GOOGLE & FACEBOOK – HUAWEİ MAÇININ ASIL ANLAMI NEDİR?

Micheal KUYUCU 23 Haz 2019

Micheal KUYUCU
Tüm Yazıları
Çok fazla konuşulup tartışılmıyor ama son zamanlarda dünyada hem etik olarak sorgulanacak hem de küreselleşmenin yarattığı tek kutuplu dünyada ortaya çıkan bir zorbalık yaşıyoruz.

Eksiden zırhlarla, tüfeklerle yapılan sıcak savaşlar şimdi yerini ekonomik ve teknolojik savaşlara bıraktı.  Bunun en somut örneği Trump’lı ABD’nin 2030 yılında küresel ekonomide dünya liderliğine oturacak olan Çin arasındaki soğuk savaş. Trump, Çin’in Amerika’nın ekonomik liderliğini kaptırmamak için kendi çapınca bazı planlar ve uygulamalara imza atıyor. Ek vergiler, kotalar bilmem neler… Bunlar hep iki ülke arasında yaşanan soğukluğun göstergeleri. Çin bu ekonomik saldırılar karşısında soğukkanlılığını ve en önemlisi efendiliğini koruyor.

30 milyar dolarlık kayıp

Bu soğuk mücadelede son öylesine bir şey yaşandı ki bana pes dedirtti.  Bu, ABD firması olan Google’ın Android ve yine ABD firması olan Facebook’un Çin’in Huawei adlı akıllı telefon markasına yönelik yaptığı etik dışı hareket bence son yıllarda dünya teknolojisinde görülmemiş bir hareket oldu. Google, bazı güvenlik önlemlerini bahane ederek Huawei’ye verdiği Android hizmetini kestiğini açıkladı. Bu ciddi bir sıkıntı. Belki şu an dünyada bu marka telefonu kullananlar bundan pat diye etkilenmeyecek ama gelecekte bu telefonun kullanıcılarına ciddi bir sorun yaşatacak. Aynı dönemde yine ABD’nin firması olan Microsoft, Huawei marka diz üstü bilgisayarların satışını on line mağazasından kaldırdı. Bunun üstüne bir de Facebook kendi bünyesinde olan Facebook, Whatsapp ve Instagram adlı sosyal medya platformların benzer nedenlerle Huawei’ye kapattığını açıklayınca bir anda dünya “neler oluyor” diye düşünmeye başladı. Kısa bir süre önce Microsoft geri adım atarak on line mağazasına Huawei marka ürünleri tekrar satışa sundu. Ama Google ve Facebook hiçbir adım atmadı. Bunun üzerine Huawei bir açıklama yaparak kendi işletim sisteminin yazılım çalışmalarına başladığına ve bunun bir yıl içinde tamamlanacağını açıkladı. Yani firma, akıllı telefonunun Android sisteminden çıkartıp yeni, kendi yazacağı bir işletim sistemi ile ilgili çalışmalara başladı. Hatta yakın geçmişte markanın CEO’su Android’in bu davranışı nedeniyle 30 milyar dolar kaybedeceğini açıklamış ve Rusya ile beraber bir işletim sistemi üzerinde çalışma planlarını da çıtlatmıştı.

Bu ne demek?

Şimdi şu ana kadar anlattığım olay basit bir hikâye gibi gelebilir bize. Ama bu aslında dünyanın süper gücü konumunda olan ve tüm teknolojiyi kontrolünde tutan Amerika’nın isterse ülkelere nasıl yaptırımlar uygulayarak zarar verebileceğinin en güzel örneği. Huawei’yin Türkiye’de 4 milyona yakın kullanıcısı var. Dünyada da Türkiye’de satış olarak Apple’ı geçti Samsung ile pazar liderliği savaşı veriyor. Bu akıllı telefon pazarına çok önemli bir gelişme. Böyle giderse belki de dünyanın en çok kullanılan akıllı cep telefonu markası Huawei olacak. Peki bunu önlemek isteyen rakibi ne yapacak? Zaten hâli hazırda Çin’e takık olan ABD, bunu da hazmetmeyip markaya saldıracak. Bu ne insan ne de işletme etiğine uymaz. Burada işin ilginç tarafı, Google’da bir ekonomik zarar görecek, milyonlarca insanın Android kullanmaması bu şirkete de zarar verecek. Ama umurunda bile değil. Aynı şeyler Facebook içinde geçerli, Huawei kullanıcılarının gelecekte Facebook – Instagram – Whataspp kullanmaması sonuçta onlara da eksi olacaktır. Ama işte tekel olmak böyle bir şey. Sen bana mahkumsun diyorlar ve bana ne ben sana cezamı veririm diyorlar. Bunun adı siber zorbalıktan başka bir şey değil.  Burada ben en çok Huawei’nin neden rekabet kuruluna başvurmadığını merak ettim. Ya da belki başvurdu da biz duymadık. Bu rekabet kurallarına uyan bir şey değil. Dünyada iki tane yaygın işletim sistemi var. Biri IOS diğeri ise Android. Bunların sahibi “ben sana keyfi hizmet vermem” diyemez. Bu rekabet kurullarınca incelenmeli.

