Vakıf Katılım web

EVLİLİKTE ROMANTİZM

Ümit G. CEYLAN 30 Eyl 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Batı felsefesi hep bir öncekini tenkit etme veya red etme üzerine kuruludur.

Batıda doğan her akım bir önceki akıma tepki olarak ortaya çıkmıştır. Batı felsefesi hep bir öncekini tenkit etme veya red etme üzerine kuruludur. Aslında bir anlamda bu hayatın akışı içinde doğal bir süreç olarak görülebilir. Ancak bir önceki akımı tamamen red etmek ve üzerine bir şey koymadan ilerlemek toplumsal olarak travmatik bir süreci de tetikler. Fransız İhtilali’ni buna örnek verebiliriz. Bu durumda son üç yüz yıllık bir akımlar tarihi olarak görebiliriz. Örneğin yazımızın konusu olan romantizm bir önceki akım olan klasizme tepki olarak çıkmıştır. Günümüzde hangi akımlar edebiyata, sanata hâkim derseniz bir tek akımdan bahsetmek çok zor ama biz bunu kısaca popülizm deyip geçiştiriyoruz.

Biz hangi akıntıdayız

Toplumları etkileyen akımlar öncelikle birey olarak insanları etkiliyor ve bir anda toplumu kendine çekiyor. Aslına bakılırsa bütün akımlar ve izimler popülerlik üzerine kuruludur. Bugün medyanın marifetiyle akımların çok hızlı yayılmasından kaynaklanan bir baş döndürücü durum vardır. Henüz bir akım yerleşmeden neyin ne olduğunu anlamadan başka bir akım gelip diğerini kenara itiyor. Dolayısıyla artık akımların ve düşünceyi etkileyen tüm bu izimlerin temelde sağlam olmadığını kanıtlayan bir devir içindeyiz. Kapitalizm veya adına hangi ekonomik, teknolojik gelişmeyle bağdaştırırsanız bağdaştırın bir anda gelip sonra da bir anda giden hiçbir akım kalıcı değildir. Bu akıntıya kapılmak gibi bir şeydir. İnsan önce konumu bilmeli. Neyin hedefi olduğunu kavramalı. Akıntıya kapılmadan bir denge içinde hayatını sürdürmeli.

Popülizm malzemesi

Duygu, düşünce ve davranış biçimlerini de etkileyen bu akımlar silsilesi her devirde az çok bütün toplumları yönlendirmiştir. Tanzimat ile birlikte bizde de bu akımların etkilendiği alanlar olmuştur. Özellikle edebiyat alanı kendi içinde de çeşitli etkileşimleri romantizm ile birlikte yaşamıştır. Özellikle aşk konusu romantizmin belli başlı konusu olmuştur. Romantizmin en güçlü yanı olan iyi, kötü çatışması, akıldan çok doğanın güzelliklerine duyulan hayranlık ve buradan yola çıkılarak kadına veya erkeğe duyulan aşk ve bunların şiire ve romana yansıması bir devri etkilemiştir. Öyle ki bugün hala moda başta olmak üzere bir romantizm akımından yüzeysel de olsa söz edilebiliyor. Evlilik romantizmi öldürür mü sorusunu dergilerin, hafta sonu eklerin magazin sayfalarında görebiliyoruz. Ya da yeni sevgili çiftlerin hafta sonu romantizm kaçamağı başlığı altında artık adı sadece başlıklara yansıyan paparazzi haberlerinin popülizm malzemesi olabiliyor.

