GEZGİNLERİN TAVSİYESİ TURİSTİK MERKEZLER

Hakan DİKMEN 04 Kas 2018

Hakan DİKMEN
Tüm Yazıları
Bugün size benim gezdiğim ve en fazla etkilendiğim ülkelerden bazılarını anlatmak istiyorum. Her ülke kendince güzel ama o ülkeye gittiğinizde hakikaten etkileneceğiniz farklı mekanları var. Bu yazıyı 
okurken inanıyorum ki, gidenler hatırlayınca iç geçirecek, gitmeyenler güzel hayallere kapılacak.

Hillier Gölü Pepto-Bismol’ün parlak pembe gölü. Yaklaşık 600 metre uzunluğunda, yaklaşık 250 metre genişliğinde. Bu gölü en iyisi bir helikopterle yukarıdan görmek gerekir. İsmi mide ilacını hatırlatsa da turistler için gölü çevreleyen, Pepto-Bismol ormanın keyfini çıkarmak ve bu muhteşem gölü ziyaret etmek bir ayrıcalıktır. Bu suyu bir şişeye koysanız da rengi değişmiyor. Pembe rengin tuz kabuklarındaki kırmızı halofilik bakterilere bağlı olduğu söyleniyor. Dünya çapında pembe göllerin tamamının ortak paydası tüm göllerde son derece yüksek bir tuz içeriği var. Aşırı tuzlu su, suyu pembeye döndüren üç farklı biyolojik varlığa sahip. 1) Dunaliella salina adı verilen bir yosun. 2) Salinobacter ruber adı verilen bir bakteri. 3) Halofilik archaea. (Aşırı tuza ihtiyaç duyan canlılar)

Aslında, son yıllarda turistik turlarla gidebileceğiniz, makul fiyatlarda olan, hatta taksitlere bölünmüş ödeme planlarıyla çok fazla ülke görebilirsiniz. Mesela, Eğer Vietnam’a gidiyorsanız Kamboçya’yı görmeden gelmiyorsunuz. Bir ücretle iki ülke diye düşünüyorsunuz. Ama bu turlar sizi film setine götürüyor gibi sadece sosyal medyaya fotoğraf çekme işine yarıyor. Orayı yaşayamıyorsunuz. Tamam, önemli tarihi turistik mekanları en fazla yarım saat görüyorsunuz, fotoğrafları çekiyorsunuz ama aylaklık yapamıyorsunuz. İşte bugün size bir ülkeye gittiğimizde görmek için zaman ayıramayacağınız yerleri anlatmak istiyorum. Bazen bir minibüs ile bazen çölde deve ile bazen de bir ejderhanın kırmızı topunda maceraya kavuşabilirsiniz. Dünyada ne kadar çok yeri gezerseniz gezin. Yine ömrünüz dünyanın her yerini gezmeye yetmeyecektir. Örneğin Avusturalya’ ya gittiğinizde kısıtlı zamanda o kadar çok yapılması gereken etkinlik ve görülmesi gereken yer var ki, hangi birisine koşturacaksınız? İşte size pek fazla kişinin görmediği Hillier Gölü.

Aborjin’lerin ULU RUH dedikleri “Uluru Dağı”

Muhtemelen dünya çapında en tanınmış masif kaya oluşumlarından biri olan Uluru veya başka bir deyişle Ayers Kayasını mutlaka görüp güneşin doğuşunu ya da batışını izlemeniz lazım. Bu esnada dağın her yanı farklı bir renge de bürünebiliyor.  Kaya dediğimiz yer Abojin’lerce kutsal kabul edilen tek parça ve 3000 metre yeryüzünden yüksekliği olan, 2000 metresi de yer altında bulunan muhteşem bir doğa harikası. 600 milyon yıldan daha eski bir zamanı sunuyor size. Bu dağ da sizin için inanılmaz bir Avustralya gezi hedefi olmalıdır. Buraya 300 km çölü geçerek varıyorsunuz ve Aborjin’lerin yerel dillerindeki Türkçe kelimeleri duyunca çok şaşırıyorsunuz. Örneğin bu dağa yabancılar Uluru deseler de onlar “Uluruh” diyorlar. Bir de bu dağın biraz daha küçüğü var 3 km ötede adı “Atilla”. Bizdeki Kafa, Katafalk, Anne, Değil, Ne, Duymak, Akmak, Kül ya da Küller, Solucan gibi daha birçok kelime var ortak kullandığımız.

