DOKUNUYORUM ÇÜNKÜ HİSSEDEREK TANIMAYI SEVİYORUM

Yaşar İÇEN 18 Mar 2021

Yaşar İÇEN
Tüm Yazıları
Herkes sadece konuşuyor ve herkes her şeyi destursuzca "biliyorum" diyor...

Herkes sadece konuşuyor ve herkes her şeyi destursuzca “biliyorum” diyor... Bir insan tıp, teknoloji, sosyoloji, idari, anayasa, hukuk, askeri strateji, yönetim, uluslararası siyaset ve daha aklınıza gelebilecek her konuda işin uzmanı edasıyla “biliyorum” deyip gece gündüz konuşur mu? Konuşur ve hatta konuşurlar trajikomik yansımalar eşliğinde! Hem de beyinleri felç edene kadar! Herkesin her konuya müdahil olduğu müdahil olurken de o taraf bu taraf diye ayrıştığı, ayrıştırıldığı yılları yaşıyoruz...

Eskilerin deyimiyle ‘ahir zamanlardan geçiyoruz’ adeta! Kimse kimseyi sevmiyor, saygı duymuyor, dinlemiyor, anlamıyor, umursamıyor, gözlerinin içine bakmıyor, ruhuna dokunmuyor... Ve kimseler azıcık susup da Kainat’ı dinlemiyor...
Kısaca her şey anlamsızca söylenir, yapılır, yaşanır, harcanır, heba edilir olmuş...
Bunca anlamsızlık içinde Beşiktaş Spor  Kulübü’nün bazı paylaşımlarında öne çıkan “sarılarak ve hissederek anlamak, mutlu olmak, paylaşmak teması” görür görmez ilgimi çekti ve çok hoşuma gitti çünkü “o tema benim hayat temamdı...”

Bir gün “gittiğiniz her yerde mekanlara, nesnelere, canlılara neden bu kadar çok temas ediyorsunuz” sorusu bana yöneltilene kadar ruhumu bu kadar dışarıya yansıttığımın farkında değildim... Evet dokunarak, teneffüs ederek ve görmeye çalışarak hissettiğimi, tanıdığımı, anladığımı, öğrendiğimi, sevdiğimi ben biliyordum da dışarıya bu kadar belli ettiğimi bilmiyordum...
Sonra fotoğraflarıma baktım. Duvarlara, taşlara, toprağa, nesnelere, hayvanlara, ağaçlara, sulara, yollara, dağlara hep dokunmuşum çoğu karede...
Evet dokunarak, koklayarak, ruhunu hissetmeye çalışarak mekanları ve canlıları tanımayı seviyorum fakat bu durumu bu kadar dışa yansıttığımı bilmiyordum ta ki “gittiğiniz her yerde neden her şeye bu kadar temas ediyorsunuz” sorusuyla karşılaşana kadar...
Ve Beşiktaş Kulübü’nün “tin odaklı” paylaşımlarını görünce hah bunlar da bendenmiş diyerek ruhumda bir tebessüm belirdi... Çünkü yazımın başında sıraladığım sitemlerime can suyu gibi gelmişti o görüntüler... Sadece ben değil koca koca kulüplerde duyguya önem veriyormuş dedim içimden...
Evet insanoğlu tinsel temas gücünü giderek kaybediyor. Bu kayıp hissi bireyi tarifsiz duygular içine itiyor ve fazlasıyla  korkutuyor... Güvensizlik girdabında boğuyor... Kalabalıklarda yalnızlaştırıyor (ki en tehlikeli yalnızlık bana göre budur)... Kişi dokunamıyor ve dokundurmuyor ne yüreğine ne de hayatına kimseleri... Çünkü hem ne yapacağını bilmiyor hem de karşısına çıkanların yürek ve zihin okumasını doğru yapamamaktan, yanılmaktan korkuyor!
Bunca yalnızlık, güvensizlik ve tinden uzak haller içinde elini sımsıkı tutmaya çalışanları da kaçırıyor korkudan, şüpheden, güvensizlikten... Hafta başı bir araştırma ile ilgili verileri dinledim. Malum son süreçte sosyal mecrada ve medyada yer alan yalan haberlerden yana neredeyse herkesin rahatsızlığı var. Ve bu araştırmada yalan haberlere inanan-inanmayan kitlerin analizine yönelik yapılmıştı. Kimler inanıyor kimler inanmayıp sorguluyor amaçlı yapılan araştırma sonucunda çıkan verilere göre; “mantık kavramını ve yapılan yalan haberleri ayırt etme süzgecini en doğru kullananlar duygusal zekaya sahip olan kişilerdi... “Robotlaşmayan, yönlendirilmeyen, gücünü kaybetmeyen, dinamo misali çalıştıkça daha da güç bulan, pes etmeyen, seven, sevilen tek dürtümüz “yürekten gelen duygularımız” değil mi? Evet aynen öyle... Duygu alemimiz bu kadar zengin, güçlü ve muhteşem iken duygusunu kaybetmek de bir o kadar karanlık diplere çekip nefessiz bırakan bir durum kişi için...

İnsanoğlunun materyalist dürtülerle dibine vurduğu dünya bile “S.O.S.” vermeye başladı “bi düşün yakamdan eski huzur dolu günlerime dönmek istiyorum” diyerek! Dağ taş bile duygusal temastan yoksun bunca saçmalığa dayanamayıp isyan ediyorsa kişinin duygu ve zihin kasırgalarını varın siz düşünün...
Mutlu olmayı, heyecanla zıplamayı, hasretle sarılmayı, çocuklar gibi şımarmayı, bakmaya doyamamayı, dokunmaya kıyamamayı, üzerine özenle titremeyi, içten sevmeyi ve sevilmeyi unuttu cemaati insan... Unutunca da sudan çıkmış balığa döndü, afalladı, saçmaladı, dibi boyladı...
Biz biliyor ve elimizden geldiğince geliştirmeye çalışıyorduk zaten yüreğimizdeki  “tine dair“ vasıfları... Pandemi ile dünyanın da kabul etmek zorunda kaldığı “duygusal zeka” tanımlaması giderek daha fazla ön plana çıkacak çünkü ruhta ve duyguda sağlıklı insan olmazsa her şey bir süre sonra yok olmaya mahkûmdur....