Bugün ABD’nin Huawei’ye yaptığı bu davranış aslında Amerika’nın meşhur yaptırımlarına tipik bir örnek. Burada Amerikan şirketlerinin de emir geldiğinde nasıl bu yaptırımlara uyduklarını da görüyoruz. Tabii ki şu an en büyük silah teknoloji olduğu için bunu teknoloji şirketleri ile yapmak daha kolay. Şimdi ABD sözüm ona Çin’in Huawei markasına ve Çin’e kendi kafasına göre göz dağı veriyor ve “bak ben istersem seni bitiririm” diyor. Çin bunun üstesinden kalkar. Ama bu gibi yaptırımlardan kaç ülke zarar görmeden kurtulur?

Bu ambargonun alt anlamı nedir?

Bugün her şeyimiz ABD’nin elinde. Avrupa’da ARGE konusunda eski havasında değil. Markaları teker teker dökülüyor. Teknoloji iletişimin anahtarı tek kelimeyle ABD’nin elinde. Bunu elinde tutan küresel tek kutuplu güç ne isterse yapabilecek seviyede olduğunu gösterdi bu davranışıyla? Peki dünya ne yapıyor? En önemlisi biz Türkiye olarak ne yapıyoruz?  Bu ülke yıllardır bilim adına ne yaptı? Teknolojide neredeyiz? Neden o yerdeyiz? Bunları sorguluyor muyuz? İşi gücü bıraktık X partisi ve Y Partisinin sokak kavgalarında kutuplaşmış halde yaşayan bir topluma döndük. Oysa bakın süper güç ABD dünyaya nasıl hükmedebileceğinin güzel bir dersini veriyor. Bizim basınımızda bunu çok irdelemedi. Ben kendi içimde isyan ettim. O kim oluyor da bunu yapabiliyor diye düşündüm. Bugün bize de benzer bir şey yapamaz mı? Yapar, mesela bir günde telefonlarımızı durdurabilir mi? Mesela bir günde televizyonlarımızı durdurabilir mi? Bizim gençliğimize aşıladığı ve bağımlı hale getirdiği sosyal medya platformlarını bir Türk telefon markası için durdurabilir mi? Durdurur, yarın bir Türk markasını tehdit etmek için bunu bize de yapabilir mi? Yapabilir. Peki biz bunun için ne yapıyoruz? Bu konuda kendimizi yetiştiriyor muyuz? Üniversitelerimiz, toplumumuz, medyamız, politikacılarımız ne yapıyor? Türkiye’nin muhakkak kendi teknolojisini kısaca kendi varlığını ortaya çıkartacak ve kendi ayakları üzerinde kalabilecek ARGE yatırımlarına yatırım yapmalı. Bu Huawei olayını bizim bir markamız yaşasa biz çoktan papazı bulurduk.

Layla’ya ahde vefa

Türk müziğinin yeni dönem temsilcilerinden başarılı yorumcu Çağdaş Suseven "Bile Bile" adlı teklisinden iki yıl sonra yeni teklisi “Leyla (remix) ile müzikseverlerle tekrar buluştu. 

20 yıl önce ilk kez yine aynı şarkı ile büyük ilgi gören Çağdaş Suseven, şarkının sahibi Halil Karaduman’ın vefatından önce şarkının remix versiyonu için konuştuklarını ancak Karaduman'ın ömrü vefa etmeyince bunu bir borç bilerek yaptığını belirtti. Çağdaş: “20 yıl önce büyük bir kitleye şarkının orijinalini çok sevdirdik. Şimdi onların çocuklarına sevdirmek amacımız. Ve bu çalışma aynı zamanda büyük usta Halil Karaduman'a bir ahde vefa" diyerek şarkının önemini vurguladı.

