HAYATA KARŞI MİZAH YAPIN

Ümit G. CEYLAN 25 Şub 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Biz insanlar yaradılış itibariyle düşünen ve düşündüklerini davranışa döken varlıklarız.

Biz insanlar yaradılış itibariyle düşünen ve düşündüklerini davranışa döken varlıklarız. Bir makine gibi durağan ve tepkisiz değiliz. Ömrümüz boyunca acıyı da tatlıyı da yaşayan, zaman zaman ferahlık içinde kimi zaman sıkıntı ve zorluklar içinde her iklimi her mevsimi gören iyi ya da kötü duygusunda izafi olan fakat asla monoton olmayan varlıklarız. Bir deyişle karmaşık ama anlaşılmak istenen canlılarız. Toplumsal bir varlık olmamız sebebiyle mutluluğu ve huzuru da yine toplum içinde buluruz. Birinin yüzünün gülmesi hepimizi gülümsetir. Bizler birbirimizin eksiğini tamamlarız, yanlışlarını bertaraf ederiz.

Gülümsetelim

Toplum nasıl ki inanç, ibadet, ahlaki yaşam ve huzura işaret ediyorsa bu değerlerin sanat ve estetikle buluşması da iyiliğin, güzelliğin ve doğru davranışların yüceltilmesi demektir. Bizim kültürümüzde mizah anlayışı da vardır. Gülmek ve gülümsetmek; tebessüm sadakadır sözüyle inancımızda önemli bir yer tutar. Tabi ki gülümsemek yüzümüzün jest ve mimiklerinin şekil değiştirmesi değildir. Gönül hoşluğunun, başka bir tabirle gönül rızasının yüze aydınlık, göze ışıltı halinde yansımasıdır. Kalbin sevinçle yeşermesi demektir.

Mizah anlayışımız

Türk mizahı belden aşağı esprilere yer vermez. Sulu mizahı kaldırmaz. Edep, adaba aykırı esprilere göz yummaz. Türk mizahı nüktedanlığa dayanır ve hikmet, ibret vesikası taşır. Mizah zekâ gerektiren bir şeydir. Zeki insanlar mizah yapar aptallar ise hokkabazlık. Avrupa’da ortaçağda kralın soytarıları vardı. Güya kralı eğlendirmek, güldürmek için şaklabanlık yapar tuhaf şakalarla efendisini güldürmeye çalışırlardı. Bizim mizah anlayışımız daha çok hayatın zor yanlarını hafifletme çabası içinde eğiten ve terbiye eden en önemlisi de uyandıran bir mizahtır. Eşek şakası diye tabir edilen şey bizde yoktur. Kamera şakası benzeri şeyler batıdan bize televizyon kültürü ile gelmiştir.

Mizah ve iletişim

Gazetecilikte günümüzde isimlendirilen köşe yazarı tabiri yanlıştır. Köşe yazılmaz. Üstatlar gazete yazarlarına muharrir tabirini kullanırlardı. Yazılarında tebessüm ettirecek mutlaka ibretlik hikmete dayandırarak okuyucuyu gülümseten, düşündüren, harekete geçiren yazarlara fıkra yazarları denilirdi. Meddahlar, Hacivat, Karagöz gölge oyunları zamanın sorunlarına işaret ederken elbette mizahı kullanarak izleyiciyi tebessüm ettirirlerdi. Çünkü şuur sadece somut akılda değil, soyut olarak kalpte zuhur ederdi.

Mizah ile eğitim

Anne - baba aile terbiyesi verirken çocuklarıyla mizahi yaklaşımla iletişim kurmaları, çocukları hem daha özgür kılar hem de düşünmeye iter. Tatlı dil ve gülümsetme ile kurulan iletişim kalplere tesir eder. Çocuklar mizahla hayatın meşakkatlerine karşı suratı asık, umudunu yitirmiş bir şekilde değil; umutla, heyecan ve inançla, coşkuyla tebessüm ederek hep birlikte hakkından geleceğine inanırlar. Mizah anlayışını anlamsız bir gülümsetme ile izah edemeyiz. Gülümsemenin ve gülümsetmenin sırlı bir amacı vardır. Nihai amaca doğru operasyonel bir tarafı vardır. Statik, rutin, monoton bir eğitim gerekli verimi sağlayamaz. Küflü lehim teneke tutmaz derler. Atıl beyinler, gereksiz bilgiler, sistemin çarpıklığında bunalan çocukların ruh sağlığı bozulmaktadır. Eğitimciler, anne ve babalar da dahil hayatın mizahi yönünü keşfedip çocukları hayat karşısında güçsüz değil güçlü olmalarına yardım ederler. Mizah yapabilen insan kendisiyle barışık; dünyanın gam ve kederinin gelip geçiciliğini bilen bu yüzden de her şeyden ders çıkartıp bunu mizah kalıbı içinde açıklayabilendir vesselam.

