İKİ NASİHAT...

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Ramazan geldi. Umarım hakkını vererek dolu dolu ve ruhuna uygun bir ramazan ayını daha idrak ederiz.

Ramazan geldi. Umarım hakkını vererek dolu dolu ve ruhuna uygun bir ramazan ayını daha idrak ederiz. Bu vesileyle benim de aklıma öğrencilik yıllarım geldi, yüksekokul da okuduğum yıllar... Anlatacaklarım bir ramazan ayında geçtiği ve bugünden itibaren yaşayacağımız günlerin ruhuna da uygun düşeceği için, o günlere ait bir hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum...

Dört kişi birlikte iki katlı bir evin giriş katında kalıyoruz. Selam sabahımızın olduğu, derslerimize giren, biraz da kişiliğine saygı duyup sevdiğimiz Sivaslı bir hocamız vardı. Zara ilçesinden. Öğrencilerle arası da iyiydi. Beni de severdi. Ramazan ayının ilk hafta sonu bana; "Sezai, bu hafta sonu iftarı siz de yapalım. Malzemeleri de ben alıp geleceğim. Yemeği de siz yaparsınız" dedi. Canımıza minnet, itiraz etmedim; "Tamam hocam, biz de seviniriz" dedim. Arkadaşlara da söyledim, sevindiler.

Efendim hafta sonu iftardan bir saat kadar önce hoca ellerinde poşetlerle geldi. Hatta ekmeğe kadar almıştı. Yemeği karınca kararınca yaptık. Zar zor iftara yetiştirdik. İftarı açtık. Ardı sıra çayımızı içerken hoca; "Arkadaşlar bugünün anısına sizlere nasihat olsun diye bir iki cümle söyleyeceğim, daha doğrusu iki nasihat. Sonra kalkmam gerekiyor" dedi. Önce yemek için teşekkür etti, biz de ona teşekkür ettik tabii.

Ardı sıra; "Allah insanları neden sever biliyor musunuz? Daha çok sandığınız gibi aklı dolayısıyla değil, iyi hasletlerinden dolayı. Çünkü aklı kötü işlerde kullananlar da var. Sonra bilirsiniz hayvanlar da yer içer, gezer tozar, yatar, kalkar, uyur, yavru yapar, çiçek, ot koklar. Kendilerini, yavrularını koruma güdüleri vardır. Yani, neredeyse biz insanlar ne yapıyorsak aynısını onlar da yapar değil mi? Bu yüzdendir ki bana sorarsanız bizi onlardan ayıran en belirgin özellik iyi, faydalı işler yapmak, ihtiyaç sahibi insanları, fakirleri, garibanları, öksüz ve yetimleri gözetmek, korumak kollamak. Hem maddi hem de manevi yönden. Eğer bunu yapmaz isek geriye et yığını bir insan olarak kalırız. Peki Allah da bizleri geriye kalan bu et yığını için mi sever sizce? Niye sevsin ki o halimizi. Sevmez emin olun. Öyle bir durumda hayvanlar insanlardan daha faydalıdır çünkü onların etinden, sütünden, derisinden faydalanılır! Ya insanın eti, kemiği ne işe yarar?" dedi.

Cümlesi biter bitmez, müsaade isteyip çayları tazeledik, meyve tabağı da getirdik. Sonra hoca devam etti; "Arkadaşlar ikincisine gelince bu da çok önemli bir husus. Çoğumuz farkında olmadan bunu atlarız. O da şu; bir şey isterseniz direkt Allah’tan isteyin, açın ellerinizi ona dua edin. Hem böyle yaptığınızda daha az incinirsiniz. Direkt ondan isteyin ki, o sizin yardım umduğunuz kişiyi ya da ummadığınız kişiyi ihtiyacınızın görülmesi için bir şekilde ayağınıza yollar, işinizin görülmesi için onları vesile kılar. İşiniz de böylece görülür. Bir de kalpler Allah’a bağlıdır. Dilediği gibi dilediği yöne çevirir. İnsanların, kalbine, aklına sizi düşürür. İşin diğer boyutuna gelince; o insanlar, yardım beklentilerinizi yerine getiremezler ise ona da üzülürsünüz. Hepimiz insanız sonuçta; 'abim bana bunu yapmadı, akrabam şunu yapmadı, arkadaşım beni düşünmedi, talebimi görmezden geldi vb' gibi olumsuz bazı düşüncelere kapılıp, ardından da o insanlarla karşı tavır koyabilir böylelikle ilişkilerimizi de incitebiliriz. Hem o haliniz Allah’ın gücüne de gider, asıl istemeniz gerekenden yardımı istemediğiniz için. Hasılı, beklentiniz insanlardan ne kadar az olur ise üzüntünüz de o denli az olur." dedi. Sonra da müsaade istedi ve sevgili hocamızı hep birlikte yolcu ettik.

Diğer arkadaşlarımı bilmem, lakin o nasihatların üstünden yıllar geçti ve hocanın bir ramazan günü o iftar sonrası bizlerle paylaştığı yukarıdaki cümleleri benim kulağıma hep küpe oldu. Ve o gün bizlere dediklerini üstünden geçen onca yıla rağmen asla unutamadım. Bahsettiği kimi hususların doğruluğunu da zaman zaten bana gösterdi.

Diğer bir konu, geçen hafta içi, bir öğlen yemeğinde gittiğim esnaf lokantasında masama liseli bir genç geldi ve oturdu. Tepsisinde bir tek pirinç pilavı ve ekmek vardı. Ekmekle pilav yediğini gördüm. Ömrümde ilk kez fiili olarak böyle bir manzara ile karşılaştım. Sandım başka bir yiyecek daha gelecek. Biraz bekledim yok gelmedi. O an için gereğini yaptım, fakat yediğim yemek gene de boğazıma durdu. Fena halde üzüldüm. Ya görmediklerimiz, bilmediklerimiz. Bu insanlar aramızdalar. Onlar da bu memleketin çocukları, evlatları. Bu kadarı olmasaydı keşke!

Ha, bu meseleyi ramazan geldi diye söylemiyorum. Çalışma arkadaşlarımla da paylaştım o gün bu durumu. Etrafa biraz daha iyi bakalım, elimizden geleni yapalım anlamında. Diyeceğim bu yazıma denk geldi. Ama bu tür manzaralar daha fazla var ise 'vay bizim insanlığımıza', halimize! Bu manzara hiçbirimize yakışmaz. İflah da olmayız bu tür manzaralar olduğu sürece. Mesele, bir insanın karnını doyurması yahu! O insanları alıp, kendi nüfus kütüğümüze kaydetme meselesi değil! Bu vesileyle ramazanda yardım kolileri vb. gibi yardımları yurt dışına taşıyan sivil toplum kuruluşlarına da sesleniyorum; önce bu memleketin insanlarına o kolileri taşıyın, yardım edin. Daha sonra yurt dışındaki ihtiyaç sahiplerini düşünün lütfen! Sağlıcakla kalın...