İDEOLOJİK KİŞİLİK

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Antik Yunan Filozofu Eflatun'un 'idea' düşüncesine dayanan ideoloji kavramı; bireylerin yaşam deneyimlerinden hareketle belirli bir görüşü, inancı, hayat tarzını benimsemeleri, bu düşünce ve davranışlara yönelmeleridir.

“…Türkiye, çok güzel bir ülke. Doğası harika. İnsanları sıcak kanlı, misafirperver. Ancak birbirlerine karşı sanırım öyle değiller. Türkiye’de insanların, durmadan birbirleriyle uğraştıklarını, farklılıklarını derinleştirdiklerini ve giderek ideolojik kişiler olduklarını düşünüyorum…”

Vaktiyle doktora sonrası araştırma projesi için gittiğim Londra’daki üniversitede kültürlerarası ilişkiler psikolojisi profesörü Hocamız, her öğrencinin, yanındaki arkadaşının ülkesini yorumlamasını istemişti. Yukarıdaki görüş, yanımdaki öğrencinin, Türkiye konusundaki düşünceleriydi.

Antik Yunan Filozofu Eflatun’un ‘idea’ düşüncesine dayanan ideoloji kavramı; bireylerin yaşam deneyimlerinden hareketle belirli bir görüşü, inancı, hayat tarzını benimsemeleri, bu düşünce ve davranışlara yönelmeleridir. Bu yönelimin süreklilik kazanması ve zamanla koyulaşması bireyde belirli bir tarafı temsil eden ideolojik kişiliğin yerleşmesine neden olur.

İnsanın taraf olduğu bir düşünceye sahip olması, arzu ettiği yaşam biçimini, duygu, düşünce ve davranışlarıyla başkalarına zarar vermeden temsil etmesi normaldir. Bu, demokrasinin de gereğidir. Normal olmayan; benimsenen ideolojinin, zamanla adeta zehirlenerek keskin uçlara yönelmesi, gözleri kör, kulakları duymaz hale getirecek düzeyde koyulaşması, şartlar ne olursa olsun tekrar etmesi, bütünsel bakışı zayıflatmasıdır. Normal olmayan; masumane bir tarafın, tartışılmaz politik amaçlara, mutlak söylemlere, dogmatik kalıplara, milli duygulardan alt kimliklere kaymaya, örgütlü bir takıntıya, önyargılara kısacası ideolojik bir kişiliğe dönüşmesidir.

ÖTEKİNİN DÜŞMANI

Psikolojinin tarif ettiği ideolojik kişilik; bireyin, düşünce ve eylemlerinde genel geçer doğruları ve bütünün objektifliğini yitirmesi, bir tarafa bağımlı olması, iradesini bir ideolojinin emrine vermesi, kendisine empoze edilen düşünce kalıplarını kritik etmeden savunması ve bunu, kişiliğinin bir parçası haline getirmesidir. ‘Ben’ merkezci bu duruşun en önemli davranışsal sonucu, bireyin öteki görüşlere ve ideolojilere duyarsızlaşması hatta ötekine düşmanca bir tutum geliştirmesi ve ötekini yok saymasıdır. Toplumsal bir canlı olan insanın, birlikte yaşama ihtiyacının sonucu olan ideolojiler, bireyin hür iradesini sınırlandırdığı, yönlendirdiği ve tek tipe dönüştürdüğü oranda insana ve topluma zarar verir.

Araştırmalar; ideolojik kişilik gelişiminde anne -baba ve yakın çevrenin etkili olduğunu, günümüzde modern kapitalizm ve dijital çağın etkisinin de arttığını ortaya koyuyor. Zira rasyonaliteyi hayatın merkezine koyan modernitenin ürettiği mutlak doğrulardan biri olan ideolojiler, insanın gerçeğe ulaşma bilincini bugün daha fazla zayıflatmıştır. Dolayısıyla hangi yönde olursa olsun ideolojinin, insan bilincini ve psikolojisini olumsuz yönde etkilediği açıktır. Batı medeniyetinin, Doğu toplumlarına ideolojik insan modelini ihraç ederek birey ve toplumların iradelerini yönlendirmede başarılı olduğu bilinmektedir.

