HAREKETE GEÇME ZAMANI

Ümit G. CEYLAN 30 Oca 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İman, inanç ve başarma isteği hepsi birlikte insanı harekete geçirmeye yeterli gibi görünüyorsa da işin görünen yüzü hiç de öyle değildir.

KİTAPLIK RADYO MEDİPOL’DE

“Kitaplıktan Bir Gemideyiz” sloganıyla her cuma saat 18.00’de konuklarını ağırlayan program yapımcısı ve sunucusu Mürvet Kara’yı öğrencim olduğu için değil ama gelecekte başarılı işler çıkaracağı için şimdiden tanımanızı öneririm. Her hafta edebiyat, tiyatro, felsefe ve kültüre dair farklı konu ve konukların yer aldığı programı özenle seçilmiş müziklerle dinleyebilirsiniz. Adından da anlaşılacağı üzere bir üniversite radyosu olması bakımından Radyo Medipol’ü önemli görüyorum. Özelde benim için tüm Üniversite radyoları farklı bir yerdeler. İyi işletildiği takdirde başarılı bir iletişim ve halkla ilişkiler kurulduğunda diğer mecralardan bir adım daha öndedir radyoculuk. Radyonun kendine has bir büyüsü ve kalıcılığı vardır.         Üstelik Kitaplık programının yayın saati iş çıkışına denk geliyor. Yani bahanemiz yok.

HAREKETE GEÇME ZAMANI

İman, inanç ve başarma isteği hepsi birlikte insanı harekete geçirmeye yeterli gibi görünüyorsa da işin görünen yüzü hiç de öyle değildir. Çoğu zaman bir etkiye ihtiyaç duyarız. Yani bizi harekete geçirecek kinetik enerjiye ihtiyaç duyarız. Evet çok güçlü bir şekilde inanca sahibizdir. Ama kötü alışkanlıklarımızı inanç ve imana rağmen bırakamayız. Bu nasıl olabilir ki? İnsan inanıyorsa, imanı varsa yapma denilen şeyi yapmaması gerekmez mi? Ya da geleceğe dair oturduğumuz yerden kafamızda planlar yapar, hayaller kurar ve yaşatırız. Elbette bunların da faydası vardır. Ama bir türlü harekete geçemeyiz. Başarmak için her türlü donanıma sahibizdir ama bir şey eksiktir. O hareketi ateşleyecek kıvılcım hayatımızda yoktur. O yoksa, kuru kuru inanmanın da gerçek manada yerini bulması zordur.

Nedir bu kıvılcım?

Çoğu zaman bir elin elimizi tutmasına ihtiyaç duyarız. İnandığımızı tasdik etmesini isteriz. Sırtımızın sıvazlanmasını isteriz. İçimizdeki cevheri dışarı çıkaracak bir usta ararız. İnsanoğlu tek başına yaşamak için yaratılmamıştır. Anlaşılmak, sevilmek, sevgi, şefkat ve merhamet duymak için yaratılmış bir canlıdır. Sadece etten, kemikten de ibaret değildir. Alemi anlayacak, kavrayacak yüce bir gönle ve derin bir akla sahiptir. Şu kıvılcım denilen kuru bir inanmanın da ötesinde derin bir inanma, anlama, bitimsiz bir güvenme isteği, insanı harekete geçiren tüm bu duyguların bileşeni hisler olmaksızın alemde ne başarılmıştır ki? En büyük icatlar, keşifler, uğruna savaşılmış nice kadınlar, kıtaları keşfetmiş ordular hepsi bir imanın, inanmanın gücü değil midir? Sevginin sonsuz ve bitimsiz ateşin enerjisi değil midir? Kimisi imanını İsa adına, Davud adına bir mabede kazımıştır. Kimisi aşkın gücü ile dağları delmiştir. Kimisi icadı ile aydınlığın madde karşılığını bir ampulde yakmıştır. Kimisi gemiler inşa edip denizleri aşmıştır. Kimisi kuş gibi uçmak için kanatlar takıp Galata’dan kendini salmıştır. Var olalı beri insan, kendindeki inancın tezahürü için çeşitli yol ve yöntemlerle harekete geçmiştir. Ama en nihayet sevginin kollarında sükuneti bulmak için kendini Tanrı’nın tarif edilemez gücüne teslim etmiştir.

