​DEVLETİMİZİN MUHTEŞEM ÇAĞI: KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN VE DÖNEMİ

Dr. Öğr. Enes DEMİR
Tüm Yazıları
Kânûnî Sultan I. Süleyman, 1494 yılında, babası Yavuz Sultan Selim'in Trabzon Valiliği yaptığı sırada bu şehirde dünyaya gelmiştir. Annesi Ayşe Hafza Sultandır.

Kânûnî Sultan I. Süleyman, 1494 yılında, babası Yavuz Sultan Selim’in Trabzon Valiliği yaptığı sırada bu şehirde dünyaya gelmiştir. Annesi Ayşe Hafza Sultandır. 

Sultan Selim’in tek oğlu olarak özenle yetiştirilmiştir. İlk önce Şebinkarahisar ve Bolu, akabinde Kefe ve babasının tahta geçmesi ile Manisa (Saruhan) Sancakbeyliğine atanmıştır. Tahtın namzedi olarak 8 yıl boyunca devlet tecrübesini Manisa’da kazanmıştır. Burada iken daha sonra yakın dostu ve sadrazamı olacak “Makbül (Pargalı) İbrahim Paşa” ile tanışmış ve onu yanına almıştır.

30 Eylül 1520 tarihinde Osmanlı tahtına çıkan Sultan Süleyman, dönemin kaynaklarında “Kânûnî, Muhteşem, Büyük Türk” gibi unvanlarla anılmıştır.

46 yıllık saltanatı ile Osmanlı Devleti’nin en uzun süre tahtta kalan padişahı olan Kânûnî Sultan Süleyman devri, Osmanlı Devleti’nin dünyanın en güçlü devleti olduğu dönemdir. Devlet, gerek askeri, gerek idari ve siyasi gerekse diğer yönlerden büyük bir gelişim kaydederek zirveye ulaşmıştır. Osmanlı Devleti’nin sınırları, çok geniş coğrafyalara ulaşmıştır. 

Büyük bir devlet adamı ve büyük bir komutan olan Kânûnî Sultan Süleyman, saltanatı döneminde 13 büyük sefere çıkmıştır. Süre olarak bakıldığında 46 yıllık saltanatının yaklaşık 20 yılı İstanbul dışında seferlerde geçmiştir. 

Kânûnî dönemi, 1502 yılından beri devam eden Batı ile sulh dönemini sona erdirmiştir. Bu minvalde Kânûnî Sultan Süleyman’ın ilk seferi tahta çıktıktan 1 yıl sonra 1521 yılında vuku bulan Belgrad Seferi’dir. Bu dönemde Macaristan ile uzun süredir var olan barış II. Layoş’un Macar Kralı olmasıyla bozulmuştur. II. Layoş barışı biraz da, İspanya Kralı Şarklen’in kız kardeşiyle evlenmesinden aldığı cesaretle bozmuştur. Bu cümleden olarak, Kânûnî’nin cülus haberini getiren Osmanlı çavuşunu şehit eden Macar Kralı, bazı kaynaklara göre Osmanlı Devleti’ne haracını da ödemek istememiştir. Bunun üzerine Sultan Süleyman sefer kararı almıştır. Kânûnî bu ilk seferinde, padişahlığının ilk fethi sayılan Böğürdelen Kalesi’ni fethetmiş; ardından Belgrad gibi Macarların önem verdiği; Sultan II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed’in dahi fethedemediği kritik bir mevkiyi ele geçirmiştir. Belgrad’ın fethi ve sancak haline getirilmesi Macarlara büyük bir darbe olmuştur. 

