​"GÖSTERİŞ TÜKETİMİ" VEBLEN VE ORTA GELİR TUZAĞI

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Daha önceki yazılarda gösteriş tüketimi kavramından bahsetmiştim.

Daha önceki yazılarda gösteriş tüketimi kavramından bahsetmiştim. Orijinali “conspicuous consumption” olan kavram kurumsalcı okula mensup Norveç asıllı Amerikalı iktisatçı Thorstein Bunde Veblen tarafından ortaya atılmıştır. Geleneksel teorideki açıklamadan farklı olarak, Asalak Sınıfın Teorisi: Kurumların Evrimi Hakkında İktisadi Bir Çalışma (orj. The Theory of the Leisure Class: An Economic Study in the Evolution of Institutions) adıyla 1899 yılında yayınladığı kitabında ikinci sanayi devrimi sonrasında peydah olan yeni türedi zenginlerin israfa kaçan lüks tüketim anlayışını modellemeye çalışmıştır. 

Geleneksel iktisatta tüketici, tüketim kararını belirleyen her etken hakkında tam bilgi sahibi akılcı bir birey olarak tanımlanır ve bu birey elindeki kısıtlı bütçesiyle tüketimden elde edeceği faydayı azamileştirmeye çalışır. Dolayısıyla böyle bir bireyin israfa kaçması teorik olarak mümkün değildir, çünkü her şeyden önce israf rasyonel değildir. Bugün bilinen tasarruf ve emek arzı teorileri ile tüketim talebi teorisi temel varsayım olarak böyle bir tüketicinin davranışlarına dayanır. Böyle bir tüketicinin varlığı bazı toplumlarda belli gelişmişlik aşamalarında söz konusu olabilir, ancak, insan toplumlarının zaman içindeki toplumsal evrimi aynı zamanda o toplumlar içinde yaşayan bireylerin tercihlerini ve karar mekanizmalarını da dönüştürmektedir.

Veblen, ikinci sanayi devrimi sırasında alt gelir gruplarından üst gelir gruplarına çıkmış, yani sınıf atlamış, yüzlerce yeni yetme zenginin etrafına gösteriş yapmak ve dolayısıyla içinde bulundukları toplumda kendilerine göre itibarlarını, yani sosyal statülerini, artırmak için tüketim yaptıklarını gözlemlemiştir. Gösteriş tüketimi içindeki insanlar, etraflarını kıskandırmak ve imrendirmek yolu ile üstünlüklerini ifşa etme arzusundadırlar. Bu bireyleri, yani üretmeden ve talihlerinin yaver gitmesiyle bir anda zenginleşen fırsatçıları, asalak sınıf olarak tanımlayan Veblen, bu bireylerin başta tüketim olmak üzere tasarruf ve emek miktarları, siyasal ve sosyal tercihlerinde, geleneksel iktisadın vaz ettiğinden farklı olarak, sosyal statülerini korumak amacıyla karar verdiklerini söyler. Bu ister istemez bireysel tercihlerden çok, toplumun genel atmosferine uymayı gerektiren sürü psikolojisinin öne çıkmasına yol açar.

O veya bu yolla, satın alma gücü kısa zamanda artmış toplumlarda, büyük kitleler gösteriş tüketimi sevdası içine girerler. Geleneksel iktisadın “ayağını yorganına göre uzatan” akılcı bireyi yerini, bir “altına hücum sevdası” içinde sürü psikolojisiyle hareket eden ve etrafa caka satmak isteyen asalak sınıf mensuplarına bırakır. Doğal sonuç, toplumun ürettiğinden daha fazla tüketme eğilimine girmesi, kronik dış açıkların önünü açması ve nihai olarak dış borç yükünün hızla artmasıdır. Tüketim eğiliminin artması, aynı zamanda, tasarruf eğiliminin azalması anlamına da gelir. Ortalama tasarrufun düşmesi ise, büyümek için ihtiyaç duyulan yatırımlara daha az kaynak ayrılması anlamına gelir. 

Son dönemde Orta Gelir Tuzağı çok tartışılan bir konudur. Kanımca, bu tuzağın oluşmasında önemli pay da gösteriş tüketiminden kaynaklanmaktadır. Orta Gelir Tuzağı kabaca on bin dolar ile yirmi bin dolar arasında kişi başına gelire ulaşmış toplumlarda, bu aralıkta yatırım ve büyümenin yavaşlaması ve bu toplumların hep bu aralıkta kalmaya mahkûm oldukları nazariyesidir. Yatırımların on ilâ yirmi bin dolar arasında yavaşlaması için tasarrufun yavaşlaması gerekmektedir. Tasarrufun yavaşlaması içinde tüketim eğiliminin artması, tanım itibariyle, zorunludur. Eğer, toplumun belli bir kesimi, gerçekten gösteriş tüketimi eğilimi içine giriyorsa, bu, tasarruf yerine israfın arttığı ve akılcı olmayan iktisadi, siyasi ve toplumsal tercihlerin öne çıktığı bir konjonktür yaratır. Sosyolojik olarak toplumsal dengenin kırılgan hale gelmesi ve bir sosyal çatışmaya (fizikî çatışma değil, toplumun iki veya daha fazla kutup etrafında parçalanarak toplumu bir arada tutan ortak değerlerin kalmadığı; farklı zümre değerlerinin birbirine üstünlük sağlama yarışı içine girdikleri durum) sürüklenmesi an meselesidir. Tabi ki, Ralf Dahrendorf’u takip edersek, her çatışma da yeni bir toplumsal denge (yeni ortak değerler ve yeni mutabakat) kurulana kadar devam eder. 

Bu durumdan nasıl çıkılır? Bir şekilde tasarrufların artması gerekir, ancak bu yetmez. Aynı zamanda, artan tasarrufların üretken sektörlere yatırıma sevk edilmesi gerekir. Ta ki, ekonomide kişi başına gelir kabaca yirmi bin dolar üstüne çıksın. Bu güzel senaryo için çok fazla bir şey istemiyoruz: Milli devlet ve güçlü merkezi planlamaya dayalı kalkınma politikası. Umulur ki, bu gerçekleşsin.