Zamanı geldiyse

Her şeyin bir vakti var. Çalışır, çabalar ve karşılığını beklemeksizin yola devam edersek bizim sandığımızdan ve tahminimizden çok daha farklı sürprizlerle karşılaşabiliriz. Günümüzde materyalist dünyada beklentisiz nasıl yaşanır diye sorulduğunu duyar gibiyim. Beklentilerimizi hırs haline getirmemeliyiz. Demek istediğim bu. Elbette hayattan beklentilerimiz olmalı. Bir amaç uğruna çalışmalıyız. Amacımız insanlığa faydalı olmak ve nefsimizi besleyecek beklentilerden uzak durmaksa zaten emeklerimizin karşılığı bir şekilde verilecektir. Bu dünyayı çölde bir serap öbür alemi ise gerçek bir vaha gibi düşünürsek vahaya ulaşmak için var olan bitimsiz bir şevkle yorulmadan yılmadan çalışmak düsturu ile hareket etmeliyiz. O yüzden bahaneler bizi yıldırmamalı. Zaman zaman kendi kendimize engeller koyuyoruz. Belki bu engellerin birçoğu çocukluktan bize öğretilmiş şeyler de olabiliyor. Bunları farkedip kendi koyduğumuz engellerin önümüze geçmesine izin vermemeliyiz. Görüşme yaptığımız insandan aldığımız olumsuz bir etki, istenmeyen bir cevap bizi hareketten alıkoymamalı. Biz yine yeniden güncellenerek yeni hareket rotamızı çizmeli ve yollara revan olmalıyız vesselam.

YARDIMLAŞALIM VE DUALAŞALIM

İnsan tek başına acizdir. Belki de onun için toplum halinde yaşamaktadır. İnsanoğlu birbirine değecek, birbirine dokunacak, birbiriyle yardımlaşacak, sevecek ve sevilecektir. İnsanoğlu habil ve Kabil’den bu yana kutuplaşma ve çatışma halindedir. Toplumları hizaya sokmak için nice peygamberler geldi ve nice kitaplar indi. Beşer şaştıkça afetler ve felaketler peşpeşe geldi. Yüce Kitaptan öğrendiklerimiz yoldan çıkan kavimler nice felaketlerle karşı karşıya geldi. Herşeyin matematiksel hesabı kitabı yapılmaz. Biliriz ki dünyanın en ucundaki bir kelebeğin kanat çırpışları taş üstünde taş koymaz. Herşey bir nizam içinde yaratılmış ve insanoğlu büyük felaketler karşısında ne yapsın!.. Fitne çıkartmak yerine birbiriyle yardımlaşşın ve birbiriyle dualaşsın. İnsanlık ve vicdan birbiriyle sarmaşsın ve kaynaşsın. Kutuplardaki buzulların eridiğini düşün, petrol alanlarının yangına çevrildiğini, yanardağların ateşten lavlarını püsküttüğünü düşün!.. Bunlara karşı kim durdurabilir ki!. Yangınlar, depremler ve tusunamiler. Kavgalar, çekememezlikler, adaletsizlikler, zulümler, işkenceler... Ok yaydan çıktı mı bir daha geri dönmez. Bir hortum denizin suyunu yutuverir sonra da çöle suyunu kusuverir. Bir merkebin üzerindeki yüklü küfeleri alıverir de diğer kıtadaki bir hayvanın başına geçiriverir. Biz beşeriz. Eğer inanmış bir kul isek yalnız Allah’a kulluk eder ve yalnız Allah’tan yardım isteriz. Varlığa da yokluğa da şükrederiz. Her tür afet ve felakete karşı tedbir kuldan, takdir Allah’tan diyeceğiz.

EVDE PASTA YAPIMI

Pastanelerdeki pasta fiyatları dört kişilik için yetmiş liradan başlıyor. Çok fahiş ve gereksiz. Geçenlerde evde bir küçük kutlama için çocukları sevindirelim dedik ve fiyatlar karşısında gerçekten şaştım kaldım. Bu durumdan kendimize pay çıkartıp hem evde yarı yıl tatili etkinliği yaparız hem de pasta yapmayı öğreniriz dedik böylelikle işe koyulduk. Sosyal medya sağ olsun. Kızımla bir güzel araştırdık ve sonunda birlikte mutfakta çikolatalı bir pasta yapmayı başardık. Biraz güdük kaldı ama olsun tadı güzeldi. Bir daha ki sefere kremayı biraz daha yoğunlaştırmaya ve şekeri azaltmaya ve de kek malzemesini sütle ıslatmamaya karar verdik. En iyisine ulaşana dek denemelerimiz devam edecektir. Böylelikle sevdiklerimize de ev yapımı pasta hediye edebilir ve içinde ne kullandıklarını bilmediğimiz bir sürü malzemenin vücudumuza girmesine engel olabiliriz. Merak edenler için pastanın üzerindeki kırmızı tanecikler nardır.