Petra Ürdün

Petra, 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO Dünya Mirası listesine dahil edildi. 2007 tarihinde de Dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri olarak kabul edildi. Bugün buraya “Wadi Musa” diyorlar. PETRA, Sıra dışı bir halk olan Nebati Krallığının başkenti. Köken olarak göçebeydiler ama buraya yerleştiler ve Ortadoğu’nun ticaret yollarını kontrol ettiler. MÖ 400 ile MS 106 yılları arasında burada muhteşem bir kent kurdular ve onu geniş bir ticaret krallığının merkezi yaptılar. İşte yüz yıllardan günümüze gelen bu muhteşem Dünya Mirası görülmeye değer. Bu kapıyı birçok dergi, kartpostal ve haberlerde görmüşsünüzdür. Bir kanyonda gizlenmiş Petra, kentinin duvarları arasında dolaşırken ona hayran kalmamak mümkün değil.   Ben de bu kapıyı görmek için kayaların arasından yürüyerek geçmek zorunda kaldım ama görünce çok heyecanlandım. Sanki büyük bir güç burayı yıllardır saklamış. Petra Antik kenti muhteşemdi. Bu nedenle dünyanın dört bir yanından ziyaretçiler buraya akın etmişler. Kapının boş halde fotoğrafını çekmem de çok güç oldu. Çünkü o kadar çok kişi var ki. Rica edip boş bir fotoğraf çekmek imkansıza yakın. Şair John William Burgon, burası için “Tarihin yarısı kadar yaşlı gül kırmızısı şehir” ifadesini kullanmış. Daha kimler neler dememişler ki. Görmekte fayda var bu güzel filmlere plato olmuş Antik Kenti.

Neuschwanstein Şatosu Almanya

Walt Disney “Külkedisi” nin hikayesini yazarken esinlendiği ve logosuna ilham veren, dağların arasındaki ve de bulutların üzerindeki meşhur Neuschwanstein Şatosu… Bilhassa çocuklar için çok görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Hikâye kitaplarında olan Neuschwanstein Şatosu veya Neuschwanstein Kalesi. Almanya’nın Bavyera eyaletine bağlı Füssen yakınlarındaki Hohenschwangau kasabası yakınında bulunan sarp bir tepeye kurulmuş. 6 katlı, 19. yüzyıl Neo-romantizm mimari stiliyle yapılmış bir masal kalesi.

Almanya ya birçok kez gitmiş olsanız da bu Şatoyu görmek için zaman ayırmamış olabilirsiniz. Zaten çocuk sahibi değilseniz de ilk görmeniz gereken yerlerden değil burası. Yolunuz Münih’e, Innsbruck’a, Viyana’ya ya da Füssen’e düşüyorsa, Neuschwanstein Şatosu kolaylıkla günübirlik ziyaret edebilirsiniz. Aynı zamanda, Almanya’nın en güzel rotalarından birisi olan ve Würzburg’dan başlayan 350 km’lik ‘Romantik Yol ’un en güney noktası, yani son noktası oluyor. Bu demektir ki, Romantik Yola çıktıysanız, yolunuz Neuschwanstein Şatosu düşecek! Hikayesi de şöyle, Romantik Kral olarak da bilinen II. Ludwig, 19. Yaşında tahta çıkmak zorunda kalmış ve Bavyera Kralı olmuş. O dönemlerde Wagner’den çok büyülenmiş ve epik Orta çağ Almanya’sına takıntılı bir tutku geliştirmiş. II. Ludwig bazı psikolojik hastalıklara da sahipmiş. Zaten erken yaşta da ölmüş. Neuschwanstein Şatosu devlete o kadar çok yük getirmiş ki, Ludwig’in ölümünden 3 hafta sonra, borçlarının ödenmesi için turistlere ziyarete açılmış. Bugün Neuschwanstein, Avrupa’daki tüm saray ve kalelerin en popülerlerinden biri. Her yıl 1,4 milyon kişi “masal kralının kalesini” ziyaret ediyor. Yaz aylarında günde yaklaşık 6.000 ziyaretçiye kapılarını açtığı oluyormuş.