Kaçış planı olarak Romantizm

İlk zamanların hararetli dönemlerinde kadın erkek ilişkilerinde bir serap görme hali olabiliyor. Bazen bu erkeğin gördüğü bir serap bazense kadının gördüğü bir serap olabiliyor. Ama birinin mantık içinde olması bu serap halini yavaş yavaş gerçeğe çekmesine yardım edebiliyor. Bir tarafın ısrarla şiirler, çiçeklerle romantizmden dem vurması ve gerçekliğin içine girmek istememesi hayatın dengesi açısından sıkıntılı bir durum. En güzel romantizm, evlilikte bütün işlerin birlikte uyum içinde kotarılmasıdır. Zorlukları birlikte göğüslemek, birinin eksiğini diğerinin tamamlaması tam bir kaynaşma halinde evliliği, birlikteliği yürütmek romantizmden çok daha anlamlıdır. Nezaket, anlayış, duyarlılık ile davranışların bütünleştiği bir bakış, kavrayış şiirlere dökülmüş bir kuru çiçekten daha romantiktir. Ancak bu sevdiğimize bir çiçek almayalım anlamında anlaşılmamalıdır. Gerçeklerin üzerini örten bir akıl dışılık ve düş aleminden önce; muhatabımızla birlikte aynı mekanı gül bahçesine ve bir şiir alemine döndürecek ilgi, alaka ve inanca ihtiyacımız var. Bu tek taraflı yaşanan bir romantizmden daha anlamlı ve hakikate daha yakın bir duruşdur.

YÜZ YÜZE KÜLTÜR SANAT SEZONU

Yaşanan uzun bir kapanmanın ardından yeniden hayata karışmaya, canlanmaya çalışıyoruz. Sanırım en son ayağa kalkan alanlardan biri de kültür sanat oluyor. Geçtiğimiz dönem bütün sahne sanatları ve sinemalar gösterime kapalıydı. Dünyada neredeyse hiç film çekilemedi. Sahne performansları yapılamadı ve bir kısım sahne sanatları dijitale taşındı. Kültürel organizasyonlar; sempozyumlar, konferansların birçoğu çevrim içi gerçekleşti. Elbette bu da bir fırsattı. Bazı markalar sanatçılara internet üzerinden konser vermelerine olanak tanıdı. Ama hiçbiri aslı gibi olamadı. Hatta konferans ve sempozyumlar dahi bu şekilde bizi tatmin etmedi. Ama bir şeyi keşfettik. Artık internet kültür ve sanatın tamamen içinde. Kültür sanat faaliyetleri yüz yüze yapılsa dahi bundan sonra eş zamanlı internet bağlantısıyla da etkinliklerin paylaşıma hazır olması gerekiyor. Bu vesile ile ben de kültür sanat alanında faaliyet gösteren Divan Edebiyatı Vakfı’nın cumartesi günleri düzenlenen Keyfiyet Sohbetleri’ni duyurayım. Dr. Sait Başer başkanlığında Türk medeniyetinin tüm kapsayıcı unsurlarıyla birlikte Türk dili, tarih, felsefe, tasavvuf gibi konularda özellikle gençlerin merakla takip ettiği Keyfiyet Sohbetleri her cumartesi saat 17.00’de Üsküdar’daki Vakıf Merkezi’nde başlıyor.

