eşliğinde dans etmeye başlıyor. Aynı sahnedeymiş gibi yüz ifadesini takınıyor ve ellerini, başını müziğin eşliğine bırakıveriyor. Muhtemelen o anları yaşıyor. Müziğin ve dolayısıyla sanatın insan bilincini diri tutmaya ve hatıraları canlandırmakta bir etkisi olabileceğini düşünmek çok da afaki olmasa gerek. Ancak milletlerin hafızasını aktarmak konusunda kültür ve sanatın bir araç olduğunu artık bilimsel araştırmalar kanıtlıyor. O yüzden sömürgeci milletler ilk defa gittikleri ve istila ettikleri coğrafyaların kültürel hazinelerine el koyarlar. Öte yandan bir başka dansçı adayı Nijeryalı balet çocuk yağmur altında çamurun üstünde mutlulukla dans ediyor. Bunun video paylaşımını bulabilirsiniz sosyal medyada. Söylenene göre bu çocuk ABD’den bale bursu almış.  Zerre sevinemedim ve hatta üzüldüm. Batı tarafından lime lime edilmiş bir ülkenin, batının silahı olan, ona ait bir kültürle asimile edilmesine gönlüm razı olmadı. Evet çocuk dans etmekten keyif alabilir elbette bunda tuhaf olan bir şey yok. Ama Nijeryalı bir çocuk neden bale yapmak istesin. Yokluk ve sefaletten bezgin bu halk kendi kültürüyle baş başa bırakılsa, hatta tümüyle batı ellerini bu topraklardan çekse ve Nijeryalı bu çocuk halkının dansını bize gösterse daha sahici olurdu. Bu çocuğun elinden kimler tutmaya karar vermiş ? Bunun için ne bedeller ödeyecek? Nijeryalı olarak kendini tam olarak oraya ait hissedecek mi? Ben bu habere sevinemedim doğrusu. Olaya pembe gözlüklerden sanat, kültür aşkına bakmak isterdim ama bunun böyle olmadığını da biliyoruz değil mi? Kültür ve sanat bilincimizi diri tutar. Ancak bilinçli bir seçim çareszilikte gerçekleşmez. Çaresiz bırakılan insanlar seçim yapmaya itilirler. Evet sanatı yanıbaşımızdan hiç eksik etmeyelim. Bu bizi ayakta tutacaktır. Evet ve fakat önce kendimize ait kültür ve sanatın değerini keşfedelim.

TÜM MAZLUMLARIN SIĞINAĞI

Topkapı Sarayının Bab-ı Hümayun adı verilen kapıların sağ ve solunda yer alan tek satırlık kitabelerde ““Es-Sultân-ı zıllullâhi fi’l-arz, ye’viileyhi külli mazlûmîn” yazar. Peygamber efendimizin “ Sultan, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Bütün mazlumlar ona sığınırlar” sözünü taşa işlemiş olan Osmanlı, Türk milletinin felsefesini, düşünce ve anlama biçimini bize aksettirmiştir. Bizler çoğu zaman oralarda gezerken; ne güzel hat, sanat eseri falan diye bakarız ama içindeki derin anlamı anlamakta çok uzaklarda kalırız. İki gün önce Büyükelçiler toplantısındaki konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği bu söz milletimizin anlayışını insanlığa bakışını yansıtmaktadır. O yüzden Osmanlı Devletine İmparatorluk demek de büyük gaftır. Emperyal; sömürgeci bir devlet aklıyla hareket etmemiş olan bu büyük devlet aklı tüm mazlumları sinesine alacak bir olgunluk ve ferasetle kucak açmıştır. Yeryüzüne halife kılınan insana yaraşır tavırla hareket etmiştir. Şimdi Sultanlık devri bitti ama yönetim şekli ne olursa olsun anlayış değişmez. Türk milleti yine mazlumların sığınağı prensibiyle bağrına savaş mağdurlarını, mazlumları; sömürülen ülkelerin yardım çığlıklarını ve elbette batı dahi olsa hasta yatağında çaresizlere solunum cihazı gönderecek kadar herşeyi yerli yerine koyan yani adil olan bir millettir. Sadece bu basireti devletten beklemeyeceğiz. Biz de kendi evimizin önünü süpüreceğiz. Kim bilir nerelerde ne viranelerde yardım eli bekleyen insanlar var. Bizim yapacak hiçbir şeyimiz yok diyemeyiz. Zira her mazlumun ahından zerre dahi sorumluyuz.