Sultan Süleyman dönemi Osmanlı fetihleri, Batı-Doğu-Kuzey ve Güney istikametlerinde vuku bulmuştur. Nitekim tahta çıkışının 2. senesindeki Sefer yönü, Rodos’tur. Rodos’taki korsanların Akdeniz’deki Osmanlı gemilerine saldırmaları, Osmanlı ticaretine zarar vermeleri, Müslümanları esir edip onlara zulmetmeleri ile Osmanlı aleyhine ittifaklara girişmeleri vb. nedenler Anadolu topraklarının çok yakınında olan ve Suriye Mısır deniz yolu üzerinde bir çıban gibi duran Rodos’un alınmasını zaruri kılıyordu. Bunun üzerine Sultan Süleyman, Haziran 1522’de kendisinin katıldığı ilk deniz seferine çıkmıştır. Birçok şiddetli çarpışmaların meydana geldiği Rodos uzun süre direnmişse de; yaklaşık 6 aylık bir dirençten sonra aciz durumda kalan şövalyeler teslim olmak zorunda kalmış ve 26 Aralık 1522’de Rodos fethedilmiştir.

Sultan Süleyman’ın padişahlığı dönemindeki en büyük ve keskin zaferlerinden biri, 1526 yılında çıktığı Macaristan Seferi’nde kazandığı Mohaç Zaferidir.

Bu seferi gerekli kılan ise Belgrad’ın fethinden sonra Macaristan’la olan ilişkilerin gerginliği devam etmesi, Macarların sınırdaki Osmanlı kalelerine saldırması, Eflak ve Boğdan’daki Voyvodoları isyana teşvik etmesi idi. Bu sırada İspanya Kralı Şarklen’e esir düşen Fransa Kralı Fransuva’nın Kânûnî’den yardım istediği görülmektedir. Padişah sefer için Macar Kralı’na elçi göndererek topraklarından geçiş hakkı istemiş fakat Macar Kralı bunu reddetmiştir. Bu sırada Fransuva’nın serbest bırakılması üzerine sefer rotasını kesin şekilde Macaristan üzerine çeviren Kânûnî’nin buradaki stratejisi dâhiyanedir. Zira Macar Seferi ile hem Osmanlı Devleti için tehlike arz eden ve sürekli sıkıntı çıkartan Macaristan’a had bildirilecek hem de eniştesi olması bakımından Macar Kralına indirilecek darbe ile İspanya Kralı Şarklen’e de dolaylı yoldan büyük bir mesaj verilecekti. Bu amaçla sefere çıkan padişah 29 Ağustos 1526’da Mohaç Ovası’nda Layoş komutasındaki Macar Ordusu ile karşılaştı ve yapılan savaşta 2 saat içerisinde Macar Ordusu hezimete uğratıldı. Bu zaferle Macaristan kapıları tamamen Osmanlı fethine uygun hale gelmişti. Kânûnî, başkent Budin’i (Budapeşte) almasına rağmen ilk başta, Macaristan’ı ilhak etmeyip yeni atadığı kral vasıtası ile kendisine bağlamayı uygun görmüştür. 

Mohaç Zaferi, netice alma süresi bakımından sadece Osmanlı tarihinin değil, Türk tarihinin de en keskin ve parlak zaferi hüviyetindedir. 2 saatte Macar Ordusu imha olmuş, 20.000 aşkın maktul, bir o kadar yaralı ve esir vermiştir. Belgrad seferinden gerekli dersi almayarak rahat durmayan Kral II. Layoş ise Mohaç meydan muharebesinde ölmüştür.

Sultan Süleyman, Mohaç Zaferi’nin kendisine kattığı yüksek karizma ile kendisinin o dönemki en büyük rakibi konumunda olan İspanya Kralı’na bir ders vermek için Viyana Seferi olarak da adlandırılan harekata başlamıştır. Bu harekâtın yönü evvela Viyana olarak planlanmasa da Avusturya Kralı Ferdinand’ın Macaristan üzerinde tahakküm kurma çabası neticesi vuku bulmuştur.

