EDİSON CENNETE GİRECEK Mİ?

Doç. Dr. Can CEYLAN
Dinin psikolojik tarafından çok sosyolojik tarafına önem veren bir toplumuz.

Öncelikle tüm İslâm âleminin ve ülkemizin Ramazan ayı mübarek ve kutlu olsun. Allah, bayramı görmeyi nasip etsin. Yüzyılın felâketi olan depremden sonra ihtiyaç duyduğumuz beraberliğimizin bir ay daha devam edeceğini görmek depremin yararlarının sarılması açısından mutluluk vericidir. Elbette her zaman olduğu gibi bu Ramazan ile birlikte dinî konular gündemde daha öne çıkıyor.

Dinin psikolojik tarafından çok sosyolojik tarafına önem veren bir toplumuz. Her iki tarafın gerekliliğinin altını çizip şunu belirtmekte yarar var ki, bu iki taraf arasındaki dengenin bozulması birey ve toplumdan çok, din kurumunun (burada İslâm) yozlaşması ve anlamının zayıflamasına sebep olmaktadır. Psikolojik tarafıyla Allah ile kul arasında olan din, sosyolojik tarafıyla, Allâh’ın kutsî makāmından ziyâde, toplumu oluşturan bireyler arasında var olmaktadır.

Ramazan’ın gelmesiyle yine gündeme gelen dinî konular, Ramazan sebebiyle oruç merkezli olsa da, diğer ibâdetlerin bu gündemin zeminine dâhil olması sonucunu doğurmaktadır. Kurban Bayramı’na henüz vakit olduğu için Hac ibâdeti arka plânda kalmakta ve namaz ile zekât, oruç ile birlikte kamuoyunda mevzubahis edilmektedir. Oruç ne zaman başlar, ne zaman biter; terâvih kılınır mı, kılınırsa nasıl kılınır gibi sorular, cevap amacından çok mâlumatfuruşluk malzemesi olmaktadır. Devlet yönetimini, ekonomik idâresini, futbol takımı hocalığını “bilenler”in nüfusun yarısından fazlasını oluşturduğu(!) toplumumuzda, din konusundaki “uzmanlar”ın sayısını tahmin etmek zor değildir.

Dinî konular açılıp, konuşmanın seyri sohbetten soru-cevaba döndüğünde, Kelime-i Şehâdet’ten başlayan İslâm’ın şartları sırasıyla hâlledilip dinin sosyolojik tarafının sınırlarını zorlayıp İslâm âleminin dışına çıkar ve sıra şu soruyla örneklenebilecek konuya gelir: “Elektriği bulmuş, o kadar yararlı buluş yapmış ama Müslüman değil; Edison cennete gidecek mi?” İşte bu kapıya çıkan sorular, dinin psikolojik ve sosyolojik tarafının hemzemin geçitte buluşma noktasıdır.

Bu gibi soruların altında zirve noktaya ulaşmış bir imânî ama “bencil” özgüvenin var olduğunu düşünmüşümdür. Yâni bu gibi soruları soranlar, cennete gitmeyi garanti etmişlerdir sanki. İmânî açıdan son nefeste ne olacağı konusunda elinde senet varmış gibi, kendi derdini hâlletmiş, hatta diğer Müslümanları da kurtarmış da, sıra Müslüman olmayanları dert etmeye gelmiştir. Şehâdet getirince cennet kapısındaki kuyruğa aradan kaynak yaparcasına rahat bir şekilde dâhil olunabileceğini düşünmeye sebep olan bu psikolojik durum, ikinci kişilerle temas edip sosyolojik duruma iltica edince, muazzam bir “olmuşluk” hâlini ortaya koymaktadır.

Kulun bireysel ibâdetlerinin kabûl olup olmadığı zâten hiç düşünülmez. Zîra bu ibâdetler birçok kişinin “Allah kabûl etsin” dileklerinin de torpilini almıştır. Ancak Kelime-i Şehâdet dâhil tüm şartların yerine getirilmesindeki “samimiyet” seviyesi tartışılır durumdayken, bunu görmemek istercesine “başkalarının dertleriyle dertlenmek olgunluğu” ile “kemâl”e ulaşılmaktadır.

Hz. Resûlullah’ın, kızı Hz. Fatma’ya hitâben “Seni benim kızım olman değil, amellerin kurtaracak” meâlindeki hâdis sanki başka bir dinin akidesiymiş gibi, Müslümanların kendi âkibetlerini hâlledip başkalarının âkibetini bu kadar dert etmeleri, İslâm’ın psikolojik ve sosyolojik tarafları arasındaki denge konusunda alarm vermektedir.

Bu alarm da Edison’un icat ettiği ampulün yanıp sönmesiyle tezâhür etmektedir.