Ha Long Bay – Vietnam

Halong Koyu, Çin sınırına yakın kuzey Vietnam’da UNESCO Dünya Mirası olmuş çok etkileyici bir doğa harikası. Körfez, birbirinden farklı 1.600 kalker adası ve daha ufak adacıklarla dolu.  Bu muhteşem mekân 1.500 kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. Olağanüstü alan 1994 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine dahil edildi. Birçok turist için burası bir filmden çıkan plato gibi. Gerçek şu ki Halong Körfezi, geniş bir biyoçeşitlilik yelpazesine sahipken, gerçeküstü manzara gerçekten sonsuz manzara sunuyor. Bizim bu muhteşem koyu yaşadığımız gemimiz. Hem motorlu hem de yelkenli olması nedeniyle ada aralarında gezerken motor susuyor yelkenler açılıyor sessizliğin sesini dinletiyorlar size. Kamaralar da çok lüks. Vietnam deyince biraz farlı düşünüyor insan ama pırıl pırıl, tertemiz bir ülke.

Küba

Dünyanın her yerinde sokaktaki milyonlarca insana sormuşlar; “En çok hangi ülkeyi görmek istersin” diye. Küba açık ara birinci çıkmış. UNESCO araştırmasına göre dünyada en çok görülmek istenen ülke unvanına sahip olmak ve hala yıllar öncesinin komünizmini yaşatmaya çalışmak çok hoş. 

Eski otobüs ve otomobillerin arasına artık yeni modern araçlar da girmeye başladı.

Santa Clara, Varadero, Colon ve Trinidad gibi bölgeler Küba’nın mutlaka görülmesi gereken yerleri arasında bulunuyor. Küba’yı dört mevsim boyunca ziyaret etmeniz mümkün. Bir tercümanın aylık maaşı 20$, doktorun ki ise 30$. Küba’da iki para birimi var, biri turistler için adı CUC, diğeri de halkın kullandığı Peso. 1 CUC = 25 Peso. Yani siz tuvalete gitseniz neredeyse 10 TL ödüyorsunuz. Suyu bile zamlı içiyorsunuz. Sizin için su fiyatı 2 CUC’ken, yerliler 0.6 CUC veriyor.   

Zamanı çok geriye taşıyan bu güzel otomobiller ve Küba’nın sokak çalgıcıları havaya ayrı bir koku ve ambiyans katıyor. Başka bir dünyaya gelmiş gibi oluyorsunuz.

Aslında Fidel Castro ölene kadar farklı bir yaşam sürüyordu Küba ama şimdi daha fazla dünyaya açıldı. Amerika Birleşik Devletleri de turizm konusunda vatandaşlarına izin verince turist sayısı 6 kat artmış. Zamanınız kısıtlıysa görmeden gelmeyin diyeceğim şehirler, harika cenneti andıran kumsalı ve denizi ile Varadero, Tabii ki Havana, Vinales, Unesco Dünya Mirası olan Trinidad.  Amerika’nın (ABD) bu kadar yakınında olup da ona kafa tutabilen Komünist olmaktan mutlu, doktorlarının kansere dahi çare bulduğu efsanesi olan Küba’nın sembollerini de şöyle sıralayabiliriz. Fidel Castro, Küba Devrimi’nin önderlerinden olan Kübalı Marksist devrimci. Devrim sonrasında, Küba devlet başkanlığı yapmış en çok sevilen kişisi ve en büyük dostu yoldaşı Che Guevara.  Salsa müziği ve dans, puroları, Küba’nın milli içkisi ROM ve tabii ki dünyaca meşhur yaşlılar orkestrası Buena Vista Social Club. 