Nitekim 1526’daki Mohaç Zaferi’nden sonra Erdel Voyvodası Zapolya’yı Macar Kralı nasp eyleyeceğini vaadeden Kânûnî, payitahta geri döndükten sonra, Avusturya Kralı Ferdinand Macaristan üzerinde hak iddia etmiştir. Zapolya’nın iki taraflı oynaması ve daha sonrasında padişahtan yardım istemesi, ayrıca Ferdinand’ın elçilerinin İstanbul’a gelerek Ferdinand’ın Macar Kralı olarak tanınmasını istemeleri üzerine padişah sefer kararı almıştır. Padişahın Budin üzerine gelmesiyle Avusturya kuvvetleri teslim olmuşlardır. İkinci kez Budin’i ele geçiren Sultan Süleyman, İspanya Kralı’nın kardeşi olan Ferdinand’a haddini bildirmek üzere Avusturya topraklarına girmiş ve Ferdinand’ın çekildiği Viyana’yı kuşatma altına almıştır. Yaklaşık 3 hafta süren kuşatma mevsimin geçmiş olması nedeniyle çok sağlıklı koşullar altında yapılamamıştı. Haddizatında kışın yaklaşması üzerine payitahta geri dönülme kararı alınmıştır. Padişahın bu kuşatma ile asıl amacının fetihten çok İspanya ve Avusturya’yı içine alan Habsburg İmparatorluğu’na gözdağı vermek olduğu aşikârdır.

Sultan Süleyman’ın Avrupa’da yaydığı korku ve dönemin diğer büyük güçlerinin dahi Osmanlı Ordusu’nun karşısına çıkamama cesaretini gösteren en önemli olaylardan biri, padişahın 1532 tarihli Almanya Seferidir.

Bu harekât, Avusturya Kralı Ferdinand’ın Macar Beylerini kışkırtarak kendini Macar Kralı ilan etmeye çalışması ve elçilerini İstanbul’a göndererek bu konuda hak iddia etmesi, aynı zamanda ordularını Budin’i ele geçirmek üzere harekete geçirmesi üzerine; padişahın Ferdinand’ı cezalandırmak için sefere çıkmaya karar vermesi ile vuku bulmuştur. Sultan Süleyman’ın bu sefer amacı, Ferdinand ile meydan muharebesinde karşılaşarak haddini bildirmekti. Fakat Osmanlı Ordusunun, topraklarında ilerlemesine rağmen bu ordunun karşısına çıkamayan hem Şarklen hem de Ferdinand geri çekilmiş ve Osmanlı Orduları Avusturya’ya bağlı birçok önemli kaleyi fethetmiştir. Bu sefer sırasında Osmanlı akıncıları Ren Nehrine kadar ulaşmış ve Avrupa’yı baştan sonra adeta çiğnemiştir. 

Kânûnî Sultan Süleyman’ın, İspanya Kralı’na yazdığı “er ise meydan gelen, yok gelmezsen avretler gibi kadın elbisesi giy ve çıkrık oyna” yönündeki mektubuna ve topraklarının çiğnenmesine rağmen Şarklen, Osmanlı Ordusu’nun karşısına çıkma cesaretini gösterememiştir.

Sultan Süleyman’ın Batı yönündeki etkili fetihler ve gücünü hissettirmesinin ardından yönünü Doğu’ya çevirdiği görülmektedir. Babası Yavuz Sultan Selim’in politikasının bir devamı niteliğinde Osmanlı topraklarına tecavüz eden Safevî Devleti’ne haddini bildirmeyi düşünmüştür.

Nitekim 1533 İstanbul Antlaşması ile Avusturya ile olan harplere bir müddet ara veren Kânûnî, yönünü Şark hududuna çevirmiştir. Bu maksatla Sadrazam İbrahim Paşa’nın Serasker olarak önden gittiği seferde, Van, Ahlat ve Tebriz gibi önemli kaleler fethedilmiştir. Daha sonra Kânûnî’nin de bölgeye gelmesi ile Bağdat’ın fethi gerçekleştirilmiştir. Bağdat’ın fethi Osmanlıların mensup olduğu Hanefi Mezhebinin kurucusu İmam Ebu Hanefi’nin kabrinin burada olmasından ve buranın Şii Safevîlerin elinden alınmasından dolayı ayrıca önemli idi. 

Kânûnî, Irakeyn seferinin devamında Tebriz’i fethetmiş ve ardından İran içlerine doğru harekete geçmiştir. Fakat Çaldıran Zaferinden sonra Osmanlı Ordusu’ndan korkan Şah Tahmasb’ın Osmanlı Ordusu’ndan sürekli kaçması ve elçilerini gönderip barış istemesi üzerine seferi sonlandırmıştır. Sefer sırasında hem Irak-ı Arap hem de Irak-ı Acem fethedildiği için iki Irak manasına gelen bu sefere Irakeyn seferi denilmiştir. 