ALES SINAVI

Geçen hafta ALES sınavına girdiğime bin pişman oldum. Geçen senenin Covit-19’dan dolayı ertelenen sonbahar ALES sınavı geçtiğimiz hafta sonu yapıldı. Sınav sonrası sosyal medyadan takip ettiğim kadarıyla herkes binaların buz gibi olmasından şikâyet ediyordu. Evet gerçekten de buzhane gibiydi. Sınav başladıktan sonra mont ile oturmama rağmen tir tir titredim. Haliyle üşümekten durumum vahimleşti ve değil soruları çözmek idrak etmekte zorlandım. Bir yandan üşümekten elim ayağım buz kesti bir yandan bağırsaklarım rahatsızlandı. O gün bu gündür hala ısınamadım. Sınavı geçtim hâlâ hastalanmadığıma üşüyerek geçirdiğime şükrediyorum. Bu konuda neden gereğinin yapılmadığını anlamış değilim. İnsanlara didik didik arama yapıyorlar. Sınava çantanızla gelemiyorsunuz. Sınav yerine nasıl geleceğinizi şaşırıyorsunuz. Yani anlayacağınız bedeller ödüyorsunuz ama ÖSYM buna bir çare bulamıyor. Ne diyelim geçmiş olsun.

SEK SEK

"Oooo do kara do, şim şim şime do. Şaka tuka, şaka tuka erzan do" bir zaman tünelinde çocukluğumuza dönsek, çocukluğumuzun masum oyunlarına. Ne güzel günlerdi sokakta oynamak, ip atlamak, beştaş oynamak, koşmak, saklanmak. Karpuz kabuğundan, kibrit kutusundan, gazoz kapağından oyuncaklar yapmak. Taş bebekler, kağıttan kayıklar. Masumiyet çizgisinde oyun içinde oyun oynardık. Oyun içinde sek sek basarak, çizgide yarılırdık. Sonra anladık ki hayat bir oyundan ibaretmiş.  Oyun ki masumiyet içinde nice tuzaklar, nice uçurumlar, nice gam keder, darlıkta ve zorluklar varmış. Ahhh o çocukluğumuz ve oynadığımız oyunlarımızdaki nakaratlı yakıştırmalarımız. Ritimli tempo tutuşlarımız. Her şeyi hesap edersin ve oyun kurarsın, elde varı unutur, sükutu hayale uğrarsın. Oysa kendini akıllı sanırsın. İnsan nisyan ile illetlidir bilirsiniz. Çocukluğumuzun, masalsı bir yönü vardır. Kendi masumiyet sırrından, bihaber yaşarsın. Çocukluk oyunlarımız masumiyetle yorulmuştur. Şimdi ise, hayat tuzaklara doludur. Hayat inişli çıkışlı, kalp grafiği gibi. Yaşamanın tadına varmak istiyorsan, seveceksin arkadaş. Seveceksin ve sevineceksin. Vicdanın kadar insanlığını yücelteceksin. Sevgin, şefkatin ve merhametin kadar insanların kalbinde yaşarsın. Oyun, heves ve hayalin ötesinde inanç ve bir ümit olarak varsın.

BENİM ROL MODELİM: KÜTÜPHANECİM

Doç. Dr. Işıl İlknur Sert

Okuduğu kitabından başını kaldırıp beni şöyle bir süzdü. Boyum daha danışma masasına yetişmiyordu. Ne okuduğunu görememiştim. Sadece kalın, ciltli bir kitap vardı elinde. Bana bakıp tatlı tatlı gülümsedi: “Sen de masal saatine mi geldin? Hoş geldin.” Duruşuyla, bakışıyla beni kütüphaneye davet ediyordu. O an kendimi önemli biri gibi hissettim. Kütüphane bana ait bir yerdi. İçinde kendimi özgür hissediyordum. Sevgi dolu bir ses tonuyla konuşan kütüphaneci ablayı o kadar çok sevdim ki her hafta kütüphaneye gitmek istedim. Kütüphaneci abla o kadar çok şey biliyordu ki, bana o kadar çok kitap öneriyordu ki… Buradaki koku, renkler, ışık; insanların cana yakınlığı, sorulan soruya hemen cevap vermeleri burayı benim için büyülü bir yer haline getiriyordu. O kütüphaneci abla beni her gördüğünde gülümsedi. Soru sorduğumda bıkmadan yanıt verdi. Ben de o kütüphaneye her hafta gitmeyi hiç ihmal etmedim.