Göksel’den yaza iddialı bir şarkı

Geçtiğimiz aylarda yayınladığı ‘Bu Da Geçecek’ çalışmasıyla müzik listelerini altüst eden başarılı sanatçı Göksel’in sözü ve müziği kendisine, düzenlemesi ise başarılı aranjör Ozan Çolakoğlu’na ait olan ‘Hiç Yok’ isimli yeni teklisini yayınladı. ‘Hiç Yok’ 80’li yılların synth pop şarkılarına selam gönderirken, etkileyici sözleri, Göksel’in başarılı yorumu ve güçlü sound’u ile Türk Pop müziğine de yeni bir yol açtı. Geçmişin ışıltılı disco kraliçelerinden ilham alan Göksel’in bu retro şarkısını ben çok beğendim, mutlaka dinleyin.

Uhde Seçil geri döndü

Müzik dünyasında doksanlı yıllarda “Uhde” adlı şarkısı ile giriş yapan ve bir sürede başarılı olduktan sonra müziğe ara veren Seçil, “Demedi Deme” adlı yeni şarkısı ile araya ara verdi. Seçil Ömerli’de iki günde çekilen klipte doğa görsellerinin yanında yıllara meydan okuyan görüntüsü ve Günaydın Sinem Çelik styling’inde hazırlanan imajı ile dikkatleri çekti.

Cenk Eren fırtına öncesi sessizlik yaşıyor

Uzun yıllardır sahnede olan başarılı bir yorumcu. Son iki proje albümünde yorumculuğundaki başarısını albüm dünyasına da taşıdı. Şu sıralar biz onun “Hay Aksi” adlı şarkısını dinliyoruz ama o bir yandan sonbaharda yayınlanacak büyük bir efsanenin şarkılarının yer alacağı proje albümünün hazırlıklarını yapıyor. Bu proje albümü çok ses getirecek ve Cenk Eren’i farklı bir yere götürecek, proje albümler içinde büyük bir fırtına yaşatacak. Şu sıralar fırtına önce sessizlik yaşayan Cenk Eren’le son iki teklisini ve müzik piyasasını konuştuk.

“Hay Aksi, bir buçuk yıldır bekleyen bir şarkıydı”

Ben aslında “Hay Aksi” adlı şarkıyı 1,5 yıl önce yaptım bitirdim, bayağı bir süre önce. Ama çıkartmadım. Önce bir çıkartmak istedim, sonra durdum. Bu şarkıyı Bodrum’da havuzda yüzerken İsra Gülümser dinletti bana, orijinalini dinletti. Ondan sonra “çok güzelmiş hemen” dedim “buna söz yazsana bir nasıl bir şey olacak diye bakalım” dedim. Yazdı, yaptık şarkıyı bitirdik. Yine Sarp Özdemiroğlu aranjesini yaptı. Bahara mı çıkarsam acaba dedim. Ondan sonra araya “Göçtük Sevdadan” şarkım girdi, en son artık “yapımcım şarkıyı çıkarıyorum” dedi. Peki dedik, klipimizi çekelim dedik. Kemal Başbuğ’da klibi çekti, şarkıyı çıkardık.

“Göçtük Sevdadan beş sene sonra da dinlenecek”

“Göçtük Sevdadan” çok ağır bir şarkı, iddialı bir şarkı. Ben bazı şarkılar için o cümleyi kullanırım, büyük şarkı. Altından kalkabileceğimi düşündüm, korktum. Eric Satie’nin bir bestesi. Bir Fransız, Cezayir kökenli bir Fransız yazmış sözlerini. Ben bu şarkıyı duyduğumda “bu şarkıyı istiyorum” dedim. Ondan sonra düşündük, taşındık işte bunu kim sözler falan yazabilir diye. Benim aklıma önce Sezen Aksu geldi. Ondan sonra Sezen’le de uzun yıllar bir şey yapmadık Kiraz Mevsimi’nden beri. Hatta Emel’le konuştum. Dedim ki; “Emel” dedim “Sezen ne alemde bu aralar”. Böyle böyle bir şarkı var sözlerini onun yazmasını istiyorum. Emel bana “bırak yahu Sezen’i dedi, “gel, Sibel Algan yazsın onu” dedi. Şimdi Sibel’de Sezen ekolünden gelen birisi. Sibel Algan çok güzel sözler yazdı hakikaten. Tabi Sezen’imizin de eli üstünde oldu hep. Benim müzik kariyerim için bu müzik yolculuğunda olabilecek en güzel şarkılardan biri oldu “Göçtük Sevdadan”. Tabi ki insanların bunu hemen algılaması çok zor ama ben şuna eminim. Beş sene sonra da dinleyecekler bu şarkıyı.