Böylece öz amacı, bireyin ve toplumun refahı ve mutluluğu olması gereken ideolojiler; fert ve toplum düzeyindeki bölünmeyi, ayrılığı, birbirini alt etmeyi, kavgayı ve şiddeti körükleyen güçlü bir manivelaya dönüşebiliyor. Daha da önemlisi, ideolojik kişilik; zamanla bir çıkmaza ve saplantıya dönüşerek, bireyin kendisine ve temsil ettiği ideoloji dışındaki dünyaya, insanlara, görüşlere saygısını yitirmesine yol açıyor. Çünkü ideolojik saplantı; soru soran bilimden, diyalog ve tartışmayı öneren felsefeden, hoşgörüde ısrar eden dini duygudan bizi uzaklaştırıyor.

BÜTÜN İÇİN NE YAPIYORUZ?

Zaman ve şartlar değişse de son yüz yıldır toplumumuz üzerinde oynanan oyunlar, farklı senaryolarla devam ediyor. Türk - Kürt, Alevi - Sünni, laik - anti laik, muhafazakâr - yenilikçi… Toplumun hassas sinir uçları, yeni senaryolarla bir daha uyarılıyor. Videolu gösterimler, siyasi provokasyonlar, şaibeli cinayetler…. Küçük bir olayda bile insanların, çoğu zaman konuyu irdelemeden sosyal medyada ait oldukları taraf adına yoğun bir mücadeleye girmeleri ve kutuplaşmaları bunun göstergesidir. 

Bir düğmeye basılmış gibi toplumsal kavga körükleniyor, insanların sokaklara dökülmesi için türlü yollar deneniyor.  Şiddet için sokağa dökülmenin çözüm getirmediğini öğrenen bu millet yeniden zorlanıyor.

Toplumumuzda yaşananlar, birey ve toplum olarak ideolojik kişilik konusunda giderek derinleştiğimizi ve keskin taraflara yöneldiğimizi, kutuplaştığımızı düşündürüyor. Yüzünü batıya dönen ama kendi öz kültürünü koruma derdinde olan ülkemiz insanının, ideolojik kişilik girdabına kapılmaması için her zamankinden daha uyanık olması ve sağduyuyu elden bırakmaması elzemdir.

Şanlı bir geçmişi arkasına alarak kurulan genç Cumhuriyetimizin, yüz yılda aldığı yolu çok iyi etüt etmeliyiz. Toplum olarak hızla gelişerek yol almamız gereken konuların olduğu bir gerçektir. Kendi içimizde ve dünyada ulaştığımız önemli kazanımlarla yetinmeyip çok çalışmak ve üretmek zorundayız. Konumu ne olursa olsun hepimize önemli görevler düştüğü açıktır.

Koyu tarafgirlik, birbirimizle uğraşmak, kendimizi inkâr etmek, diğer görüşlere kendimizi kapatmak, irademize sahip çıkmamak gibi takıntıları aşmak zorundayız. Israrla dayatılan ‘Ben’ odaklı ideolojik kişilik saplantısına girmeden Türkiye Cumhuriyeti Devleti için neler ürettiğimize bakma zamanıdır. Çeşitli oyunlarla oluşturulan puslu havanın yol açtığı toplumsal iletişimsizliği, önyargıları, şiddet eğilimlerini aşmak zorundayız.

İleri teknolojinin insani değerleri sınırladığı, uzayda yolculukların başladığı, güç dengelerinin değiştiği, dünyanın yeniden şekillendiği, uydu devlet arayışlarının yoğunlaştığı ve bilimsel araştırmaların baş döndürücü hıza ulaştığı gelişmelerin neresinde olduğumuza kafa yorma zamanıdır. Toplum olarak dünyaya sesini duyuran bir güç ve marka olma idealinde aldığımız yolu, geliştirerek sürdürmek zorundayız. Bunun için her vesileyle öne çıkardığımız tarafımızın koyuluğunu, birbirimizle mücadeleyi, farklılıklarımız ve ayrılıklarımızla uğraşmayı bırakmalıyız. Bunun yolu ise ortak bölenimiz olan devletimizi, ideolojimizden yukarıda tutmaktır. İrademizi, ideolojimize kurban etmemekten söz ediyoruz. Sınırlarımızın ötesinden Türkiye’ye bakıldığında birbiriyle uğraşan insanlar manzarası vermemekten söz ediyoruz.