CÂMİLER SOSYAL HAYATIN MERKEZİ OLMALI

Ümit G. CEYLAN 29 Mar 2018

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Almanya'da çalışan annelerin çocukları okul sonrası vakitlerini geçirebilmeleri, ödevlerini yapıp sosyalleşebilmeleri için kiliselere bağlı etüt merkezlerine giderler.

YAŞLILARIMIZA İYİ DAVRANALIM

Öncelikle IGDAŞ’a geçen hafta ile ilgili yazdığım yazıdan dolayı duyarlılıkları için teşekkür ederim.

Konuya böyle girdikten sonra, yaşlılarımızdan kısaca bahsetmek istiyorum. Malum, hepimizin anneleri babalarına Allah ömür verdiği sürece sağlık, huzur versin. Terk-i dünya edenlere de rahmet diliyorum. Yaşlandıkça çocuklaşan büyüklerimize baktıkça gelecekteki halimizi de görebiliyoruz. O halde onlara Allah’ın emir ettiği üzere kalplerini kırmadan yumuşaklıkla davranmalıyız. Bu yaştan sonra davranışlarını ve düşüncelerini değiştiremeyeceğimiz yaşlılarımıza karşı davranışlarımız adeta bir doktorun hastaya yaklaşımı gibi olmalıdır. Bazı ebeveynler yaşlandıkça daha despot, bencil ve karşı tarafı rencide edici olabiliyorlar. Onlara karşı da yine müşfik fakat bir mesafe koyarak davranışlarına set çekecek şekilde duruş sergilemeliyiz. Ama bazı yaşlılarımız da pamuk şekeri gibi, tonton insanlar olabiliyorlar. Ne mutlu büyüklerine sabırla yaklaşabilenlere. Hak'kın huzuruna ak yüzle çıkabileceklere selam olsun.

CÂMİLER SOSYAL HAYATIN MERKEZİ OLMALI

Almanya’da çalışan annelerin çocukları okul sonrası vakitlerini geçirebilmeleri, ödevlerini yapıp sosyalleşebilmeleri için kiliselere bağlı etüt merkezlerine giderler. Müslüman çocuklar dahi klisenin merkeze alındığı bu kurumlarda kaliteli ve yeteneklerine göre eğitimler alırlar. Gerçekten de yemeklerini topluca yedikleri, öğretmenler eşliğinde ödevler yaptıkları, müzik, tiyatro, resim vb faaliyetlerin de yer aldığı güvenli(!) yerlerdir. Ebeveynler akşam mesai saati bitiminde çocuğunu alıp içleri rahat evlerine dönerler. Dolayısıyla çocuğum okul sonrası nereye gidecek, bakıcı tutulacak gibi sorunlar kafaları meşgûl etmez. Türkiye’de de yıllardır camilerin neden günlük namaz dışında bir faaliyette bulunmadıklarını sorgulamak gerek!.. Ancak camilerimizin cenazelerde, yaz tatillerinde Kuran Kursları, arada sırada da mevlüt gibi faaliyetlerden başka bir işlevselliği yok.

Tarihsel planda camiler

Osmanlı toplumunda cami, mahallenin teşekkülü kadar, sosyal yapının da düzenli ve emniyet içinde olmasını sağlayan bir fonksiyona sahipti. Müslüman-Türk toplumu ve yerli halk arasındaki sosyal ve kültürel etkileşimi Selçuklu Devleti ve Osmanlı İdaresi’nin bilinçli ve plânlı iskân politikası ile yeni fethedilen yerlerde her mahallede bir mescid veya cami, peşinden ticarî, ilmî ve sosyal ihtiyaçları karşılayacak kurumlar tesis edilerek, şehir, devletin himayesinde, rahat ve huzura kavuşturmuştur. Sonuçta kılıçla fethedilen yerler mescid ve diğer kurumlar vasıtasıyla Türkleşmiş, İslamlaşmıştır..

Camiler beş vakit namazın dışında eğitim, yardımlaşma, sanat  merkezleri, imarathane, misafirhane ve hanı ile birlikte devlet halk kaynaşmasının da bir Halkla İlişkiler merkeziydi. Müslüman-Türk toplumunda cami merkezde olmak üzere, bu saydığımız diğer yapılara ek olarak pazar yeri, ticarethaneler, çeşme, hamam ve tabii medresesi ile birlikte şehrin karakteristik özelliği ile bir enerji alanıydı. Mahallerde bu yapının daha küçük versiyonu olarak insanların sosyal anlamda yalnız kalmadıkları, kültürel alandaki yüksek zevkin toplumun tüm kılcal damarlarına kadar akıtıldığı hayatın merkezleriydi. Camilerde sadece dinî ilimler değil, lisan, şiir, tıp ve astronomi gibi zamanın ihtiyacı olan diğer ilim dallarında da eğitim yapılmıştır.

