HAYATIN SÜKUNETİNİ ÜRKÜTMEMEK (1)

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Light Phone şirketinin yöneticisi Kaiwei Tang, çok fazla insanın akıllı cep telefonları tarafından yönetildiğini söylüyor.

Psikolog Przemek Olijniczak bundan beş yıl önce akıllı telefonunu atıp yerine daha sıradan ve basit bir cep telefonu markası satın alırken, pil ömrünün daha uzun olmasını öncelemişti. Fakat kısa sürede bu telefonun başka üstün yanları da olduğunu fark etti. Bu konuya dair de; "Değiştirmeden önce sürekli telefona yapışık yaşıyordum. Her şeyi her an kontrol ediyor, Facebook'ta ya da haberlerde ya da bilmem gerekmeyen başka konulardaki bilgiler arasında dolaşıp duruyordum" diyor: "Şimdi kendime ve aileme çok daha fazla vaktim var. Bir şeyleri beğenmeye, paylaşmaya, üzerine yorum yapmaya ya da hayatımla ilgili detayları başkalarına duyurmaya bağımlı olmamak büyük bir kazanım. Şimdi özel hayatım daha çok bana ait." diyor...

Light Phone şirketinin yöneticisi Kaiwei Tang, çok fazla insanın akıllı cep telefonları tarafından yönetildiğini söylüyor. Tang "Uzaylılar dünyaya gelse, cep telefonunun insanları kontrol altında tutan bir üst canlı türü olduğunu düşünebilir" diyor ve ekliyor: "Ve bu burada durmayacak. Daha da kötüleşecek. Tüketiciler bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmeye başlıyor." Oxford Üniversitesi'nden Teknoloji uzmanı Profesör Sandra Wachter bazılarımızın daha basit cep telefonlarına dönmek istemesinin çok anlaşılır bir şey olduğunu düşünüyor: "Şu anda akıllı bir telefonun telefon etme ve mesaj yollamasının artık yan özellikler haline geldiğini söylemek yanlış olmaz. Akıllı telefonunuz sizin vakit geçirme aracınız, akıllı telefonların bildirimler, güncellemeler, son dakika haberleri ile sürekli olarak 'dikkatinizi çekmek' istediğini ve sürekli günlük hayatınızın içine sızdığını ve bu sizi sürekli huzursuz hatta tedirgin edebilir. Bu çok fazla gelebilir" diyor.

Yukarıdaki bilgiler iş dünyası muhabiri Suzanne Bearne tarafından Mart 2022 tarihinde BBC News Türkçe için yapılmış bir haber ve oradan yaptığım kısmi alıntılardan ibaret. Eski model 'akılsız' diyeceğimiz türden telefonların neden tekrar cazip hale geldiğini ve kısmen gerekçelerini de açıklayan bir haber içeriği. Görüşler... Demek ki, eski tür çok da 'aptal' olmayan lakin çok akıllı da olmayan bir telefon ile yaşayabilenler günümüzde de halen varmış! Tüm bunları geçen hafta bir haber sitesinde okuyunca, aklıma yıllar önce yaptığım bir söyleşinin hikayesi ve muhatabı geldi. Karşılaştığım ilginçlikler dolayısıyla, -şimdilerde biraz pişman olsam da- bir vakitler o kişiye karşı içimden; "Bu devirde bu kadarı da olur mu be hocam, seninki de nasıl bir iş böyle!" diye geçmişti...

O kişi Türkiye'de ünlü bir Arkeolog aynı zamanda da bir akademisyendi. Ayrıca Türkiye'den, eskrim dalında Berlin'de dünya olimpiyatlarına katılan ilk Türk hanım sporcu unvanına da sahipti. Bir paşa torunu, bir ateşe kızıydı. Prof. Halet Çambel'den bahsediyorum. 2010 yılında kendisiyle bir söyleşi yapmış, ardından da onu 2011 yılında Fide yayınlarından çıkan; 'Sormak Lazım' isimli bir kitabımın içerisinde bu söyleşiyi de yayımlamıştım.  

Merhum Halet Hanıma da o söyleşi için, zar zor ulaşabilmiştim. Bu işin suçlusu ise; yukarılarda bahsi de geçen 'akıllı' ve 'akılsız' o cep telefonları idi! Çünkü Halet Hanım cep telefonu kullanmayan biriydi. Yalısındaki sabit ev telefonu ve üniversitedeki irtibat telefonu onunla iletişim kurmanın tek yoluydu. Oralardan da ara ki Halet Hanıma ulaşasın!  Ulaşmak o kadar uzun sürdü ki; onu tanıyan birkaç kişiden bu konuda yardım dahi istedim. Halet Hoca yerinde pek durmayan biriydi de, sürekli sağa sola gidiyordu. Kazılar, Adana, Karatepe, konferans ve benzeri diğer işleri arasında mekik dokuyup durduğundan...

