HER ŞEYİ NASIL BİLİYORLAR!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Ne söyleyeceğini, RTÜK açısından sorun çıkartmayacağı bilinen, stüdyoda olmayan kişilere cevap hakkı doğuracak şeyler söylemeyecek ve ayrıca reyting ve sosyal paylaşımlar için gerekli olan stüdyo içi gerilimi sağlayan isimler, "her şeyi bilen" olma vasfını kısa zamanda elde ediyorlar.

Yazının başlığını oluşturan soru, aslında içinde bir ön kabûl de taşıyor. Ön kabûl şu: Her şeyi biliyorlar. Dolayısıyla meselenin yanlışlığı çok daha derinlerde. Televizyon kanallarının bol konuklu "tartışma" programlarında arz-ı endam eden konuklardan bâzıları hemen her şey hakkında konuşabiliyor. Konukların kanala ulaşımı hâricinde herhangi bir prodüksiyon masrafı gerekmediği için televizyon kanalı açısından çok kârlı bir program türü olan bu "tartışma" programları, seyirciler açısından da "duymak istediği şeyi söyleyen kişiyi seyretme" işlevine sâhiptir.

Ne söyleyeceğini, RTÜK açısından sorun çıkartmayacağı bilinen, stüdyoda olmayan kişilere cevap hakkı doğuracak şeyler söylemeyecek ve ayrıca reyting ve sosyal paylaşımlar için gerekli olan stüdyo içi gerilimi sağlayan isimler, "her şeyi bilen" olma vasfını kısa zamanda elde ediyorlar. Dahası, bu vasfı o kadar kısa zamanda benimsiyorlar ki, "herb.kolog" türündeki eleştirilere kulak asmıyor.

Bir bölümü "akademisyen" titrine sâhip bu kişiler, bir süre sonra akademik uzmanlık konularıyla hiç alâkası olmayan konularda bile "ayaküstü makale" sunabiliyorlar. Hakemlik yaptıkları akademik çalışmalarda puan kırmak için kılı kırk yarıyorlar, kullanılan ikinci kaynakları dikkate almıyorlar ama sıra, ekranda konuşmaya gelince teyit edilmemiş hatta tekzip edilmiş sosyal medya paylaşımlarını iddialarına destek yapabiliyorlar.

Akademisyen olmayanlar ise "araştırmacı-yazar" veya “uzman” gibi etiketlerle ahkâm kesiyorlar. Kendi yazdıkları kitapları kendi iddialarına kaynak gösteren bu "bilmişler", bırakılsa saatlerce konuşma becerisine sâhiptir. Neyse ki moderatörlerin kulağına gelen "reklam arası" uyarısı, sözlerini bitirmek için imdâda yetişiyor.

Mârifetsiz iltifat

"Mârifet iltifata tâbidir. Müşterisiz metâ zâyidir" diye bir söz vardır. "Her şeyi bilenler" ise mârifet göstermeseler de iltifat görüyorlar ve programa çağrılıyorlar. Bâzıları da dâimî konuk olarak ücret alıyor. Kanal ve konuk açısından "veren râzı, alan râzı” durumu var. Neticede yayın saati doluyor.

Ücretli ya da ücretsiz konuk olarak dâvet edilenler, "bilmiyorum" deyip sonraki dâvetlerin önünü kapatmak istemiyorlar. "Bu konuda bilgim yok" diyecek durum olduğunda ya "Ben yurt dışındayken" ya da kafadan attığı belli olmasın “şimdi adını unuttum” dediği ama gerçekte mevcut olmayan birinin doğal olarak var olmayan yayınına gönderme yapıp "bir kitapta okumuştum" diyerek vaziyeti kurtarıyorlar.

Boş tenekenin çok ses çıkarması seviyesinde her şeye söyleyecek bir lafı olanların gördüğü ilgi ve iltifâtın en temel sebeplerinin başında, "her şeyi bilme" eleştirilerine kulak asmayacak kadar "geniş" olmaları bulunmaktadır. Bu iltifâtın kanal açısından sebebi ise "ne konuşacağı bilinen konuk" olmalarıdır. O kadar ki, bâzı tartışma programlarındaki konukları gördüğünüzde ne söyleyeceklerini meâlen tahmin etmek, neye nasıl itiraz edeceklerini önceden kestirmek mümkündür. Hele kanal kanal gezenlerin söyleyecekleri hakkında tahminin ötesinde emin olmak bile mümkündür.

Mesela “Şimdi öncelikle şunu bilmemiz lâzım” ya da “Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki” diye başladıkları konuşmalarının nasıl devam edeceği bilmek, “tekrar” tuşuna basılmış CD çalar gibi, çok da zor olmuyor. İltifat ve takdir almak bir yana, olumsuz yaftalamalara hedef olmalarına rağmen bu yaptıkları düşünülünce, mârifete ulaştıklarına neler yapabileceklerini tahmin etmek ise çok zor oluyor.

“Solist” veya “fenomen” tartışmacılar

“Her şeyi bilen” bu isimler âdeta artık örneği kalmayan gazinolarda sahne alan solistler gibidir. Gazinoların popüler olduğu günlerde, solistler ve assolistler, dolmasını garanti edecekleri masa ve dinleyici sayısına göre ücret alırdı. Buna bugünkü ifâdeyle “izlenme oranı” (reyting) diyebiliriz. Bu solistlerin, bugünkü İngilizce kökenli tâbirle “fan” veya sosyal medya tâbirileriyle “tâkipçi” diyebileceğimiz hayranları vardı. Bu hayranlar, sevdikleri şarkıları dinlemek için o solistin veya assolistin sahneye çıktığı gazinolarına giderlerdi. Assolist şarkısını söyler, hayranlar dinler, seyreder alkış tutar eğlenirdi. Ama dinleyiciler hangi şarkıyı isteyip isteyemeyeceğini bilir ve her solistten her şarkıyı istemezler, istememeleri gerektiğini bilirlerdi. Kısacası bir seviye, bir edep vardı.

Günümüzde gazinolar kalmadı ama sosyal medya var. Artık insanlar sevdikleri ünlüleri sosyal medya üzerinden tâkip edebiliyor. Onların paylaşımlarını hiç okumadan beğenen ve paylaşanların sayısı hiç de az değildir. Ünlü kişiler tâkipçilerinin tatmin etmek ve unutulmamak için sürekli paylaşım yaparlar ve bunlar profesyonel sosyal medya uzmanları tarafından yönetilen hesaplardır.

Sahne almayan solist, albüm çıkarmayan şarkıcı, paylaşım yapmayan “fenomen” nasıl unutulacaksa, bu “her şeyi bilenler” de her programa çıkıp her konuda konuşma yapmak, bir anlamda “paylaşım” yapmak zorundadır.

Eleştirdiğini yapmak

Kadim bilgeliklerde “ayıpladığın yanlışı yapmadan ölmezsin” diye bir inanış vardır. Ne tuhaftır ki, ekran bilmişlerinin konuştukları konular arasında sosyal medyanın yanlış kullanımı, bilgi kirliliği gibi başlıklar da vardır. Yâni bir başka deyişle katkı yaptıkları bilgi kirliliğini eleştirirken hiç de yüzleri kızarmaz. Dedikoducuların “ben dedikoduyu hiç sevmem” demesindeki samimiyetsizlik gibi, bu kişiler böyle davrandıkları sürece Z Kuşağı’nın tâkip ettiği fenomenlerden bir farkları olmadığını anlayana kadar “koca koca adamlar”ın ekranları doldurmasına daha çok şâhit olacakmışız gibi geliyor.