​HARF DEVRİMİ'NDEN DÎVAN EDEBİYATI VAKFI'NA

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bugün 1 Kasım; Harf Devriminin yıl dönümü.

Bugün 1 Kasım; Harf Devriminin yıl dönümü. Milliyetçi-muhafazakâr ve mütedeyyin kesimin, Kemalist ideolojiye karşı aldığı cephede en çok eleştirilen mesele, 1 Kasım 1928’de yapılan Harf Devrimi olagelmiştir. Türk-İslâm kimliğinin bin yılı aşkın geçmişinde kütüphâneler dolusu literatürün yazıldığı alfabe, “halka rağmen halk için” bahânesiyle yapılan bir müdahale ile değiştirildi. Bu, târihte daha önce ve sonra görülmemiş bir müdahale idi. “Laik cumhuriyet”i düşman belleyenlerin en çok saldırdıkları cephe bu oldu. Değiştirilen ne takvim, ne ölçü birimleri, ne kılık-kıyâfet bu kadar tepki görmedi. Ezana yapılan müdahale 1950’de bitince Harf Devrimi, en ses getiren eleştiri konusu olmaya devam etti.

Yapılan sâdece “Elif” yerine “A” konması değildi. “Daha kolay öğrenilecek” bahânesi ile halka benimsetilmeye çalışılan Harf Devrimi, halktan o kadar uzak bir hedefle yapılmıştı ve alt yapı olarak o kadar zayıftı ki, 1980’lerde okuma-yazma oranı yüzde 50’lere zar zor ulaşmıştı. Darbeci Kenan Evren, bu oranı artırmak için okuma-yazma kursları düzenletti, millete ilkokul diploması verdi.

Mesele, sâdece “dedelerimizin mezar taşlarını okuyamama” değildir. Hiçbir devletin kendi tebâsına revâ görmediği şey, Türkiye Cumhuriyeti’nin devletini ve vatanını canından bile değerli bilen vatandaşlarına görülmüştü. Lenin bile Çarlık Rusya’sını yıkıp komünist rejimi getirirken alfabesine dokunmamıştı.

 “Elif”e sebepsiz bir nefret duyuluyordu. O kadar ki, o alfabeyle yazılan yüzlerce yıllık arşiv belgeleri, hurda kâğıt olarak Bulgaristan’a satıldı. Dinî kitaplar bir yana, sırf Arapça harflerle yazılmış olduğu için yemek târifi kitapları bile kütüphâne raflarından yerlere atılıp tekmelendi.

Pâdişahları şiir yazan Osmanlı’nın Elifi, yerini “A”ya bırakırken “şiir dili olan Türkçe” hiçbir dilin yemediği darbeyi yemiş oldu. “Dîvan Edebiyatı”nı divana oturulup yazılan bir edebiyat zanneden bir “aydın takımı” yaratıldı. Aruz vezniyle Hababam Sınıfı filmlerinde dalga geçilip alay edildi. Failâtünler, mefâiliünler, feilünler tekerleme diye gösterildi. Kendi târihine, diline, edebiyatına, müziğine küfretmeyi mârifet zannedenlerin en çok saldırdığı şey de “Elif”in ardındaki kültürdü.

“Elif”, öz yurdundan kovulurken târihi, kültürü, sanatı, edebiyatı, irfânı, dini, imânı, mimâriyi, mûsıkîyi de berâberinde götürdü.

Gün Döndü Hesap Döndü

Ancak, mazlumun âhı âheste de olsa çıkmaya başladı.  28 Şubat’ın insanlık dışı muamelesinden muzdarip olan bir Dîvan Edebiyatı savaşçısı, “iki darbe arasında” kalmasına rağmen mücâdelesini sürdürdü ve 2008 yılında gönül dostları ve dava arkadaşlarıyla bir vakıf kurdu. Dîvan Edebiyatı Vakfı adıyla kurulan bu vakfın kurucusu Prof. Dr. İskender Pala idi. Milletçe sâhip olduğumuz hazineye yabancılaştırılıp ve bu hazineye arkamızı dönüp önünde dilencilik yapmaktan bir fayda olmadığını bilen ve bunu anlatmaya hayâtını vakfeden insanlar için sembol bir vakıftır Dîvan Edebiyatı Vakfı. Bir kâğıt ve bir kalem gibi mütevâzı, ama keyfiyet bakımından bir o kadar da sınırsız bütçe ile Dîvan Edebiyatı okyanusuna açılan nice gemiden biri olan bu vakıf, âdeta “Elif”e bir “anahtarı olduğun ve berâberinde götürdüğün kültür ile birlikte geri dön” çağrısıdır.

Tek bir satırında bile saatlerce konuşulabilecek mânâ zenginliği taşıyan şiir kültürümüzün adı olan Dîvan Edebiyatı, kurulan bu vakıf zemininde Türkçeye seneler önce alfabe ile vurulan darbenin telâfi yollarını aramaktadır. Amacı, “A”yı gönderip yerine “Elif”i harf olarak geri getirmek değildir.

Dîvan Edebiyatı, sâdece şiir değildir. Dîvan Edebiyatı mûsıkîdir, mimâridir, mutfaktır, giyim-kuşamdır, doğum-ölümdür, düğün-dernektir. Dîvan Edebiyatı savaştır,  târihtir, coğrafyadır, devlettir, töredir. Dîvan Edebiyatı, vahdet-i vücuttur; dindir, tasavvuftur. Dîvan edebiyatı, içinde koca bir çınar ağacını saklayan bir tohumdur. 

Dîvan Edebiyatı Vakfı, bu atomik potansiyeli ile târih boyunca nice bâdireler atlatıp her seferinde daha güçlü ayağa kalkan Türkçeye hizmet yolunda ve vahdet-i vücûd çizgisinde “A” ile “Elif”i birbirinden farksız görmek ve göstermek için yoluna devam etmektedir.