Vakıf Katılım web

DERHAL PARASAL HEDEFLEMEYE GEÇİLMELİ!

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen yazımda Sayın Cumhurbaşkanı'nın yeni dönemde işinin zor yükünün ağır olduğundan bahsetmiştim.

Yeni dönemde artık bir teknokrat kabine bulunmaktadır. Siyasi sorumluluk bütün ağırlığıyla Cumhurbaşkanı’ndadır. Artık Başbakanlık ve parlamenter sistem tarihin sayfalarına kaldırılmıştır. Ve yine bahsetmiştim ki, önümüzde ciddi siyasi ve iktisadi problemler vardır. Ama ülkemizin ve devletimizin gücü iyi ve etkin yönetilirse bunların üstesinden de gelebiliriz. Eğer bu geçiş süreci başarıyla atlatılırsa, Sayın Cumhurbaşkanı tarihe Bani-i Hamis (Devletin Beşinci Kurucusu) olarak geçecektir.

Bugün iktisadi tehditleri inceleyeceğim. Kısa vadede, daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, 2019 yılı ilk altı ayı içinde 1994 Krizi benzeri bir krizin gelme ihtimali bulunmaktadır. Uzun vadede ise mevcut dış borçla finanse edilen iç talebe dayalı büyüme modelinin terk edilmesi gerekir. Bu uzun dönemli hedefe ulaşmak ve kısa dönemli kriz tehdidini atlatmak için orta vadeli para ve maliye politikalarının da yeniden düzenlenmesi gerekir. Bu yazıda bunlara kısaca değinecek ve temel uygulamaların ne olması gerektiği hakkındaki görüşlerimi bildireceğim.

1994 Krizi yüksek dış borç, yüksek iç borç ve yüksek enflasyon sarmalına girmiş bir ekonomide popülist DYP-SHP koalisyonunun iktidara gelmesi ile hızlanan bir sürecin sonunda patlamıştı. Kur rejimi “kirli dalgalanma” olarak tabir edilen ve MB’nin limitlerini her ay yenilediği belli bir bant içinde kurun dalgalanmasına müsaade ettiği ve kurun bant dışına çıktığı durumlarda müdahale ettiği bir sistemdi. İktisat teorisine göre, bu sistemde, ekonomik faaliyetleri kontrol etmek için Maliye Politikası Para Politikasına göre daha etkindir. O dönemde gelen hükümetin yüksek iç borcu düşürmek için sıkı maliye politikası uygulaması (yani kamu harcamalarını kısıp vergileri arttırması) ve enflasyonla mücadele anlamında da, yardımcı unsur olarak, sıkı para politikası kullanması gerekirdi. Ancak Demirel Hükümeti seçim öncesi verdiği popülist vaatlere (herkes ev ve araba, kadınlara 38 erkeklere 42 yaşında emeklilik ve benzeri) öncelik verdi ve devletin yönetiminde partizanca kadrolaşma yarışını başlattı. Bu genişlemeci maliye politikası demekti. Zaten yüksek olan bütçe açığı ve iç borç arttı, faizler yükselerek yatırım üzerinde dışlama etkisi yarattı, artan iç açık doğal olarak dış açığı patlattı, kurun baskılanması yetmiyormuş gibi Tansu Çiller’in (Cumhurbaşkanlığı’na kaçan Demirel sonrasının Başbakanı) talimatıyla Kamu Bankaları zorla faizleri düşürerek iç talepteki daralmayı frenlemeye çalıştı. Sonuç: Yüksek dış açık baskılanan kuru patlattı, bankalar ve firmalar iflas etti, ülke o zamana kadar gördüğü en yüksek daralmayla karşılaştı, milyonlarca insan işsiz kaldı. Sıkı para politikası da bir işe yaramadı, çünkü esas etkili politika maliye politikası iken bu politika mevcut problemleri azaltacak yönde değil arttıracak yönde kullanıldı.