PUHU

Bir masal anlatıyorum geceden gündüze kadar süren. Kırk gün kırk geceyi yüz kırk kelimeye sığdıran, daracık sokaklardan haberler uçuran. Duydunuz muuu! Puslu bir sabahın seherinde bir ağacın yapraksız dallarına konmuş Puhu kuşunun sesini. Bir hazan mevsiminde gelmiş yuva yapmış tünediği ağaca. Bir daha da gitmemiş oradan. Herkes arasında konuşur olmuş bu tuhaf kuşu. Öylece sabahtan akşama kadar başını kendi etrafında çevirip durur, sanki bütün mahalleyi gözleriyle bir kamera gibi kaydedermiş. Gece olur parlayan gözleriyle bu kez aynı yerde bu haline devam edermiş. İnsanlar gözetleniyoruz hissiyle bir acayip olmuşlar. Kimse kimseye bir şey anlatamaz,’ dedikodu yapamaz olmuş. Hal ve hareketleri kısıtlı; sağı, solu kolaçan edip hemencecik evlerine kaçar olmuşlar. Gel zaman git zaman başka diyarlardan bir avcı bu kuşun haberini alıp mahalleye gizlice girmiş. Pusu kurmuş, başlamış beklemeye. Önce kuşu takip etmiş bir süre. Bakmış ki kuş öyle bildiği kuşlardan değil. Büyülenmiş kalmış; şaşmış. Eline tüfeğini almak bile gelemiyormuş ki vursun kuşa. Aradan epey zaman geçmiş mevsim bahar olmuş çiçekler, börtü böcek şenlenip doğa canlanmış. Bir bakmışlar ki her gün ağacın dalında tüneyen Puhu yerinde yok. Masal bu ya aslında orada gördükleri bir kuş değilmiş. Avcının da büyülenip kaldığı şey kendi vesveseleriymiş. Oysa o kuşu vursaymış vesveselerinden kurtulacakmış. Mahalleli de kendi yaptığı dedikodunun esiri olmuş bir halde oradan oraya kaçarken aslında ağacın kuru dalında gördüğü o Puhu, kendi kupkuru nefisleriymiş. Ne zaman ki mahalleye bahar geldi mevsim değişti Puhu kuşu da yok oldu. Bu da Puhu kuşunun her mevsim başka ağaçlara konduğunu göstermiyor mu? İnsan kendi nefsini uğursuz bir kuşa benzetip de ondan kaçarsa nefsinin tekâmülü için uğraşırsa bir gün mutlaka bahar gelir ve ağaçlar yeşerir. İşte herkese zaman zaman seslenen bir Puhu bu? En iyisi biz bu masala kulak verelim de Puhu’nun sesini kısalım.

Gökçe Güneygül

Hz. Mevlâna ve Rebab Sazı

(Kalben Duy ve Dinle!)

“Bu rebabın sesi neler söyler bilir misin? Arkamdan gel de yolu öğren diyor. Gönül sana kavuşmak hevesiyle sanki rebabdır rebab…”

13. yüzyıl başlarında Belh şehrinde 30 Eylül sabahı doğan, arifler coğrafyasının güneşi Hz. Mevlâna, gönülleri aydınlatan, kalbî ikliminden esen her cümlesiyle, aynı kaynaktan işitilen rebabın musıki nağmeleriyle yüzyıllardır gariplerin gönüllerini hoş ediyor. Hz. Mevlâna “Rebab sazını acziyetinden, garipliğinden ötürü biz ses verdik, söylettik. Zira garipleri okşamak, din erlerinin, yakın haslarının işidir.” diyor. Rebabın telleri yay vasıtasıyla okşandıkça gönüller bu sesin tesiriyle coştukça coşuyor, Âşıklar sema döndükçe dönüyor. Ve Hz. Mevlâna’nın yolundan yürüyen Sultan Veled Hazretleri rebab sazını insan ile özdeşleştiriyor. Nasıl ki insan evladı, bir eser olarak ana rahmine düştüğü bu âlemde, asıl sanatkârın, mutlak yaradanın manevî birliğinden ve dirliğinden ayrılmanın acısı ve kavuşmanın özlemiyle inim inim inlerse, rebab sazı da öylesine derinden, öylesine içten nağmelerle yaradanına kavuşmak için feryad figan ediyor. Ağlıyor.

Çünkü Sultan Veled Hazretleri’nin “ Rebabnâme” eserinde dediği gibi kainatta ne varsa alt, üst, yer, gök, ön, arka, tamamen ve yalnız aşktan vücuda geldiğinden dolayı, bu âlemde her şey aşkın mahsülü olarak farz edilir. Rebabın da gece gündüz böyle yürekten âşıkane feryatlar etmesine sebebiyet budur. Öyle ki rebab bu feryattan ne zahmet ne de yorgunluk duymaz. Ne balık deniz suyundan doyar da usanır. Ne arslan avlanmadan usanır ya öyle bir manevî sarhoşluk toprağında seslenir, ölmeden ölüp,  şikayetle şükür arasında yürür, durur.

