EMPERYALİZMİN DAYATTIĞI DEVLETSİZ TOPLUM DİSTOPYASI-I

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Son haftalarda kamuoyunun içine düştüğü tartışmaların temelde yol açtığı sonuç devletin itibarının zayıflamasıdır.

Son haftalarda kamuoyunun içine düştüğü tartışmaların temelde yol açtığı sonuç devletin itibarının zayıflamasıdır. Devlet soyut bir kavram etrafında insanların müşterek kabul ettiği kurallara bağlı olarak gönüllü örgütlenmesinden oluşur. En büyük hata, devleti mevcut hükümetle aynı kefeye koymaktır. Modern toplumlarda hükümet toplum tarafından kabul edilmiş ve yasayla da bağlayıcı hale gelmiş kurallar çerçevesinde devlet aygıtını işleten seçilmiş insanlar topluluğudur. Devletle hükümeti bir tutmak, arabayla şoförü bir tutmak anlamına gelir. Bugün içinde bulunduğumuz ortamda, özellikle hükümetin uyguladığı ve uygulamayı taahhüt ettiği politikalara karşı olan muhalif kitlenin bir kısmı, bu muhalefetlerini hükümet kadar, hatta ondan daha fazla, devlet kavramına da yöneltmektedirler. Bu yanlış anlama ve eğitim yetersizliğinden kaynaklanabileceği gibi, aynı zamanda, taammüden işlenmiş bir eylem de olabilir.

Küreselleşme süreci ile birlikte bir önceki yazımda “lümpenentelijansiya” olarak bahsettiğim “aydınlatılmışlar” tarafından aşağıdaki söylemler sıkça dile getirilmeye başlandı: “Devlet kanunlarla desteklenen organize suç örgütüdür!”, “Devletlerin miadı artık doldu, devletin yerini sivil toplum alacak!”, “Milli değerler adı altında milli devletler toplumları tek kalıp içine sokuyor!”, “Savaş cinayettir!”, “Evlilik ve aile kadın sömürüsünün ve bireysel özgürlüğün yok edilmesinin meşru dayanağıdır!”, “Geri kalmışlığın sebebi dinler ve özellikle İslamdır!”, “Türkler aslında Türk değildir, zorla Türkleştirilmiş Ermeni ve Rumlardır!”…  Tahmin ediyorum ki, bu sloganları okuyunca çoğunuzun tüyleri diken diken oldu. Bu sloganlar ve benzerleri hemen hemen her toplumda benzer tipte “aydınlatılmışlar” tarafından seslendirilmekte. Söylediklerinin iler tutar tarafı yok da, aslında kimin adına ve çıkarına bu sözleri söyledikleri önemlidir. Bu yazı ve daha sonraki devam yazılarında bu duruma değinmek istiyorum. Ancak ana fikri daha başta söyleyeyim: Küresel ekonomiyi yönlendiren büyük sermaye sahipleri, para akışlarını yöneten kurumsal tefeciler ve bilgi akışlarını yönlendiren medya ve iletişim organları için mevcut haliyle milli devletler kârı sınırlayan ve yeterince büyümelerini engelleyen kuruluşlardır. Küresel bir pazar ve ondan elde edilecek sömürü, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, devlet engeline takılmaktadır. Bunun içinde bu devletlerin zayıflatılması, mümkünse yıkılması gerekir. İhale de, kökleri dış kaynaklı olan aydınlatılmışlar ve iş birlikçi lümpenburjuvaya verilmiştir. Aslında, bu kurguda bütün devletler ortadan kaldırılmak istenmemektedir. Başta ABD olmak üzere merkezi kapitalist ekonomiler, küreselleşme olgusunu kendilerinin dünya hâkimiyetine bir gerekçe, bir kılıf olarak tanıtmaktadırlar. Güya insanlar özgürlük içinde, eşit haklarla barış içinde ve müreffeh yaşayacaklarmış.  Yeter ki, piyasa kuralları ve liberal demokrasinin kuralları işlesin, bireyler geleneksel ve gerici kültürel bağlarından kurtulsun. Bu sürece, özellikle Marksist literatürde, emperyalizm adı verilmektedir. Bu zümrelerin üfürdüğü yalanlar da, aslında, emperyalizmin oyuncakları olduklarının göstergesidir. Pekiyi nedir bu emperyalizm? İlk önce onu tanımlayalım.