Benim rol modelim işte o kütüphaneciydi demeyi çok isterdim. Ne yazık ki yukarıdaki cümleler benim için kurgu ama bugün kütüphaneye giden bir çocuk için sıradan bir günün öyküsü. Çünkü çocukluğumda ne öyle kütüphaneler ne de öyle kütüphaneciler vardı. Şimdiki güler yüzlü ablalar ve ağabeyler büyük nimet. Yurdun dört bir yanındaki kütüphaneci ablalar ve ağabeyler hem çocuklar için hem büyükler için halk kütüphanelerinde, üniversite kütüphanelerinde, özel araştırma kütüphanelerinde, nadir eser kütüphanelerinde bıkmadan usanmadan soruları cevaplıyorlar, etkinlikler yapıyorlar, sizleri bekliyorlar.

Size gerçek rol model kütüphanecilerden bahsedeyim mi? Ama öyle herkesin bildiklerini anlatmayacağım. Genç, mesleğini seven ve kendini mesleğine adamış, yenilikleri kütüphanesine getirmeyi amaç edinmiş kütüphanecileri adlarıyla anlatacağım size. Hangi kütüphanede olduklarını siz bulun. Belki sizin ilçe halk kütüphanenizdedirler, kim bilir?

Kim Valizli Kütüphaneci Ali Ağabey’in bulunduğu kütüphanede şöyle bir nefes almak istemez ki? Adalar arasında kitapları valiziyle taşıdı Kütüphaneci Ali Ağabey. Adadan adaya kitaplar getirdi, götürdü. Çok az kişi bildi onu. Ama bilenler o kadar sevdi ki! Meddahlık da yaptı Ali Ağabey. Kütüphanede meddah geleneğini yansıtan oyunlar sergiledi. Şimdi çocuklardan biraz uzakta, bir özel araştırma kütüphanesinde görevli ama olsun. Yarın nereye tayini çıkar bilemeyiz, belki bir Ramazan akşamı meddah kıyafetiyle ilçe halk kütüphanenizde sahne alıverir.

Kim Aslı Abla‘nın olduğu kütüphanenin etkinliğine katılmak istemez ki? Bazen kocaman bir karton evi boyattırır çocuklara, bazen bir masal okurken görürsünüz onu, bazen de oyuncak bebeklerle mizansenler hazırlar ki daha çok çocuk kütüphaneye gelsin. Onlara oyun oynamak için izin verir tıpkı diğer kütüphaneciler gibi… Çocuklar Aslı Abla’yı çok severler, kütüphaneden ayrılmak akıllarına bile gelmez.

Kim Seda Abla’nın kütüphanesine gitmeyi özleyip ona mesaj yazmaz ki? Seda Abla ile beraber kütüphanede kitapları kataloglamayı isteyecek kadar onu seven çocuklar, ona elleriyle yaptıkları resimleri hediye ediyorlar. Seda Abla sadece resim hediyesi almıyor. Yarıyıl tatili dönüşü kütüphaneye gelen küçük bir çocuk, dedesinin yaptığı bir tahta kaşığı ona hediye getirmiş.

Sadece çocuklar değil, büyükler de nefes alıyor kütüphanelerde. Üniversite kütüphanelerinde görev alan, oradaki öğrencilere de öğretim üyelerine de nefes aldıran Müslüm Ağabey’den mi bahsetsem, Eyüp Ağabey’den mi? Yoksa Faruk Ağabey’den mi? Bir özel araştırma kütüphanesinde görev yapan Nurcan Abla’nın inci tanesi hikayelerini mi fısıldasam size, Sezin Abla’nın arşivindeki fotoğrafların öyküsünü mü anlatsam? Say say bitmez. Birini söylemezsem hatırı kalır. Birkaç isim vermesem onların rol model alınacak gerçek insanlar olduğuna kim inanır?

Ve kim Bisikletli Kütüphaneci Hakan Ağabey’in bulunduğu kütüphaneye gitmek istemez ki? Bisikletiyle köy köy gezerek çocuklara kitap dağıtan Kütüphaneci Hakan Ağabey’in TRT tarafından da belgesel nitelikli bir filmle insanlara tanıtıldığını biliyor musunuz? Ve bir başka video… İstanbul Üniversitesi Bilgi ve Belge Yöneticileri Topluluğu (BBYON) adlı öğrenci kulübü de onunla röportaj yaptı. Youtube üzerinde “BBYON Topluluğu” sayfasında “BBYON Mesleki Sohbetler” başlığı altında bulabileceğiniz bir sohbet, size kütüphanecinin kim olduğunu fısıldayacaktır. “İyi ki kütüphaneciyim dediği an” hangisiydi?  “Kütüphanedeki ağabey olarak tanınmak” nasıl bir duygu? Bu görüntüler, işini severek yapan bir kütüphanecinin, çevresinde onu rol model olarak alan çocuklarla ve geleceğin kütüphanecileriyle kurduğu o çok güzel iletişimin bir yansıması…