“Çok önemli bir proje albümü geliyor”

Önümde birikmiş bir iki proje albümüm daha var. Şimdi Ekim sonunda çıkacak bir proje albümüm var. Aslında bunu ben dillendirmiştim Üç Kadın Bir Erkek Aysel Gürel, Fikret Şeneş ve Çiğdem Talu şarkıları diye fakat onu biraz ötelemek zorunda kaldım. Çünkü müthiş bir proje albümü daha gelecek. İmzayı attık repertuar yüzde seksen belli oldu. Şimdi işte alt yapılar başlar. Herhalde ağustos sonu gibi ben okumalara girerim. Ekim sonu gibi de albümü çıkarmak istiyoruz.

“Gençler playback konserler yapmasın”

Playback konserlerin sayısı epey arttı müzik dünyasında. Çünkü ucuza geliyor, orkestra masrafı yok. Ama bu doğru bir yaklaşım değil. Bu genç şarkıcılar için iyi bir şey değil. Ne kadar çok canlı orkestrayla şarkı söylerse bir şarkıcı o kadar gelişir.  Bu bir okuldur, yani bir şarkıcının canlı şarkı söylemesi okuldur orkestrayla. Onun için bu çocukların bunu yapmaması lazım. Şunu demesi lazım. Ya siz bana playback için 10 lira mı veriyorsunuz? Tamam kardeşim siz benim orkestramın biletlerini alın sonra da orkestranıza ben 10 liranın 5 lirasını size veriyorum demeliler ve öyle gitmeliler. Şimdi bu AVM konserleri de var. Orada da canlı söyleyebilirler bir sorun yok orkestralarıyla gittikleri sürece ama orada AVM’nin ortasında kurulmuş bir sahne var, yanımda bilmem ne markasının şeyi, öbür tarafta telefoncusu, beyaz eşyacısı onların arasında şarkı söyleyen birisi. Buna çok dikkat etmeleri lazım.  Evet anlıyorum AVM’ler bunun için müşteri çekiyorlar ama bir şarkıcı, kendini bilen bir şarkıcı çok gitmemeli bu tür konserlere.  Ben de yaptığım zamanda yapmamalıymışım. Dürüstçe söylüyorum. Çok az olmakla beraber belki bir iki tane. Yaptım bende. Çünkü ben orada şarkı söylerken tuhaf oldum. Burada bir beyaz eşyacı dükkânı var, burada telefoncu var, karşımda oyuncakçı var, arkamda ayakkabıcı var ve insanlar var. Bende playback şarkı söylüyorum. Kendi kendime “ben ne yapıyorum ya” dedim.

“Emekliliği söyledim beni linç ettiler”

Emekli olduğumu söylediğim sosyal medyada beni linç ettiler. İşte dalga mı geçiyorsun emeklilerle efendim o parayla nasıl geçinecekmişim de şuymuş buymuş. Babamın rahmetli şöyle bir lafı vardı. “Oğlum” derdi; “ne oldum deme ne olacağım de her zaman devletten bir maaşın olsun” derdi. O kafa yapısındaydı. Ben Ankara’da doğdum, büyüdüm, o zihniyetle yetiştim. Beni BAĞKUR’lu yaptırmıştı. Ben yıllarca onu ödedim. Ondan sonra da emekli oldum. Hakikatten de çok mutlu oldum, sevindim. Dedim ki ne güzel. Allah korusun insanın ne olacağı belli değil ki. Hiç belli değil. Size bir şey söyleyeyim mi? Dinleyicilerimiz hatırlar mı bilmiyorum. Behiye Aksoy adında bir efsane vardı. Türk sahnelerinin Maksim Gazinolarının solisti. İşte o pırlantalar içinde kürkler içinde yüzen kadın en son Şişli’de bakımevinde, huzurevinde vefat etti. BAĞKUR maaşı olduğu için orada yatabiliyordu. Onun için hep “Ne oldum deme, ne olacağım de” derim. Bunu da sosyal medyada paylaştım. Tabi ki bu parayla Türkiye’de geçinmek mümkün mü? Keşke emekliler bunun üç katını alabilseler. Ben bunu bu niyetle söyledim hani. Böyle bir şey mi oldu babamın hatırası adına. Aman Allah’ım bu sosyal medya çok enteresan. Beni öldürdüler, öldürdüler beni. Sen dalga mı geçiyorsun emeklilerle hadi bakalım o senin çerez parana yeter mi falan böyle hakaretlere maruz kaldım.

