GALATASARAY AYARINDA LİSE KURMAYI DÜŞÜNMEDİK
Son günlerde birkaç eleştiri yazısı okudum.
Seçimi geride bıraktık, yeni bir kabine oluşturuldu, bakanlar göreve başladı. Tabi beklentilerin yoğunlaştığı bir kurum da Milli Eğitim Bakanlığı. Geçmişten beri herkesin şikayet ettiği, eleştirdiği bir kurum. Son günlerde birkaç eleştiri yazısı okudum. Herkes eleştiriyor ama yapılması gereken somut işler ne, bu noktada fazla bir şey söylemiyorlar. En fazla söyledikleri müfredatın değiştirilmesi gerektiği. Evet müfredatta sıkıntılar vardır. Müfredat konusunda şu önemli. Milli şuur müfredatta yeteri kadar yer almıyor. Milli şuur olmadan bu toprağı size yar etmezler. Bir sokak röportajı vardı, hatırlayacaksınız. Vatandaşlarımıza Kıbrıs nerede diye soru soruluyor. Bir kimse Karadeniz'de, başka birisi Ege'de, bir kardeşimiz Sicilya tarafında diyor. Biz daha Kıbrıs'ın nerede olduğunu bilmiyoruz. Peki Kıbrıs Davası'nı nasıl güdeceğiz? Böyle bir şey kabul edilemez. Bizim fazla Kıbrıs uzmanımız da yok. Bu konularda kafa yoran yetişmiş insan gücümüz de yok. Milli şuur bağlamında Bosna Savaşı'nı, Dağlık Karabağ'ı, Batı Trakya'yı gençlerimizin bilmesi gerekir.
Keşke sorun sadece müfredatla ilgili olsa. Müfredat değiştirmek yetmiyor. Bu müfredatı gençlere kim aktaracak, kim aksettirecek? Politika belgelerindeki dilekler, Son Milli Eğitim Şurası'ndaki temenniler, bunlar tatmin edici olmaktan uzaklar. Bizim muallimlerimizin, öğretmenlerimizin yeterliliği ile ilgili daha fazla kafa yormak gerekiyor. Onların niteliklerinin daha iyi hale getirilmesi ile ilgili yeni bir vizyon gerekiyor.
Medeniyet odaklı düşünüyoruz. Dönüp baktığımız zaman bizim medeniyetimizin önemli simaları var. Necip Fazıl, iki hafta önce ölüm yıldönümünde andığımız bir kimse. Abdülhakim Arvasi'den feyz almış biri. Ama dönüp baktığımızda hukuk fakültesi üzerine Sorbonne'da felsefe tahsil etmiş, Henry Bergson'dan ders almış birisi. Yine en önemli fikir adamlarımızdan Nurettin Topçu Sorbonne'da doktorasını birincilikle bitirmiş birisi. Onun eserlerinde aldığı bu eğitimin büyük etkisi var. Efendim Cemil Meriç Antakya Sultanisi'nde okurken kimlerden ders almış? Mesut Fani var. Sorbonne'da doktora yapmış birisi. Hocaları arasında Tarık Mümtaz var.
Mehmet Şevket Eygi'nin yazılarında hep Galatasaray vurgusu vardır. Orada edindiği tecrübelerden sıkça bahsediyor. Galatasaray esaslı bir okul, aidiyet duygusu veren bir yapı. Biz son yirmi yılda, son kırk yılda, son yüzyılda bu seviyede bir lise kuramadık. Bu sorun üzerinde çokça durmak gerek.
Sonra Sorbonne ayarında bir üniversite oluşturamadık. Biz bu işleri gerçekleştiremediysek tabii ki başarısız oluruz. Efendim ne yaptık? Ankara'da Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nin Çubuk'ta olması düşünülmüş. Bir proje üniversite... Çubuk'ta olduğu için bir ekol oluşturması çok zor. Elimizde 1859'da kurulmuş bir Mülkiye vardı. Ama Mülkiye bugün değerini yitire yitire alelade bir okul haline dönüştürüldü. Üzerinde farklı bir tasarım düşünülmesi gerekirken bu yapılmadı.
Problemlerden birisi bu tür vizyonun olmaması. Bu vizyon olmayınca da ilerleyemiyoruz. Siz bir gençlik, bir nesil yetiştireceksiniz, doktor, mühendis, eğitimci yetiştireceksiniz ama bunların alelade kimseler olmaması gerekiyor. Bu yüzden bunları yetiştiren kimselerin çok özel insanlar olması gerekiyor. Bu özel insanların ruh verdiği okullar geliştirmeniz gerekiyor. Bizim üniversitelerimiz, mantar gibi biten çirkin fakülte binaları, altı market üstü fakülte yaklaşımı, ehil olmayan akademisyenler, eskinin lise muallimlerinin gerisinde kalmış akademisyenler bunlar bizim vizyonsuzluğumuzun sonuçları. Bu tablonun bizi bir yere taşıması kolay değil.
Gençler sadece okulda eğitim almıyorlar. Bugün sosyal medya, diziler, yaşanılan şehrin çerçevesi gençleri kuşatıyor. Biz böyle bir ortamda gençlere ne sunabiliyoruz? Son dönemde tarihi diziler çekiliyor. Kılıç kalkan oyunları, aforizmalar, hamaset... Halbuki bir iş yaptığımız zaman dünyadaki en iyi örnekleriyle yarışmamız lazım. Bizim nitelikli kültürel üretime yönelmemiz lazım. Neticede hepimiz kıymetli bir neslin özlemini duyuyoruz.