Bugün de benzer koşullar vardır. Belki bütçe açığı ve iç borç o zaman ki kadar yüksek değildir ama  özel tasarruf-yatırım açığı arş-ı alâya çıkmaktadır. Kur sistemi görünüşte dalgalı kur sistemidir ancak enflasyon hedeflemesi ve faiz hedeflemesi uygulandığı için dalgalı kur sistemi beklenildiği gibi çalışmamaktadır. Dalgalı kur sisteminde daha etkin olan politika aracı para politikasıdır, ancak bu politika para arzının aktif olarak belirlenmesi ile etkili hale gelebilir. Yani MB faizleri değil, para miktarını hedef olarak belirlemelidir. Faizler Bankalararası Para Piyasası’nda belirlenmeli ve MB para arzını kontrol etmeye odaklanmalıdır. Maliye politikasının etkisi görece daha azdır. Şimdi, ülke bir yüksek enflasyon sürecine girmiştir. Bunun bir adım sonrası devalüasyon – enflasyon spiralidir. Yani kurlar arttıkça fiyatlar artacak, fiyatlar arttıkça da kurlar artacaktır. Arka arkaya gelen seçimler kamu harcamalarının üretken olmayan sektörde yoğunlaşmasına (popülist genişlemeci maliye politikası) yol açmış, yüksek belirsizlikten kaynaklanan bankaların rezerv talebi artışı (faiz hedeflemesi sebebiyle) parasal tabanda kontrolsüz artışa yol açmıştır. Bu da enflasyonu tetikleyen bir süreçtir. Özel sektör firmaları özellikle KOBİ’ler büyük nakit sıkıntısı içerisindedir, bunu aşmak için KGF kullanılmıştır, ancak bu özel sektör riskinin kamu kesimine havale edilmesinden başka bir şey değildir. Hızlı iç talep büyümesi ithalatı arttırmakta, yerli ve milli sermaye sanayi ve tarım üretiminden çekilip yerlerini yabancılara bırakmakta, hükümet üretim yetersizliğini ithalatla karşılamaya çalışmaktadır. Doğal olarak dış borç, kurlar ve enflasyon artmaktadır. Çözüm sıkı maliye ve sıkı para politikasıdır. Yeni Maliye ve Hazine Bakanı’nın ilk yapması gereken frenlere basmak olmalıdır. Bunu bir önceki Bakan gibi KDV ve ÖTV zammıyla değil, Kurumlar Vergisi artışıyla karşılamalı aynı zamanda devletin içerisinde ciddi bir tasarrufa gidilmelidir. Mevcut bakanlıklar personeli ivedilikle Beştepe’de konuşlandırılmalı ve Bakanlıklar için yabancı sermayeli rezidanslara ödenen fahiş kira harcamalarına son verilmelidir. Para Politikasına gelince, kısa vadede derhal enflasyon hedeflemesinden vazgeçilmeli ve parasal hedefleme başlatılmalıdır. Seçilen parasal göstergeler (Parasal taban, M1 ve Toplam Kredi Arzı) için üç aylık, altı aylık ve bir senelik büyüme hedefleri belirlenip deklare edilmelidir. Döviz Kurları ve faizler tamamen piyasaya bırakılmalıdır. İflası yasaklanan firmaların da iflas açıklamalarına müsaade edilmelidir. Bu politika iç talebin büyümesini yüzde 3’lere çekecek, ama bir sene içerisinde enflasyonu gemleyecek, kurların istikrara kavuşmasına neden olacaktır.

 “Pekiyi Hocam, MB bunu kabul eder ve uygulayabilir mi?” İşte kritik soru. Bence Merkez Bankası’nın idari özerkliği yerinde kalmalı ama politika araç ve stratejileri açısında özerkliği kaldırılmalıdır. Bunun için MB’nin kanunu değişmeli, ana hedef fiyat istikrarı yerine ekonomik istikrar olmalı, politika belirlenmesi açısından Cumhurbaşkanı’na karşı sorumlu kılınmalıdır. Bugün kurulan düzen, çok kullanılan tabirle “piyasa dostu” bir düzendir! Ben bunu kabul edemiyorum… MB’nin yabancı tefecilere değil, Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne dost olması gerekir.

Faizlerin düşürülmesi gerektiğine katılıyorum. Ama faizler emir komuta ile kısa dönemde değil ancak enflasyonun kontrolü ve mali istikrarın sağlanması ile orta vadede düşer. Eğer Tansu Çiller örneğinde olduğu gibi zorla faizleri düşürürseniz, araba duvara toslar!

Uzun vadeye gelince… Dış dünyada ekonomik düzen hızla değişmektedir. Bugün, başta Amerika olmak üzere benim “Neo Merkantilizm” olarak adlandırdığım bir düzen hakim olmaktadır ve bu hiç şüpheniz olmasın yakında “piyasa dostu” meslektaşlarımın çok korktuğu bir şekilde, (korkarlar tabii, ekmeklerini tefecilerden kazanıyorlar, DMD), sermaye ve finans piyasalarına büyük ölçekli müdahaleye kadar gidecektir. Bizde ise, ta Osmanlı’nın duraklama dönemine kadar giden ve Osmanlı’nın çöküşüne sebep olan bir provizyonizm/iaşecilik (Mehmet Genç Hoca’mın kulakları çınlasın, DMD) rejimi yürürlüktedir. Ben bunu da “Neo- Provizyonizm” olarak adlandırıyorum. Bunun sonlanması gerekir. Bu da bir daha ki yazıya…