Günümüzde örnek cami modeli

Ancak değişen zamanla birlikte ihmâl edilen alanların bugünkü sosyal problemlerine cevap verebilmek yeniden esas hüviyetine kavuşturmak gerekiyor. Bu konuda örnek alınabilecek bir örnek var. İyilik ödülü sahibi Hasanpaşa Cami İmamı Levent Uçkan: “İşletme mantığı ile bakıldığında Türkiye’de bir caminin ortalama maliyeti bir, iki milyona ulaşıyor. İki kadrosu varsa yüz bin liralık bir işletme gideri var. Bu kadar harcamanın yapıldığı bir yerin günde 3-4 saat açık tutulmasının israf olduğunu düşünmeliyiz. Bizim camilerde din dersi verdiğimiz saatlere baktığımızda, emekliye müsait bir zaman dilimi üzerinden derslerimizi yapılandırmışız. Cumartesi-Pazar izin kullanılır mı? İnsanların en müsait olduğu zamanları biz izinle geçirmişiz” diyor.

Uçkan’ın hizmet verdiği cami farklı bir muhatap kitlesine göre planlanmış; sokak çocuklarına, sokakta kalanlara bir rehabilite merkezi olabilecek şekilde hizmet veriyor. Özellikle kış aylarında donma tehlikesine karşı Hasanpaşa Caminin alt katı misafirhaneye dönüştürülmüş. Madde bağımlısı olandan tutun intihar girişiminde bulunmuş bir Hristiyan, atmış yaşında dağılmış aile vakıası yaşayan vatandaşımıza varıncaya kadar çeşitli kişiler misafir ediliyor. Uçkan, insanların hikayelerini dinliyor ve yol gösteriyor. Bu insanlar, banyo, barınma gibi temel ihtiyaçlarını burada giderebiliyorlar. Sürekli hanımlara cevap verebilecek bir hanım din görevlisi de bulunuyor. Bizim camiyi tekrar hayatın, sosyal yaşamın merkezine oturtmamız gerekiyor diyen Uçkan; “Camiyi bütün oluşumların buluştuğu ortak çatı olarak görmemiz gerekiyor. Bunu öncelikle dinî oluşum ve cemaatlerin benimsemesi, herkesin kendi özelinden ve çekildiği köşesinden çıkıp ümmetin ortak buluşma noktası olarak camiyi kabul etmesi gerekiyor. Bir caminin finansal kirlilik yaşamadan nasıl ayakta durabileceği üzerinde de düşünmemiz gerekiyor. Sadece bağımlılarda değil; aslında boşanma, adli vakıa gibi pek çok konuda dinî rehberliğe ciddi şekilde ihtiyaç var. Bu sayede hem kurum, merkezi bir konuda işlevini sürdürebilir hem de daha aktif olması sağlanabilir. Asr-ı Saadet’te camiler çok fonksiyonlu kullanılırken bugün neden sadece namaza hasredilen ya da sadece namaz kılınıp çıkılan özel mekânlar hâline geldiler? Ben, cemaat kavramının fıkhî olarak yeniden ele alınması gerektiği kanaatindeyim” diyor.

Buradan hareketle ihtiyaca binaen camilerimizin daha işlevsel birer kurum haline gelmesi gerekir. Camilerimiz bulunduğu mahallede huzurun, barışın, kaynaşmanın, yardımlaşmanın, gönül gönüle olmanın birer gönül mabedine dönüşmesi demek feyiz ve bereketin artması demektir. Yoksa yeryüzü mescittir, her yerde namaz eda edilir. Camilere de ihtiyaç kalmazdı. Oysa camide toplanmanın, namaz kılmanın kat kat sevabının büyük olması, sevincin ve tasanın birlikte paylaşılmasıdır.

FOTOĞRAFIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Hayata temiz bakmanın sırrı

Daha küçük yaşta şişenin dibi gibi kalın camları olan gözlüklere sahip küçücük çocukları ne kadar da şirin buluruz! Çoğu kez gözlük kullanan ilkokul ve ortaokul arkadaşlarımızın adını neredeyse hatırlayamayız; çünkü biz onlara gözlük ya da dörtgöz diye hitap ederdik.  Daha sonraları gözlük, bir kimlik, bir kişilik, bir karizma göstergesi olarak aksesuar haline dönüştü. Son zamanlarda lens kullanan nice gençler, siyah, kahverengi ya da ela olan göz renklerini, göz renginden saymadılar. Gözlük yerine lensleri kullanarak mavi, yeşil, zeytuni, hatta kırmızıyı bile kullananlar bu hevesinden sonra, nedense lensi bırakıp tekrar eski gözlüklerine döndüler. Gözlük iyi görme konusunda bir ihtiyaç olduğu kadar bir statü ve bir karizma olarak  yerini hala korumaktadır. Özellikle gözlük, kitap okuyan bir insan için en yakışanıdır ve aynı zamanda da ihtiyaç duyduğumuz bir aksesuardır. Bugünlerde Kütüphanecilik Haftası kutlanıyor. Ben kitap okuyan çocuklarımızı daha anlamlı buluyorum. Kitap okuyan gözlüklü bir çocuk geleceğimizi okuyor demektir. Kitap okuyan bir çocuk, hayata kalpten bakıyor demektir. Kitap okuyan bir çocuk bir gönül sarayı inşa ediyor, kültürümüze ve medeniyetimize sahip çıkıyor demektir. Bir bebek doğduğunda ve anne kucağına verildiğinde ona Kuran'dan ayetler okunursa, bütün kâinatı ve bütün kitapları okuyor demektir. Bir çocuk kendisini yetiştiren anne babasına, dedesine, ninesine, öğretmenlerine bakarak iyi bir insan olabiliyorsa kitaba ve manevi iklime önem veriyor demektir. İçten ve ihlâsla okunan kitap hayata ve ötesine iyi bir pencereden bakılıyor demektir. Hayata ve ötesine iyi bir çerçeveden berrak bakmanın sırrı, ancak kalbin temizliğiyle manevi bir gözlükten bakabilmektir.

PERİSKOP

Kütüphane Haftasında camilerimiz

Tarihimizde eğitim ve öğretimin Osmanlı’da ve diğer İslâm toplumlarında yaygınlaşmasında cami kütüphanelerinin yeri  unutulmamalıdır. Başlangıçta camilere gelip, giden veya ders okuyanların istifadesi için müellifler yazdıkları kitapların birer nüshasını veya parasıyla aldıkları kitapları oraya bağışlarlarmış Bu suretle camiler uzun bir süre kütüphane hizmeti vermiştir. XII. asırda, Bağdat’da Zeydî Mescidi, zengin vakıf kitapları ile cami veya mescid kütüphanelerine en iyi örnektir. Evliya Çelebi, Mısır, Ezher Camiinde kitapla dolu iki yüz dolabın varlığından bahseder. Camilerin etrafında açılan kitapçı dükkânlarını da bu kültür faaliyetlerine ilave etmek gerekir. Osmanlıda cami ve medrese içiçeydi. Bursa Hüdavendigâr Camii (1364-1365)’nin üstü medrese, altı cami olarak yapılmıştır. XII. asırda, Bağdat’ta Zeydî Mescidi, zengin vakıf kitapları ile cami veya mescid kütüphanelerine en iyi örnektir. Evliya Çelebi, Mısır, Ezher Camiinde kitapla dolu iki yüz dolabın varlığından bahseder. Veliyyüddin Efendi ve Konya Yusuf Ağa kütüphaneleri camiye bitişik ve bir iç kapı ile bağlantılı tarzda tesis edilmiştir. Yine Bursa’da Umur Bey tarafından yapılan caminin kütüphanesine, kendisi otuz üç kitap vakfetmiş ve cami cemaatinin istifadesine sunmuştur. Bu kitapların dışarıya çıkarılmamasını istemiş ve Hafız-ı kütüp olarak da cami müezzinini, günlük bir akçe vazife ile görevlendirmiştir. Yine Bursa’da Ulucami ve Molla Yegân Mescidi’nde kütüphanelerin varlığı bilinmektedir.

Camilerin kültür hizmeti zamanla çevresine yansımıştır. XVI. asırdan itibaren cami çevresinde, yapılan kahvehaneler birer “Okuma evi” gibi, cami cemaatine hizmet vermiştir. Bu kıraathanelerin cami cemaatinin namaz öncesi bir süre vakit geçirmesi maksadıyla açıldığı da ileri sürülmüştür. Camiilerimizin tekrar “Rabbinin adıyla oku” cümlesine hürmeten güncellenmesi gerektiğine hem fikir olmalıyız.