"DİNÎ GÖRÜNÜMLÜ" GRUPLARI ANLAMA KILAVUZU – MADDE 12

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bu kalabalık ve nicelik olarak çok olma özelliğinin bugünkü konumuzla alâkası da vardır.

Dinî görünümlü grupların  özellikleri birbirine bağlıdır ve bu özellikler bir bütün olarak ele alınırsa daha iyi anlaşılır. Bu yazı dizisinin bir önceki maddesinde bu grupların kaliteye değil, kantiteye yâni niteliğe değil niceliğe önem verdiklerinden bahsetmiştim. Bu gruplar için kalabalık ve sayı açısından “çok olmak” önemlidir. Ama sayının yüksek olması kalitenin yüksek olmasını engeller ve bu kalabalıktan onu yönlendirenlerden başka hiç kimse yarar sağlayamaz. Tersinden düşünürsek, kalabalığa önem verilmesi ve sayıca çok olmak istenmesinin sebebi de budur.

Bu kalabalık ve nicelik olarak çok olma özelliğinin bugünkü konumuzla alâkası da vardır. Göze çok gözükünce “her yerde görünen”, “hep karşılaşılan”, “yaygın”, “herkesin bildiği” bir grup olma özelliği, bu grupların hâlihazırda içinde olanlar ve girecek olanlar için bir câzibe işlevi görür. Yapay bir güven telkin eder. Herkesin aldığı ürünü almak, herkesin giyindiği gibi giyinmek, yaygın olarak kabul gören şeyleri yapmak, toplumsal bir canlı olan biz insanlarda “iyi”, “olumlu”, “güzel”, “yararlı” ve “normal olma” gibi çağrışımlar oluşturur. Bu da doğal bir kabul sürecinin başlangıcı demektir.

Şubeleşme

Kalabalığa öncelik verilen bu gruplardan nemalanan kişilerin en belirgin özelliği doğal bir teşkilatlanma kabiliyetine sâhip olmalarıdır. Allah vergisi olan bir kabiliyetlerini rahatlıkla(!) şeytânî amaçlar için kullanırlar, çünkü onları bu şeytanlıktan alıkoyacak ahlâkî vasıflardan mahrumdurlar. Görev ve yetkisini kötüye kullanan devlet memurları gibi, bunlar da kabiliyetlerini kötüye kullanırlar. Aynaya bakabilmek için de kendilerince haklı(!) açıklama ve sebepler üretiler. Kendilerini, bir masal kahramanı olan Robin Hood ile özdeşleştirir. Oysa zenginden alıp fakire vermek yerine, zengin fakir ayırmadan herkesten alıp kendi kasasına koyma derdindedirler.

Kalabalığı beslemek ve nicelik olarak çok olma havasını devam ettirmek için, banka, market, dönerci, kokoreçci şûbesi açar gibi, teşkilatlanan bu gruplar, kısa sürede kendi çaplarında siyâsî ve ekonomik rant ve menfaat grubu hâline gelirler. Bu menfaat ve rantı kontrol altında tutmak ve devam ettirmek için, kendi içlerinde bir teşkilatlanma ve şûbeleşme anlayışı gelirtiriler. Bu teşkilatlanmanın dikey yapılanma şeklinde gerçekleşir.

Dikey yapılanma

En bâriz ve bilinen örneğini FETÖ’de “imamlar” adı verilen kişilerde gördüğümüz bu dikey yapılanmada, herkesin bağlı olduğu bir üst kişi vardır. FETÖ yapılanmasında ev imamı, semt imamı, bölge imamı, il imamı, eyâlet imamı, ülke imamı ve kıta imamı gibi isimler şeklindeki dikey yapılanmanın en üstünde “kâinat imamı” denilen FETÖ ele başı vardır. En bâriz örnek olarak FETÖ’yü vermemin sebebi, bu tip yapılanmanın uzun vâdede doğuracağı sorunların, yaşanmış olaylar üzerinden daha kolay anlaşılmadır.

Verimli ve kendini yenileyen kurumsal yapılanmalarda en dikkat edilen özelliklerin başında dikey yapılanmanın az, yatay yapılanmanın çok ve ağırlıklı olmasıdır. Bunun sebebi, dikey yapılanmada sorumluluğun yukarıdan aşağı inerken yok olması ve ortaya iş yapılmayan hantal bir yapınının çıkmasıdır. Türkçemizdeki “sâhibi itine it kuyruğuna emreder” sözü, bu dikey yapılanmada iş yapılmayacağını çok güzel anlatmaktadır. Herkes bir alttakine emreder ama işi yapan kişinin kim olduğu bilinmez; bilinse bile o kişi ne yapacağını bilmez. Sonunda günah keçisi hâline getirilir.