Üstelik bu hanım İstanbul, Arnavutköy/Kuruçeşme'de, o ünlü 'Kırmızı yalı' içinde oturan biriydi de. Ha, tahta veya ahşaptan yapılmış olan o yalı içinde, odun sobası ile ısıtma sağlanıyordu bir de. Giriş katında Halet Hanıma yardımcı olan bir karı koca hizmetli vardı, onların oturduğu giriş katında gözüme bir kenara yığılmış odunlar da ilişmişti. Çok yadırgamıştım bu gördüklerimi. Üç defa Halet Hanımın yanına, o yalısına bende gidip geldim. Sonraları da dört veya beş kez telefonla görüştük. Hepsi o kadar. İlk gidişim tanışmak ve babamla olan hatıralarını yad etmek amaçlıydı. Geçmişte babamla işleri dolayısıyla biraz da mecburen muhatap olmak durumunda kalmış olan birisiydi. İlerleyen paragraflarda paragrafta bu konuyu biraz daha açacağım. Dolayısıyla babamla bir takım anılarının olduğunu da biliyordum. Abim, aile efradı ve etraftan bu durumu bana anlatanlar da olmuştu.

Halet Hanım neredeyse 60 yıla yakın bir süre bizim oralarda emek harcamış, gelip gitmiştir. Aklı fikri hep orada olmuş biridir. İnsanlar, arkeolog olarak önemli bulgular elde ettiği o yerleri, yöreleri tanısın, destek olsun, gündeme gelsin diye Kadirli'ye Aşık Veysel'i dahi davet etmiş, onu kazının olduğu Karatepe'ye kadar da getirmiştir. Bu konuyu net biliyorum. Nerden derseniz, yaklaşık 40 yıldır İngiltere'de yaşayan Cemil abim, geçmişte bana Aşık Veysel'in en az beş altı gün Kadirli de kaldığını, kendisinin o vakitler dokuz yaşında olduğunu söylemiş, ardından da Aşık Veysel' ile olan bir hatırasını da şu şekilde bana aktarmıştı; "O yıllarda Bağ Mahallesindeki bir ortaokulun geniş bir arazisi vardı. O arazi içinde iki katlı geniş bir evde de biz oturuyorduk. Rahmetli babam bir gün Aşık Veysel'i bizim o evimize getirdi. O gün bizde yattı. Hatta diğer gün evimizde, onunla birlikte bir fotoğrafımızı da çekti. Resmin arka fonunda da o ortaokulun bahçesi, avlusu görünüyordu yanlış hatırlamıyorsam. İkinci gün de bizde kaldı sanıyorum. Halet Hanımda sürekli kasabaya geldiğinde bizim eve gelir gider, dükkana babama da uğrardı." Ben bu hatıraları aile arasında ve eskilerde konuştuğum için, bu konuda emin olmak adına bu yazıyı kaleme aldığım günlerde (birkaç gün önce) teyit amaçlı bir daha abim ile görüştüm. Ve tekrar doğruladı yukarıda size aktardıklarımı...

Diyeceğim o ki; Halet Hanım oraları o denli sevmiş ki; bizim yörelere ait bir 'Kadirli Dağ Kolları Türkmen Ağzı' sözlüğü hazırlanması konusunda öncülük etmiş. Günümüzde sağda solda pek kullanılmayan o Türkmen ağzı sözcükleri bir bir toplatmış, derletmiş, en sonunda 2008 yılında Ahmet Türkmenoğlu ile birlikte o derlemeleri kitap haline getirtmiş. İlgili kitabın önsözünü de bizzat kendisi yazmış. Yöreye ait bir fıkra kitabı bile derletmiş kendi adıyla...

Diğer iki ziyaretimin sebebine gelince, onlarda kendisiyle yapacağım bir söyleşi kaynaklıydı. Kendisi vakti zamanında arkeolog asistanı olarak bizim oralar da diyebileceğim bir muhitte (Karatepe'de) arkeolojik kazı ve araştırmalar yapmak için görevlendirilmişti. Rahmetli babam da o sıralarda kasabanın tek kurumsal fotoğrafçısı tabi. Dükkanı varmış. 1962'lı yıllardan sonra ikinci bir kişi fotoğrafçı dükkanı açmış (Foto Talat). Bu esnalarda Halet Hanım da işi gereği Adana/Karatepe kazılarında yaptığı çalışmalar sonucu elde ettiği bulguları bir takım tarihi eserleri veya kazıya dair bazı yerleri fotoğraflayarak işiyle ilgili gerekli yer ve kurumlara iletmek anlamında sıkıntı çekiyormuş. Yarınki köşe yazımda yine bu konuyu işlemeye devam edeceğim. Hayırlı Ramazanlar...