“12 bin lira dolandırıldım”

Seçimlerden önce 31 Mart’taki seçimlerden önce akşam televizyon seyrediyorum. Zonguldak’ın Yenidoğanlar Köyünde bir muhtar aday olmayınca çocuklara yaptırdığı çocuk parkını yıkmış. Bir çocuk da nasıl ağlıyor izliyorum. Bana da yaşlı ve çocuk dediklerinde benim yumuşak karnımdır bende akan sular durur. Ben de bir tweet attım. Bu yeni muhtar acaba bana ulaşabilir mi dedim. Hakikaten ulaştılar bana ben de o parkı yaptırdım tekrar. Ben parkı yaptırdım, çocuklar orada gülüyorlar, eğleniyorlar bu beni çok mutlu etti.

Bu olaydan hemen sonra Kıbrıs’taydım bir telefon çaldı. “Cenk Bey merhaba. Ben Zonguldak Valiliği özel kalemden bilmem kim”. “Buyurun” dedim. “Vali bey sizinle görüşmek istiyor” dedi. “Peki” dedim. Şimdi Zonguldak dedi ve konuşmaya şöyle başladı. Teldeki adam “Cenk Bey ben biraz geç kaldım teşekkür etmek için” dedi. “Park için çok teşekkür ederiz” dedi. Şimdi başka bir şey olsa bana dese ki Isparta Valisiyim filan dese, derim ki; Sayın valim ben size beş dakika sonra makamınızdan döneyim. Ama zaten Zonguldak’ta parkı yaptırmışım. O an şüphelenmedim. “Buyurun” dedim. Akülü sandalye dedi, “120 taneye ihtiyacımız vardı. Bunun 100 tanesini aldık, toparladık. Sizden de üç tanesi için bir söz alabilir miyim” dedi. Şimdi bu da çok mantıklı. Bana yirmi taneyi siz alın da demiyor. Hani üç tane de siz bağışta bulunur musunuz diyor. Çocuklar için deyince de tabi bende akan sular durdu. Hay hay dedim. Ve bir hesap numarası verildi. Bana hesap numarası verildi. Ben hemen benim ekibe dedim ki hemen dedim buraya bu kadar parayı gönderin. Hesaba 12 bin lira gönderdik. Ersoy Dede sevgili gazeteci arkadaşım Zonguldaklıdır. Tesadüf Ersoy’a söyleyeyim haberi olsun dedim. “Ersoy böyle böyle bir durum var” dedim. “Cenk Bey bana müsaade eder misin 5 dakika” dedi. “Tamam” dedim. Sonra aradı “Aman Cenk’çiğim bunlar dolandırıcılar” dedi. “Zonguldak Valisi’nin sana çok selamı var” dedi. “Böyle bir şey yok” dedi. Neyse hemen Zonguldak’taki Asayiş Şube devreye girdi. Hemen Ziraat Bankası’yla konuşuldu. Para bloke edildi.

“Şarkı yapmadan önce yaşasınlar”

Bu aralar müzikte herkes eskiye sarılmaya başladı. Üreten arkadaşlar için bir şey söylemem. Ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar ama çok aynı şeyler tekrarlandı. Ritimler aynı, sözler aynı. Yani sadece bir ritim var, onun üzerine istediğiniz sözü koyabilirsiniz. Şimdi bunlar duygudan eksik şarkılar.  Biraz daha ince eleyip sık dokunsalar daha çok düşünseler, aşık olsalar keşke.  Ben Ahmet şarkı istedi hadi yapıp vereyim, Ayşe şarkı istedi hadi ona da şunu yapayım vereyim. Oradan biraz çıksalar da hakikaten bir şeyler yaşasalar aşk meşk yaşasınlar, o olsun bu olsun, o sıra dursun üretim yapmasın sonra acılarından şarkılar yapsınlar.