Batı’da Mohaç Zaferi sonrası İspanya Kralı Osmanlı Ordusu’nun karşına çıkamadığı gibi, Doğu’da da Çaldıran Zaferi Sonrası Safevî Şahı Tahmasb’ın yine Osmanlı Ordusu’nun karşına çıkamaması, Osmanlı Devleti’nin gücünün ulaştığı seviyeyi çok net ortaya koymaktadır.

Padişahın 7. Seferi, 1537 tarihli Avlonya ve Korfu Seferi olup Sultan Süleyman devrinde Venedik üzerine vuku bulan ilk harekâttır. Osmanlı Devleti’nin vermiş olduğu ahitname ile Osmanlı limanları ile rahatça ticaretini yürüten Venedikliler Avrupa siyasetinde ikili oynayarak, İspanya ve Almanya ile de ittifak içinde idiler. Padişahın bu konuda Venedik’i uyarmak için gönderdiği elçilere iyi davransalar da tarafını tam anlamı ile belli etmiyorlardı. Bu sırada padişah Osmanlı topraklarına zarar veren Arnavutların yaşadığı Avlonya üzerine sefere çıkmıştır. Padişah, Avlonya kuşatmasına başladıktan sonra, Mısırdan gelen eşya yüklü gemilerin Venedik gemileri tarafından zapt edilmesi üzerine Venedik’le ilişkiler kopma noktasına gelmiştir. Padişah, son bir kez gönderdiği elçiyle Venedik Senatosunu isteklerini yapmaya davet ettiyse de; Venedik bu isteklere icabet etmeyince sefer yönü Venedik idaresindeki Korfu adasına çevrilmiştir. 

Vezir Lütfi Paşa ve Barbaros Hayreddin Paşa da padişahla birlikte Korfu kuşatmasına katılmışlardır. Fakat kuşatma da önemli bir aşama kaydedildiği sırada bir top mermisinin 4 mücahidi şehit etmesi üzerine Sultan Süleyman:“Bir mücahid kulumu böyle bin kaleye vermem” diyerek muhasarayı kaldırmış ve Barbaros Paşa’ya Venedik’e akınlar yapmasını emrederek payitahta geri dönmüştür.

Padişah kısa süre sonra 1538 tarihli Boğdan Seferi’ne çıkmıştır. İlk defa Fatih devrinde Osmanlı Devleti’ne vergi ile bağlanan Boğdan Voyvodalığının başında bulunan Petro Rareş, Osmanlı’ya olan vergisini göndermemiş; bunun dışında Avusturya Kralı Ferdinand ile yakınlık içerisine girmiş, Osmanlı Devleti’nin dostu olan Polonya Kralı’na savaş açmış vb. Osmanlı aleyhine faaliyetlere girişmiştir. Bunun üzerine sefer kararı alan padişah, Boğdan’ı tam anlamı ile Osmanlı ülkesine katmak maksadı ile Temmuz 1538’de Kara Boğdan Seferi’ne çıkmıştır. Osmanlı Ordusu’nun gelmesi üzerine Voyvoda Petro Rareş kaçmıştır. Boğdan’ı tam anlamı ile fetheden Kânûnî, Boğdan’ın bir kısım topraklarını sancak haline getirmiş; bir kısmını ise Osmanlı’ya vergi veren özerk bir yer haline getirmiş ve başına da voyvoda tayin ederek İstanbul’a dönmüştür.

1538 yılı Osmanlı Devleti için birbirinden çok uzak 3 cephede büyük mücadeleye girdiği bir yıldır. Zira Padişah ordu ile birlikte Kara Boğdan Seferinde iken, Kaptan-ı Derya Hayreddin Paşa Preveze’de Haçlı Donanmasına karşı Preveze Deniz Zaferini kazanmıştır. Hint Okyanusunda ise Hadım Süleyman Paşa Portekizlilerle mücadele içine girerek fetihlerde bulunmuştur. Bu vaziyet Osmanlı Devleti’nin ulaştığı muazzam gücü göstermesi bakımından önemlidir.