ARTI – EKSİ

Artı

Azizee beni duyuyor musun?

Bu başlık Elazığ depreminin kulaklarda çınlayan cümleleri olarak kaldı kulağımızda. UMKE personeli Acil Tıp Teknisyeni Emine Kuştepe’nin göçük altındaki ailenin kurtulmasına ve hatta Kürtçe konuşan komşuyu da cep telefonundan Azize’yle yaptığı bağlantıyla kurtulmasına sebep oldu. “Azize beni duyuyor musun? Bak şimdi sana Kürtçe söyleyeceğim, sen de tekrar edip teyzeye söyle” diyerek Azize’nin motivasyonunu yüksek tutan görevli Emine’nin bir sağlıkçı, anne ve kadın olarak hassasiyeti, dirayeti ve inancı göçükte mahsur kalan Azize’yi iki çocuğunu ve komşusunun hayatını kurtarmasında etkili oldu. İnanarak ve isteyerek en önemlisi de severek yapılan bir işin sonucunun başarıyla sonuçlanması herkese örnek oldu. Bir ve birlik olmanın en güzel örneğini yansıtan Emine’ye biz de şükranlarımızı sunuyoruz.

Eksi

Sosyal medya zavallıları

Elazığ depremi birilerine turnusol kağıdı etkisi yaptı. Ünlü, ünsüz tiplerin belden aşağı, insan hayatını hiçe sayan faşist cümleleri midemizi bulandırdı. İnsanlık binlerce kilometre uzaktaki bir faciada dahi yüreği sızlarken, kendi ülkesindeki bir afette hayat mücadelesi veren halkına kin ve nefretle bakabiliyor. İnsan demeye dahi şahit lazım olan bu tipler acaba bu depremde can kurtaran köpeklerden de mi ders almazlar? Yazık!

 

KIZILAY, YURTTAŞ GAZETECİLİK VE 1868

Bu hafta yurdumuzun bir yerinde acılar yaşanırken doğal olarak bizler de bu acıları yürekten hissediyoruz. Elazığ depreminde saatler sonra göçük altından kurtulanlara seviniyoruz. Bir yandan da hala göçük altında yakınının canlı, cansız bedenine ulaşmayı bekleyenler var. Depremin ilk saatlerinde yurdumuzdaki birçok arama kurtarma, yardım kuruluşları bölgeye koştular. Bunlardan en çok dikkat çekenlerden biri de kuşkusuz Türk Kızılay’ı oldu. Aynı gece sokakta kalan vatandaşlarımıza el uzatan sıcak yemek ve barınak sağlayan kurum hızlı organize olmasıyla göz doldurdu. Bunun yanında kuruma mesnetsiz bir şekilde saldırıları da görmüyor değiliz. Öyle saçma sapan ki inanılır gibi değil. Cep telefonunda kesme yapıştırma usulüyle hazırlanan fotoğrafların üstüne yazılan yazılarla habercilik yaptığını sanan tuhaf insanlar boşuna yoruluyor. Çünkü ancak kendileri inanır buna. Daha Kızılay başkanının adını bilmeden eski Deniz Feneri derneği genel müdürünün ismini koymuşlar. O da doğruysa tabi. Yani baştan aşağıya boş. Yüksek lisans yaptığım dönemde yurttaş gazeteciliği konusu üzerinde çok durmuştuk. Çünkü daha yeni bir akımdı. Yani herkes cep telefonundan fotoğraf çekecek anında olayı haber olarak medya kuruluşlarına gönderebilecekti. Bunun geleceğin medyasını ve haberciliğini nasıl etkileyeceğini çok tartışmıştık. Hızlı haber almak açısından faydalı olacağı üzerine durduğumuzu hatırlıyorum. Ancak gelinen noktada hızlı habercilikten çok doğru haberciliğin önemli olduğunu görüyoruz. Bu nedenle yurttaş gazeteciliğin ömrü kısa oldu. Gazetecilik profesyonel ve ahlaklı yapıldığı zaman değeri vardır.

Bu arada Kızılay’ın 1921 yılında ilk defa yayımlanan Hilal’i Ahmer mecmuası geçtiğimiz yılın Kasım ayında tekrar bu kez Kızılay’ın kuruluş yılını derginin adına taşıyarak çıkmaya başladı: 1868.