EMPERYALİZM NEDİR? İMPARATORLUK VE SÖMÜRGECİLİK ARASINDAKİ FARKI…

Emperyalizm Latince “imperium” kelimesinden gelmektedir. “Imperium” üstün güç, egemenlik ve yönetim gücü anlamına gelir.   “İmperium” ise Latince “imperare” fiilinden gelir ki, o da  "hüküm sürmek", "emretmek", "buyurmak" anlamlarında kullanılır. “Imperium” geniş anlamda ise, özellikle Roma Cumhuriyetinde sahip olan kişiye göreviyle ilgili emretme yetkisi veren terim olarak kullanılırdı. “Imperium” daha sonra imparatorluk anlamına kullanılmaya başlandı ve bütün dillere farklılaşarak bu anlamda geçti. Bu benzerlikten dolayı çoğu zaman imparatorluk ve emperyal kelimeleri ile emperyalizm birbirine karıştırılır. Aslında, modern sosyal bilimlerde emperyalizm bir ülkenin kendi dışındaki halklara ve/veya diğer ülkelere doğru hâkimiyetini genişletme isteğini içeren bir politika veya ideoloji anlamına gelir. İmparatorluk ise bir milli değere dayanmamakta ve bir hanedanın veya kurulu bir bürokratik yapının farklı ülkeler ve kültürlere hâkim olması anlamındaki bir yönetim biçimidir. Bununla bağlantılı olarak “emperyal” de, imparatorluğa ait, imparatorluktan kaynaklanan gibi anlamlara sahiptir. Bu iki kavram da, daha çok, orta ve yeniçağda karşımıza çıkar. Örneğin Osmanlı bir imparatorluktu, Türk milleti de bu yüzden emperyal bir toplumdur ama ne Osmanlı ne de bugünkü Türkiye Cumhuriyeti “emperyalist” değildi. Emperyalizm ise bir milli devletin, askeri, iktisadi ve kültürel araçlarla kendi hâkimiyet alanını diğer devletler aleyhine genişletmesidir. İmparatorluk bir monark (tek adam) ve onun merkezi bürokrasisi tarafından üstlenilen bir idare biçimine dayanmaktayken, emperyalizm çok farklı hükümet biçimlerinde hayat bulan bir düşüncedir. Bu anlamda imparatorluktan çok “sömürgecilik” ile daha yakın bir anlama sahiptir.   

Sömürgecilik veya batılı dillerdeki karşılığı olan “colonnialism”, özellikle yakınçağda ortaya çıkan ticari kapitalizmin Batı toplumlarında karşılığını bulan siyasi yönüydü. Sömürgecilikte bir merkezi gücün farklı ülke ve toprakları fiziken ele geçirmesi, orada yeni şehirler ve ticaret merkezleri kurması, ele geçirdiği toprakların kaynaklarını ve halklarını kendi çıkarına zorla kullanmasına dayalı bir sistemde. 18’inci yüzyıl İngiliz, Fransız, Portekiz ve İspanyol sömürge imparatorlukları ile 19’uncu yüzyıl sonu Japon İmparatorluğu bu sömürgeciliğe örnektir. Ancak emperyalizm diğer ülkelerin toprak ve halkları üzerinde fiziki hâkimiyetten çok iktisadi, finansal, kültürel ve siyasi hâkimiyet amacı güder. Bu yüzden başka toprakları fethetmekten çok o ülkeleri kendi güdümlerinde yönetecek rejimler kurma, ülkeleri kendi iktisadi ve finansal sistemlerine bağımlı kılma ve o ülkelerin toplumlarını kültürel olarak kendi kültürüne bağımlı hale getirme amacı güder. Bu anlamda 1850-1950 arası yüzyıllık İngiliz Emperyalizmi  daha sonra 1950’lerden bu güne Amerikan Emperyalizmi örnek gösterilebilir.

“Hocam, bu anlamda Osmanlı veya Roma İmparatorlukları da emperyalist sayılmaz mı?” Hayır, bu söylenemez. Çünkü Osmanlı veya Roma toplumları hâkim bir dine veya hâkim bir kültüre dayanmamaktaydı. Yine ortada her şeyi ve herkesi idare eden “hâkim bir millet” de yoktu. Tıpkı Büyük İskender’in ve Helenistik Çağın imparatorlukları gibi, bu imparatorlukların kültürü her fethedilen toplumla birlikte değişirdi. Çünkü fethedilen toplumun kültürel değerleri de kendi değerleriymiş gibi kabul edilirdi. Bir millet-i hâkime yoktu, çünkü imparatorlukları yöneten elit kesim imparatorlukların bütün vatandaşları arasından seçilirdi. Geniş alanlara hükmeden bu imparatorluklarda bir idari veya hukuki birlik de yoktu, farklı iklimlerdeki eyaletlerde çok farklı idare teşkilatlarının olmasına yol açacak kadar gevşek yapılar kurulmuştu. İmparatorluklarda merkezden çevre eyaletlere net servet akışı bulunmaktaydı.

Emperyalist yönetimlerde ise her şeyden önce bir yönetici ve emredici merkez bulunmaktadır. Bu merkezde üretilen kültür, sanat ve bilim çerçevesi üzerinde egemenlik kurulan ülkelerin aydınlarını ve üst sınıflarını ehlileştirmek ve merkeze bağımlı kılmak için kullanılır. Bu şekilde, emperyalizmin güdümündeki ülkelerde entelijansiya lümpenleşir. Çok farklı kültürlerden gelen toplumlar da olsa, merkezdeki kültür ve yaşam tarzı bütün toplumsal kurumlar ve bu ülkelerdeki lümpenentelijansiya ile diğer ülkelere aktarılır. Emperyalizmin güdümündeki ülkelerde burjuva da lümpenleşir ve merkezi gücün burjuvasının temsilcisi veya taşeronu haline dönüşür. Haliyle, emperyalizmin güdümündeki ülkelerden merkeze net servet akışı gerçekleşir. Görüldüğü üzere birden fazla millete hâkimiyet dışında emperyalizm ve imparatorluk rejimleri arasında bir benzerlik yoktur. Aksine bütün ilişkiler ter yönlü nedensellik sahibidir.

Pekiyi emperyalizm, özellikle Soğuk Savaş Döneminden sonra nasıl farklılaştı? Küreselleşme ile nasıl bir bağlantısı var? Tek Dünya Devleti ve Dünya Vatandaşlığı kavramları bununla nasıl ilişkilendirilebilir? Bu rüya (bize göre de kâbus, DMD) ne zaman, nerede ve nasıl bozuldu? Bunlar da Cuma’ya kalsın….