Sultan Süleyman’ın Batı yönündeki fetihleri 1541 Macaristan/Budin Seferi ile devam etmiştir. Kânûnî’nin Macar Kralı olarak atadığı Zapolya’nın 1540’da ölümü ve Ferdinand’ın Zapolya’nın ölümü üzerine tekrar Macaristan üzerinde hak iddia etmesi üzerine Macaristan meselesi tekrar alevlenmiştir. Bu sırada acele ile Budin’i ele geçirmek isteyen Ferdinand bir yandan Budin üzerine asker sevk etmiş, bir yandan da elçilerini padişaha yollayarak Macaristan’ın kendisine bırakılmasını talep etmiştir. Bunun üzerine padişah Macaristan meselesine kesin çözüm bulmak amacıyla 1541 yazında sefere çıkmış ve Budin düşmeden bölgeye vasıl olunmuştur. Budin’i 3. kere fetheden Kânûnî, Habsburg emellerine karşı Budin merkezli olarak Macaristan’ın bir bölümünü doğrudan merkeze bağlamıştır. Zapolya’nın ölmeden önce doğan kundaktaki oğlunu ise Osmanlı’ya bağlı olarak Erdel Kralı olarak atamış ve payitahta geri dönmüştür.

Padişah Budin seferinden döndükten sonra, Avusturya Kralı Ferdinand ağabeyi İspanya Kralı Şarklen’den de destek bularak Macaristan’da hak iddia etmeye devam etmiş ve Budin üzerine harekete geçerek tekrar Budin’i kuşatmıştır. Gücünün zirvesinde olan Kânûnî, topraklarına saldırmanın bedelini ödetmek için tekrar harekete geçmiş ve Nisan 1543’de o sıralarda bulunduğu Edirne’den harekete geçmiştir.  1543 Estergon Seferi olarak bilinen bu harekatta padişah, Budin’in doğal savunma alanını genişletmek ve Ferdinand’ı cezalandırmak maksadı ile, Sikloş, İstolni Belgrad gibi Macaristan’daki önemli kaleleri ele geçirmiştir. Bu sıradaki en büyük fetih, Macarların tarihi ve mukaddes saydıkları Estergon Kalesi’nin 10 Ağustos 1543’te fethedilmesidir. 

Hem Batı hem Doğu yönünde seferden sefere giden padişah, bu sefer 1548 tarihli Tebriz Seferidir. Kânûnî, 1534 Irakeyn Seferinde büyük fetihler yapmış ve Safevîlere büyük bir zarar vermişti. Fakat Şah Tahmasb’ın kaçması sonucu tam anlamı ile bir sonuç alamamıştı. 1547’de Tahmasb’ın kardeşi olan Şirvan Valisi Elkas Mirza’nın ağabeyine isyan edip Osmanlı Devleti’ne sığınması, sefere giden yolu açtı. Sünni olan Şirvan ahalisinin de (Azerbaycan) daha önceden padişahtan yardım istemesi, Şah’ın Osmanlı topraklarına karşı tecavüzkar hareketleri gibi nedenler göz önüne alındığında İran Seferine çıkılmasının doğru olacağı kanaati hasıl olmuştur. 1548 Nisan’ında sefere çıkan padişahın ilk hedefi Tebriz olmuş ve burası yeniden fethedilmiştir. 

Bir iddiaya göre Kânûnî, İran’da fetihlerde bulunarak kendisine bağlı Elkas Mirza’yı oraya şah tayin etmek düşüncesinde idi. Fakat Elkas Mirza’nın güven vermeyen hareketleri ve bölgede kendisine destek verilmemesi neticesinde bundan vazgeçilmiştir. Sefer sırasında padişah Halep’e gitmiş, Kara Ahmet Paşa, Van’ı ve Gürcistan’daki bazı önemli kaleleri fethederek Safevîler’in elinden kurtarmıştır. Bu harekâtta da Şah Tahmasb, Osmanlı Ordusu’nun karşısına çıkamamıştır.