Şöyle bir çevrenize bakın, bulunduğunuz yerdeki il veya ilçe halk kütüphanesinde, üniversite kütüphanesinde, özel araştırma kütüphanesinde o “kütüphanedeki ağabey ya da abladan” o kadar çok var ki… Sadece sessizler. Sessizce işlerini yapıyorlar ve insanlara rol model oluyorlar. Benim içinse her biri gurur duyduğum birer ilham kaynağı…

KEFİL OLMAK

Hiç birine kefil oldunuz mu? Maddi manevi kefaletten söz ediyorum. Bazen bir tanıdığınıza işe alımda referans olursunuz bazen de evlilik için kefil olursunuz. Hepsi güvenilir insan olduğunu gösteren işaretlerdir ama aynı zamanda da o kişinin riskini de üstlenirsiniz. Elbette benim de hayatımın toy devirlerinde kefil olduğum insanlar oldu. Ancak bir olaydan sonra kefil olmamaya karar verdiğimi hatırlıyorum. O gün bugündür kefil olmam. Hatta derler ya babamın oğluna dahil. O kadar diyebilirim. Fakat geçenlerde birine kefil olmam gerekti. Hiç düşünmeden evet dedim. Demek ki o toy zamanları geçmişim. Kalbimle karar verebilecek noktaya gelmişim. Siz siz olun yine de tedbiri elden bırakmayın. 

Artı Eksi

İstanbul’da bisiklet farkındalığı

Yedi tepesiyle güzel İstanbul’umuzun bir gün uzak köşelerine dek bisiklet ile gitmek mümkün olur mu? İstanbul orta Anadolu’nun veya Avrupa’nın birçok şehri gibi düz bir coğrafyaya sahip değil. Kadıköy sahilden Çamlıca’ya bisikletle gelebilmek genç cesareti ister. İstanbul Büyükşehir Belediyesi “Bisikletliyi Fark Edin” cümlesini ışıklı tabelaya taşımış. Amaç anlaşılıyor ancak bu tabelalardan kaç adet hangi yollarda var? Bir tek tabelaya bakıp yorum yaparsam sanki ana yollarda var gibi duruyor. Ama ana yollarda da bisiklet yolu yok. İstanbul’un sahil kısımlarında bisiklet yolları var. Oralar bu amaca çok uygun yerler; geniş caddeler ve düzgün yapılaşma, düz zemin bisiklet yoluna izin veriyor. Ama İstanbul’un çok az yeri bu şekilde. Bir Çamlıca’da mümkün değil bisikletle bir yerden bir yere gitmeniz. Nefesiniz kesilir. Ama İstanbul’un kaderi bu. Yani anlaşılan İstanbul çok fazla da bisiklete müsait bir şehir değil. Belli başlı yerler dışında. Ya da işiniz eve yakınsa bisikletle gidip gelmek hayatınızda büyük bir artıdır. Çok da keyiflidir. Bir 10 seneye yakın bu şekilde ev iş arasında rahat bir hayatım olduğundan kendimi şanslı hissetmişimdir. İstanbul maalesef topografik yapısıyla çok da fazla bisiklete izin vermiyor ancak metro gibi aktarma yapmaya uygun araçlar çoğalırsa gelecek yıllarda bisiklet veya benzeri taşıtlarla daha konforlu bir hayat düşünülebilir. Ama şu anda artısı ve eksisi birbirine karışmış bir konu bisiklet.

Periskop

SAÇMALAMAKTAN KORKMAZ MISINIZ?

Bir içecek markasının sloganı “Saçmalamaktan Korkmayın” diyor? Bende soruyorum: Neden korkmayalım? Reklamdaki alt mesajlar şunlar: Saçmalamak cesaret ister. Saçmalamak özgürlüktür. Saçmalamak rahat olmaktır. Sarı renkli (markanın adını geçirmek istemediğim için böyle belirtiyorum) içecek gibi hayatın renkli olsun. Saçmalamanın sınırı olabilir mi? Biri hırsızlık yaparak saçmalamak isteyebilir öyle değil mi? Ya da başkasının canını sıkmak için pis bir şaka yapabilir mi, yapamaz mı? Küresel bir marka neden gençlerin saçmalamasını istiyor diye düşünüyorum. İletişim psikolojisi olarak bu kelime ile nelerin altı doldurulmak isteniyor olabilir? Ya da sadece reklam işte. Amma da kafayı taktın diyebilirsiniz. Rahmetli anneannem saçmalayalım demezdi ama kızım hadi koş bakkaldan bir renkli gazoz al gel de içelim, içim yandı derdi. O zaman sözler de duru, saf ve hesapsız kitapsızdı. Art niyet yoktu. Gerçekten o renkli gazozun tadını sevdiği ve ona iyi geldiği için içmek isterdi. Bense o zaman da saçmalamaktan korkardım hala da öyle. İyi ki de öyle.