Rebabın ve insanın feryatlarından meydana gelen talep, aşk deryasından bir damla veya madenden bir parçadır. Şüphe yoktur ki damla, denizin aslıdır. Kainatın aynalarında cama bakan kendini, daha derinlere can aynasına bakan bu deryadaki kendini görür, işitir. Herdaim aşk aslolandır, âlem de onun parçalarıdır ve gören göze, işiten kulağa, duyan kalbe can aynasından yansıyan da budur. Sultan Veled Hazretleri Rebabnâme eserinde der ki: parçaların parçalarını bırak da asla talip, talebe ol! (…)

Hz. Mevlâna Mesnevî-i Şerif eserinde der ki:

-Dinle! Bu ney neler hikâyet eder, ayrılıklardan nasıl şikâyet eder.

Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir. İştiyâk derdini şerhedebilmem için, ayrılık acılarıyla şerha şerhâ olmuş bir kalb isterim.

Sultan Veled Hazretleri Rebabnâme’sinde ayet kerimesi gereğince yerin göğün bütün zerreleri ve rebab sazı da Cenab-ı Hakk’ı tespih edip, onu anar ve zikrettiğinden, onun zikrini, tespihini ancak gönül ehli olan arifler duyduğundan bahseder.

Hz. Mevlâna’ya göre neyin sırrı, ney sadasından feryâdından uzak düşmez. Lâkin her gözde onu görecek nûr, her kulakta onu işitecek kudret yoktur. Bu nedenle iki âlemde de insana lazım olan kalbin dünyevî mühürlerini açarak, gönül tellerinde titreşen sesin ne dediğini duyacak kalbe ve göz penceresinden manevî iklimin ışığını görünce bakabilecek nura erişmeye çalışmak, aklen ve kalben gerçek aşkın varlığı ve birliğinden ayrılmanın hüznüyle yanacak, pervane gibi acıyla yanıp, kavrulacağını bile bile ışığa kavuşmak için yalvarıp yakarmak ve ateş-i aşka cesaretle kanatlarını açabilmek, dervişler gibi semaya elleri açıp, işitildikçe kainat gibi dönen devranda Hakk’tan halka, halktan halka iki cihanı kalp gözündeki perdeyi kaldırarak ilahi sarhoşluktan mest olarak dolaşabilmektir.

Kalbi İletişim

ANNE, BABA ÇOCUĞA ŞİKÂYET EDİLMEZ.

Kalpten kalbe geçen birçok iletişim yolu var. Özellikle aile içinde anne ve baba arasındaki dengeli iletişim çocuklara yansır. Anne ve baba aralarındaki anlaşmazlıkları çocukların önüne getirmemeliler. Hangi yaşta olurlarsa olsunlar çocuklar her zaman ailenin sorumluluğundadırlar. Kendi ayakları üzerinde dursalar bile her ne şartta olsalar dahi hiçbir zaman anne babadan biri kendini aklamak, haklı göstermek gafletine düşmemeli; anne veya babayı çocukların önünde küçük düşürmemeli. Böyle bir davranış bunu yapan kişiyi küçültür. Mesela annenin yanında veya gıyabında; “Söyle bakalım evladım annenin hangi huyundan rahatsızsın” denilmez.  Ya da anne baba arasında çocuk hakkında yapılan görüşmeyi, çocuğun önüne getirip; “Evladım annen bana seninle ben yeterince ilgilenmiyormuşum diyor. Ne diyorsun buna” denilmez. Bunlar karı, koca arasında kendi kelimelerimizi kullanarak oluşturduğumuz bir dildir. Aynen bu şekilde pişirilmeden ham halde çocuğun önüne getirmek ne çocuğa ne de bunu aralarında konuşurken ortaya koyan anne veya babaya bir faydası olmaz. Bilakis bu şekilde ifade eden anne veya babadan biri kendini bitirir. Çocuklar bunu yıllar sonra kafalarında bir yere koymuş olduklarını ifade edecek şekilde davranırlar. Hiç şaşırmayalım.