Sultan Süleyman’ın üst üste gerçekleştirdiği 2. Doğu Seferi, 1553 tarihli Nahçıvan Seferi’dir. Zira Şah Tahmasb, Osmanlı Ordusu’nun Erdel meselesi ile meşgul olmasından istifade ile sınırı geçerek Osmanlı toprağı olan Ahlât, Adilcevaz, Erciş Kalelerini kuşatmış ve bölgeyi tahrip etmiştir. Bu faaliyetleri sırasında Ahlât’ı da ele geçiren Şah Tahmasb, şehir halkını da katletmiştir. Bununla da yetinmeyen Şah, oğlunu Erzurum’u kuşatmaya göndermiştir. Şahın bu haddini aşan eylemlerine karşı sefer mecburiyeti doğmuştur. Sadrazam Rüstem Paşa, Serdar tayin edilerek yollanmış, fakat askerin padişahı istemesi ve Şehzade Mustafa’nın isyan üzere olduğu dedikoduları üzerine Rüstem Paşa geri çağrılmış ve padişah bizzat orduya komuta etme kararını almıştır. Nitekim 28 Ağustos 1553’te İstanbul’dan hareket etmiştir. Sefer sırasında Şehzade Mustafa’nın Konya civarında idamı ve daha sonra Şehzade Cihangir’in rahatsızlanması üzerine padişah Halep’e gelmiştir.

 Daha sonra sırasıyla Diyarbakır ve Erzurum’a gelen padişah, nihayetinde Kars’a ulaşmış ve buradan Şah Tahmasb’ı meydan savaşına davet eden mektubunu yazmıştır. Fakat Şah her zamanki gibi Osmanlı Ordusu’nun karşısına çıkmaya cesaret edememiştir. Kânûnî, bunun üzerine ordu birliklerini Safevî toprakları olan Revan, Karabağ, Nahçıvan bölgelerini vurmak üzere sevk etmiştir. Padişah kendisi de 1554 Temmuzunda Nahçıvan’a gelmiştir. Buralarda büyük ganimet ele geçirilmiş ve Şahın yaptığı tahribatın intikamı alınmıştır.

Padişah, Amasya kışlağına çekildiği sırada Şah’ın mektubu kendisine gelmiştir. Şah Tahmasb mektubunda “10 defa şarka gelse, yine de Osmanlı Ordusu’nun karşısına çıkmayacağını” belirtmiştir. Kânûnî, Amasya’da iken iki taraftan da elçiler gidip gelmiş ve bir barış yapılması gündeme gelmiştir. Yapılan müzakereler neticesinde Kânûnî’nin istekleri şah tarafından kabul edilmiş ve Osmanlı-Safevî arasındaki ilk antlaşma olan Amasya Antlaşması 1 Haziran 1555’te imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, İran’da Ashab-ı Kiramın ileri gelenleri ve 3 büyük Halifeye küfür edilmeyecek, Safevîler Osmanlı sınırlarını ihlal etmeyecek ve Kızılbaş hacılar refah içinde hacca gidebileceklerdi. Ayrıca Safevîler, Osmanlı Devleti’nin o güne kadar fethettiği kale ve toprakların fethini de, bu antlaşma ile kabul etmiş oluyorlardı. 

Sultan Süleyman’ın son seferi 1566 tarihli Sigetvar Seferi’dir. Bu sefer sırasında 72 yaşında ve hasta olan padişah yine de sefere çıkmaya karar vermiştir. Bu dönemde Avusturya Kralı Maksimilyan kendisinden istenilen vergiyi İstanbul’a göndermiş ve 1562’de Osmanlı-Avusturya antlaşması yenilenmişti. Fakat bu sırada Macaristan’daki ihtilaflar devam etmekteydi. Bu bakımdan Erdel Beyi Sigusmund ile Maksimilyan arasında çatışmalar başlamış ve Kral vergi verme işini geciktirmişti. Macaristan’daki ihtilaflı bölge, yeniden iki devlet arasında sıkıntı oluşturmuş ve ipler gerilmiştir. Erdel Kralı’nın Çatmar’ı ele geçirmesi ve Avusturya Kralının da, Erdel’e girmesiyle savaş kaçınılmaz olmuştur. 