Her yerde Müzik var, Her yerde dans eden mutlu insanlar

Renkli sokaklarıyla, misafirperver halkıyla, usta işi yiyecekleriyle Küba sizi bekliyor. Keşke zaman benim deyişimle nakit ve vakit olsa da dünyayı dolaşsak.

Bugünlük de bu kadar. Daha yazacak o kadar çok yer var ki. Siz de bana gittiğiniz yerleri yazıp ve orada çektiğiniz fotoğrafları yollarsanız bu sayfada paylaşırız. hdikmen@yenibirlikgazetesi.com  şimdilik hoşçakalın.

ChIttorgarh Kalesi

Hindistan tarihi ve kültürel mirasıyla gezginlerin listelerinin başlarında yer alıyor. Hindistan koca bir kıta kadar büyük olduğu için kuzeyi güneyi birbirinden çok farklı özellikler sunuyor. Gezilecek ve görülecek yerlerin çok olması turistlere seçimlerinde zorluklar yaşatıyor.  Ancak, Hindistan’a gelen turistlerin çoğu Chittorgarh Kalesi’ni görmeden ülkeden ayrılmıyor. Kalenin büyüleyici tarihi milattan sonra 7. yüzyıla kadar dayanıyor. Burada binlerce kadın ve erkek düşmanlarına karşı savaşırken can vermiş. Bu nedenle o bölge insanlarının ataları kahraman olduğu için gurur duyuyorlar. Chittorgarh Kalesi en yoğun turist ziyaretini düşmanları tarafından öldürülmeden kendilerini kurban edenlerin anıldığı Rajput Festivali zamanında yaşıyor. Bence gitmek isterseniz o tarihe Rajput Festivali ayarlayın seyahatinizi.

Angkor Wat

Hani size turların iki ülkeyi birleştirdiğini anlatmıştım ya. Bunlardan biri de Vietnam ya da Tayland ile Kamboçya. Bu komşu ülkelerin gezecek o kadar çok yeri var ki hepsi tur günlerine sığmaz ama benim size olmazsa olmaz diyebileceğim önerim Angkor Wat. 1992 yılında UNESCO Dünya Mirası olarak ilan edilen bu bölge, bir gün giderseniz sizi çok etkileyecek.  Hem mimari hem duvarlardaki heykeller hem de yüzyıllar öncesinden ağaçların köklerinin binaların içine sarılıp yaşamaya devam ettiği çok etkileyici bir yer.

On ikinci yüzyılda ihtişamlı bir zenginliğin Khmer krallarından Suryavarman II tarafından, Hindu tanrısı Vishnu (Vişnu) adına Angkor Wat inşa edilmiş.

En ünlü tapınak olarak anılan dünyanın en büyük dini binası olarak kabul edilen ve Kamboçya bayrağında stilize edilmiş efsanesi olan ünlü yer Angkor Wat ‘tır.

Günümüze gelen görünür anıtların hepsi din için yapılan taş binalar.  Kraliyet ikametgahı da dahil olmak üzere yapılan diğer binalar, ahşap gibi çabuk bozulan malzemeler üzerine inşa edilmiş ve sadece birkaç kalıntı hayatta kalmıştır.

Angkor ‘un iyi korunması için, bu bölgede hiçbir konaklama ve turistik hizmet yoktur. En yakın 6 km güneyindeki Siem Reap şehri, bölgeye hizmet veren turizm merkezidir.