"DİNÎ GÖRÜNÜMLÜ" GRUPLARI ANLAMA KILAVUZU – MADDE 15

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
"Dinî görünümlü" grupların alt sınıfları arasında "tasavvufî görünümlü" gruplar vardır.

 “Dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu” yazı dizisinin son maddesine geldik. Bu dizinin “Giriş” yazısını yazdıktan sonra hem araya ek maddeler, hem de başka konular girdi. Ama din konusunun ülke gündemindeki câzibesi her zamanki durumunu koruyor. Daha bu hafta başı Adnan Oktar ve başında bulunduğu suç örgütüne verilecek cezâlar açıklandı. Bu zâtı ve örgütünü de Türk kamuoyu önce “dinî grup” olarak tanıdı. O yüzden, başındaki kişiye “hoca” dendi ya da dine çamur atmak ve inançlı insanların dünya görüşünü itibarsızlaştırmak isteyenler bu yakıştırmayı kasten yaptı. Ama sonunda gördük ki, Adnan Oktar’ın “hocalığı” ne kadar sahte ise, bu grubun “dinî” olma özelliği de o kadar sahtedir.

Silsile

“Dinî görünümlü” grupların alt sınıfları arasında “tasavvufî görünümlü” gruplar vardır. Bu gruplar da, bu dizinin “Giriş” başlıklı yazısında belirttiğim gibi, “Doğan görünümlü Şahin” gibidir. Hatta yakından bakınca “Mercedes görünümlü Murat 124” bile olmadıklarını görebilirsiniz. Murat 124 bile olamazlar, çünkü Murat 124 bile bakımı bakılınca sizin işinizi görür, gideceğiniz yere sizi götürür. Bunlar da bu bile yoktur.

Üç beş uyduruk sufizm ve mistizm kitabı okuyup, sosyal medyada paylaşılan mânevî mesajlı sözleri okuduktan sonra kendini “sufî”, “mistik”, “Mevlânâ âşığı”, “İbn Arabî tâkipçisi”, “tasavvuf yolcusu” gibi sıfatlarla tanımlayanların, benzininin çabuk bittiğini, tâkatlarının çabuk tükendiğini, çıktıkları bu yolda nefeslerinin çabuk kesildiğini çok gördük. Zorda kalınca, İngilizce bir şeyler söyleyip kendilerine can simidi arasalar da, hepsi kuruyup yaprak gibi savrulup gittiler. Ama medyatik hayatları kısa olduğu için “sufizm kelebekleri” diyebileceğimiz bu isimler bile, “hocam” dedikleri kişilerle kamera karşısına çıkmak şartını ihmâl etmediler. Bunun sebebi, anlattıkları şeyler laf kalabalığı bile olsa, bunları nereden ve kimden öğrendiklerinin sorulmasıdır. Bu soruya sığ bilgileriyle bulabildikleri en kolay cevap, “hocamdan el aldım; işte hocam” oyununu oynamaktadır.

Bu düzenbaz ve sahtekârların oynadıkları bu “İşte hocam” oyununun toplumda bir karşılığı vardır. Samimi tasavvuf çevrelerinde ve ehl-i târikler açısında silsile çok önemlidir ve olmazsa olmaz. Tasavvuf kültürünün somut yapıları olan tarîkatların silsile ile Hz. Ali’ye bağlı olması kuralı gereği, silsile kültürü yüzyıllardır korunmuş ve devam eden bir uygulamdır.

Liyâkat ve ehliyet

Tasavvuf kültüründeki silsile anlayışı sebebi, başıbozukluğun önünü almak ve suistimâli engellemektedir. Erken kalkanın tekke açmasının ve tarîkat kurup şeyh olmasının getireceği sorunlar tahmin edilebildiği için, silsile anlayışı ve uygulaması korunmuştur. Aksi durumda neler olacağı, günümüzde mahalle bakkalı gibi her mahallede çifter çifter açılan ama sözde tekkelerde görülmektedir. Hem yasal hem de sosyal kontrol ve denetimden uzak bir şekilde, başıbozuk hâlde “faaliyet” gösteren bu yerlerin sebep olduğu sorunların en öncelikli sebebi, silsilesiz oluşumlar olmalarıdır.

Silsile anlayışında, belli bir grubun başında bulunan kişinin hem liyâkat sâhibi hem de kendini ispatlamış olması gerekmektedir. Kurumun sorumluluğunu taşıyan kişi ile daha sonra taşıyacak kişi arasındaki halef-selef ilişkisi, uzun yıllara dayanan dostluk ve uyumun yanında, sorumluluk alacak olan kişinin bunu taşıyabileceğine olan inanca dayanmaktadır.

Silsile anlayışındaki halef-selef uygulaması birçok durumda baba-oğul ilişkisi şeklinde gözükse de, tasavvuf kültüründeki “belden değil, yoldan gelme” anlayışı daha ağır basmaktadır. Burada vurgulanan husus, yol arkadaşlığının baba-oğul ilişkisinden daha önemli ve öncelikli olmasıdır.

Ancak bırakın baba-oğul ilişkisi şeklindeki silsileyi, kendisine el verip yol gösterecek birine ihtiyaç duymadan, kerâmeti kendinden menkûl kişiler gibi, şeyhliğe ve mürşidliğe kendi kendini atamış kişilerin etrâfında oluşan grupların ne “dinî grup” ne de “tasavvufî grup” olma özellikleri yoktur. Bunlar olsa olsa, evrakta sahtekârlık yapıp sahte pasaport, sahte diploma, sahte ehliyet, sahte kimlik yapanların “dinî görünümlü” modelleridir.

Bu sahtekârlara sorulduğunda, kendi kafalarına göre bir silsile uydurmaları da sıkça rastlanan bir durumdur. Ama aynı silsilenin başka kollarının onlardan haberdar olması ve onları kabûl edip etmemesi burada önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki, işine geldiğinde tek ayak üstünde yalan söyler gibi hadis uyduran, işine gelmeyen hadisi ise kabûl etmeyen kişilerin, silsile uydurma konusunda hiçbir çekinceleri olmayacaktır.

Silsilesiz olmanın en büyük sorunu, başına buyruk davranıp, tâkip ettiklerini iddia ettikleri yolun kurallarını bozmaları ve etraflarına kalabalık toplamak için her türlü yozlaşmaya göz yummalarıdır.

Sırada “vatansever görünümlüler” var

Böylece “Dinî görünümlü grupları tanıma kılavuzu” yazı dizimizi bitirdik. Ek madde ihtiyâcı olduğunda devam edebiliriz. Bu yazı dizisinden sonra, toplum yapımızı için tehlikeli olan diğer bir gruba geleceğiz. Bu gruptakiler ise kendilerini genel anlamda “vatansever” olarak tanımlıyorlar, daha doğru bir ifâde ile, kendilerini “vatanseverlik” arkasına gizliyorlar.