Kânûnî, bu sırada ordusunun başında 13 yıldır sefere, 23 yıldır ise Avrupa seferine çıkmıyordu. Pertev Paşa’nın önden Erdel’e gönderilmesi ile sefer başlamış, padişah da, 1 Mayıs 1566’da son seferi için payitahttan hareket etmiştir. Seferde, Sigetvar Kalesindeki Avusturya kuvvetlerinin Osmanlı topraklarına saldırarak ahaliye zarar verdiği düşünüldüğünden buranın fethedilmesi kararlaştırılmıştır. Padişah bu son seferine hasta haliyle katıldığından kuşatma sırasında iyice fenalaşmıştır. Padişah 6 Eylül’ü 7’sine bağlayan gece vefat etmiş, Sigetvar Kalesi de, 7 Eylül günü fethedilmiştir.

Sultan Süleyman devri Osmanlı Devleti’nin en büyük gücü temsil ettiği dönemdir. Her alanda çok büyük devlet adamlarının da bu dönemde olması padişahın, devleti büyütmesinde büyük rol oynamıştır.

Sultan Süleyman, her açıdan büyük bir padişah olarak anılsa da; ailevi konularda eleştiriye tabi tutulmaktadır. Özellikle Hürrem Sultan ile yaşadığı aşk, onunla ilgili birçok efsanevi ve gerçekçi olmayan bilgilerin yayılmasına sebebiyet vermiştir.

Padişahın ilk eşi Mâhidevrân Sultan’dan olan büyük oğlu Şehzade Mustafa ile Hürrem Sultan’dan olan Şehzade Mehmed, Şehzade Selim, Şehzade Bayezid ve Şehzade Cihangir adlı 5 şehzadesi bulunmaktaydı.

Özellikle Osmanlı tahtı için bir mücadele durumu ve sonrasında iki oğlunun öldürülmesi fetvasını vermesi, Sultan Süleyman’ın eleştirildiği bir diğer konudur.

Bilhassa Şehzade Mehmed’in 1543 yılında eceli ile Manisa’da vefat etmesi ve Şehzade Cihangir’in rahatsızlığı neticesinde, taht için aday sayısı ciddi olarak 3’e düşmüştür. Hürrem Sultan’ın Rüstem Paşa ile birlik olarak Şehzade Mustafa’ya tuzak kurdurduğu ve idam edilmesine sebep olduğu ifade edilmektedir. Fakat bu konuda net veriler bulunmamaktadır. 

Şehzade Mustafa’nın isyan etmediği de aşikârdır. Fakat çevresinin tesiri ile bir kumpasa kurban gittiği ve babasının bazı önerilerini dikkate almadığı görülmektedir. Ben, Şehzade Mustafa’nın katledilmesinde, tamamen suçsuz olmadığını; fakat Kânûnî’nin de biraz acele kararı aldığı kanısındayım. 

Sultan Süleyman’ın 1553 yılında büyük oğlunu katletmesinin ardından geride kalan iki oğlu Şehzade Selim ve Şehzade Bayezid arasında da büyük bir taht mücadelesi başlayacaktır. Nihayetinde 1559 yılında iki şehzade arasında Konya Savaşı vuku bulacak ve Kânûnî’nin desteğini alan Şehzade Selim bu savaşı kazanacaktır. Şehzade Bayezid ise kaçarak İran’a sığınmak zorunda kalacaktır. Sonraki süreçte Şah tarafından Osmanlı Devleti’ne iade edilen Şehzade Bayezid da idam edilecektir.

Sultan Süleyman’ın bu konuda da sözünü dinlemeyen oğlu Şehzade Bayezid yerine sözlerine itaat eden oğlu Şehzade Selim’i desteklediği ve tahtın kaderini belirlediği görülmektedir.

Sultan Süleyman, padişahlığı döneminde her gittiği ve fethettiği bölgede hayır ve vakıf eserleri vücuda getirmiştir. Bunlardan en meşhuru ve büyüğü 1550-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırdığı, cami, medrese ve diğer müştemilattan oluşan büyük Süleymaniye Külliyesidir.