ARTI – EKSİ

Artı

İyilik yayılsın

Vicdanlı olmak. İnsanın yaratılışında var olan bir değer vicdan. Vicdanlı olmak, adaletli ve hakkaniyetli olmak, ahlaklı ve seciyeli olmak da diyebiliriz ki; bu özelliğe bağlı olarak sevgi, şefkat ve merhametli olmayı da dillendirebiliriz. Vicdanı sızlamak demek de, saydığımız bu değerlerin aksine oluşan hadiseler ve olgular karşısında kaygı ve endişe duymak demektir. Bunun yaşanmaması için maddi manevi, duygu, düşünce ve eylemlerle vicdana dokunmak demektir. Vicdansız insanlar için de, adalet, ahlak, sevgi, şefkat ve merhametten yoksun demektir. Bir de vicdanlı insanlar vardır ki tek kelimeyle merhametlidir. Yaz günlerinde, su şişesinden, ya da avucuyla kuşa, kurda, kaplumbağaya, kediye, köpeğe su içiren insanların videoları ‘trend’ yapmış durumda. Sosyal medya ve geleneksel medyada bu tür videoların verilmesi takdir edilecek bir hadise ve haber niteliğini taşıyor. Allah benim rahmeti her şeyi kaplamıştır diyor. Bir hayvana su ve yem vermek, bir fidana su vermek ve budamak, çöpleri çöp kutusuna atmak, bir yetimin başını okşamak sevgi, şefkat ve merhametin tezahürüdür. İyi ki vicdanlı insanlar var. Onlar sayesinde kahrı perişan olmuyoruz. Daha da vicdanlı insanların her anlamda çoğalması bizim kurtuluşumuz olacak. O halde her yaptığımız iyilik ve vicdanlı davranış bin yıllık ibadet kadar değerlidir. Vicdan merhamet olduğu kadar büyük bir empatidir. Medya bu tür videoları kamu spotu tadında vermelidir.

Eksi

Sorunlu ifade

Geçtiğimiz hafta Denizli’de yakalanan bir cinci hoca (!) hakkında medyada haberler yer aldı. Taciz şikâyeti ile ihbar edilen bu kişiye ait bazı delillerin polis tarafından elde edilmesine dair ayrıntıların, haberde ifade ediş biçimi sorunluydu. Hangi kesimden ve meslekten olursa olsun ahlaksızlık toplumun topyekûn sorunudur. Ahlaksızlığı bir gruba dayatmak da bir tür ahlaksızlıktır. Söz konusu haberde şu ibare geçiyordu; “ …yapılan aramalarda evde muska, tespih bir de Kur’an ele geçirildi..”.  Kur’an-ı Kerim’e yasaklı bir eşya muamelesi yapılması bunun da ötesinde bir ahlaksızlık şebekesinin evinde yapılan aramalarda kutsal kitabın varlığını öne çıkartarak bir kesimi karalamak sorunlu bir ifade ediş biçimidir. Altında iki şey aranır; kasıt ya da cahillik.

KENDİ SANATÇILARIMIZ

Anadolu yakasındaki bir belediyemiz kültür sanat sezonunun açılışını genç piyanist Evgeny Grinko ile yaptı. Belediyenin verdiği bilgiye göre yapılan bir anket sonucu en çok Grinko’yu dinlemek yönünde istek alınmış. Sanatçının performansını ben de sosyal medya ağlarından zaman zaman takip ediyorum. Çok yönlü dinamik ve keyifli müzik yapıyor. Farklı enstrümanları harmanlayarak etkileyici sahne gösterileri ile günümüz dinleyicilerini gerçekten etkiliyor. Benim de beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. Ancak yine de kendi sanatçılarımızı unutmamak gerektiğini en azından onları da dinleme fırsatını belediyelerimiz ve sanat etkinlikleri düzenleyen kurumlar tarafından verilmesi gerekiyor. Söz konusu Belediye ile aynı ilçede ikamet eden dünyaca ünlü ve harika çocuk bursu ile zamanında Fransa’ya gitmiş ve sanatının zirvesinde Türkiye’ye dönmüş olan piyanist Hüseyin Sermet’i de kültür sanat etkinlikleri kapsamında görmek isteriz. Halkımızla bu önemli ve değerli sanatçımızı buluşturmak ve tüm diğer sanatkârlarımıza da yer vermek, sanat ve kültür adına yapılacak olan çok kıymetli bir hizmet olacaktır.