Başka bir örnek olarak da, devlet dâiresinde bir dosyaya birçok onay ve imza gerekmesi ve bunu yapmak için odadan odaya, masadan masaya dolaşarak hem zaman hem de enerji kaybetmeyi verebiliriz. Yoruluruz, yıpranırız ama gün sonunda attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değmez.

Kurumsal görüntü(!)

Dışarıdan bakıldığında “kurumsal” bir yapı görüntüsü veren bu dikey yapılanmada, iletişim kısa zaman içinde grup içi hiyerarşide kaybolur ve bürokrasi ortaya çıkar. Grup yapısı içinde en yeni ve en dış halkada bulunan birinin, merkeze ulaşmada aşması gereken birçok engel olduğu için, bireylerin sorunları “daha önemli konular” sebebiyle önemsizleştirilir. Bu önemsizleştirme de, bu yazı dizisinin ilk maddesinde anlatmaya çalıştığım bireyin kişiliğinin grup kimliği içinde yok olması sonucunu doğurmaktadır. Kişi kendi sorunlarının önemsiz olduğu, daha “yüce ve ulvî” sorunlar varken, kendisinin “nefsî” sorunlarını dile getirmenin anlamsız olduğu kanaatine kapılır. Bu kapılma, grup içinde kendini kaybetmeye kadar gider.

Bu kaybolma, aslında küçük de olsa bu gruplardaki dikey yapılanmayı oluşturan hiyerarşi çarklarının dişlileri arasında öğütülmekten başka bir şey değildir. Kişi, nefsini terbiye etme sürecinde olduğunu zannederken, aslında bu dikey yapılanmanın üst katmanlarındaki kişilerin nefslerini daha da azgınlaşmasına hizmet eder hâle gelmektedir. Bu dişlilerden kurtulmayı başarıp gruptan çıkabilenlerin arkasından “yazık oldu”, “nefsine uydu” gibi söylentiler üretilip grup için dinamik korunmaya çalışılır.

Hiyerarşik yarış

Bu dikey yapılanmayı oluşturan hiyerarşide üst katmanlara çıkma amacında olanlar, ekonomik imkânları el verdiği ölçüde “cömert” davranırlar. Banka hesapları, evleri, arabaları grubun üst katmanlarındaki kişilerin “hizmetine” verilir. Evini, âilesini ihmâl ediyor olması “istemem yan cebime koy” tavrıyla teşvik edilir ve örnek gösterilir. “Yeni olmasına rağmen” gösterdiği “gelişme” grup içinde gündem hâline getirilir. Bunu yapan kişi, hiyerarşik yapıda yükseldikçe sistemin çarklarından biri hâline gelir ve başkalarını öğütmeden edemez. Hiyararşik yarış, önce bir üstteki ve nihâî olarak en üstteki yaranma ve gözüne girme mücâdelesine dönüşür.

Bu mücâdele sürecinde, yapabilen kendi şubeleşmesini gerçekleştirir ve grup içinde bir güç hâline gelir. Mafyada otopark açma izni alan sabıkalılar gibi, kendi küçük gruplarını oluşturup güçlerini arttırma peşine düşerler. Böylece seslerini yukarıya daha iyi duyurmaları mümkün olur. Bu kişiler “Hayırda yarışınız” meâlindeki hadis-i şerifi âdeta “hayırsızlıkta ve İslâm’a zarar vermede yarışınız” şeklinde anlamış gibi davranırlar.

Mafyatik ve yeraltı yapılanmasına bu kadar benzer bir yapılanmanın din, diyânet, nefs, Allah rızâsı gibi ulvî kavram ve amaçlarla ne alâkası olduğu sorusu aklınıza gelmiş olabilir. Hiçbir alâkası yoktur. Zâten bu yazı dizisinin amacı ve başlığında “dinî” değil, “dinî görünümlü” ifâdesini kullanmamın sebebi budur. Bu dizinin “Giriş” yazısında kullandığım benzetme gibi, bunlar “Doğan görünümlü Şahin”dir.