ÇALIŞMAK İBÂDETTİR

Cemalnur SARGUT 19 Nis 2018

Cemalnur SARGUT
"Çalışmak ibâdettir" Çünkü çalışmayan insan makbul insan değildir.

Cennetin bir adı ‘Şuğul’ dur; meşgûliyeti olmayan insan cehennemdedir. Onun için bütün Kur’an-ı Kerîm her şeyin Allah’tan olduğunu bize öğretirken, gayretin Allah’tan geleni idrak etmek için yegâne sebep olduğunu, gayret olmazsa; kaderimizde her şey yazılı olmasına rağmen, bizim onu kabullenemeyeceğimizi ve idrak edemeyeceğimizi bize anlatır. Dolayısıyla her hâlükârda maddî mânevî çalışmak, insanı Allah’a yaklaştırır. Peygamber Efendimiz ailesi için çalışan erkeği methetmiş, tabii gene ailesi için iş yapan kadını methetmiştir. Hattâ çalışmanın çok büyük bir ibâdet olduğunu da söylemiştir. Dolayısıyla fîsebîlillah; Allah için çalışan, nefsi için çalışmayan; dünyâyı mâmur etmek için değil, mânâsını mâmur etmek için ve nefsini terbiye etmeye çalışan kişiler Allah indinde son derece değerlidir. O yüzden çalışmak çok önemlidir.

“Tasavvuf ve tarîkat ehli bir kenara çekilip, kendini sadece zikre vermesi doğru olmaz. Aynı zamanda diğer işlerini ve sorumluluğunu da yerine getirmesi gerekir. İslam ruhbanlığı reddeder ve yarın ölecekmiş gibi ibadeti, hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmayı öğütler. Çünkü ‘mümin’ demek ‘çalışan insan’ demektir. Hareket yaşadığını gösterir; hareketsizlik ise ‘ölü’ olmak demektir. Malumunuz; Peygamber Efendimiz yolda giderlerken bir dilenci görmüşler, para vermeden geçmişler. Dönüşte dilenciye para vermişler. “Niye?” diye sorulduğunda; “Demin hiç hareketsiz oturuyordu, şimdi ise yere bir şeyler çiziyordu. O hareket bile onun çalıştığını gösterir, biz de onun karşılığını verdik” demişler. Yani mutlaka gayret, çalışmak ve hizmet etmek çok önemlidir. Ayrıca iş ahlâkı diye bir ahlâk vardır. İş insan hayatında olmazsa, insan dinden îmândan çıkar, kendini hiç ve yok hisseder. Onun için insan mutlaka çalışma gayreti içinde olmalıdır. Her şey dönmekle, bu dönüş çalışmakla, hareketle alâkalıdır, o da yaşamak demektir. Dolayısıyla çalışmayan insan faydasız insandır.

Hizmet etmek, hizmet için çalışmak, hizmette yarını beklemeden bugün bütün vazifeleri yapmak Allah’ın en sevdiği huydur. Çalışma azmi içinde olmak gerekir. Herşeyi zamanında yapmak ise şiarımız olmalıdır. Hiçbir konuda acele olmayı sevmeyen Allah, hizmet için acele etmeyi seviyor, ibâdet için acele etmeyi seviyor. Çünkü geçen bir dakika bile niyetin ne olursa olsun, o ibâdeti önleyebilir. İbadet etmeden ölebilirsin ve sorumluluktan kurtulamazsın. İnsanın aşırı istekleri, başkalarını hiç düşünmeden sadece kendi nefsi ya da dünya için bir şeyler istemesi hırs yapması demektir. Bu ikisi de ahmaklık devridir insanın, ama Allah için isteyince ve sâdece Allah için bir şeyler yapmanın zevkine varınca; ona ‘azmetmek’ diyoruz.

Çok çalışan, çok para kazanan, çok mal mülk edinen elinde olmadan dünyevileşiverir.  Birisi Peygamber Efendimize gelmiş: “Beş kuruşum bile yok, bana duâ etseniz de biraz para verse, çünkü ibâdet edecek gücü bile bulamıyorum yiyeceğim olmadığı için” demiş, Peygamber Efendimiz de: “İsteme, Allah’ın verdiği ile yetin” demişler, “Ama ne olur efendim, lütfen” Ve adam para kazanmaya başlıyor duâların yüzüsuyu hürmetine. Fakat sonrası ilk iş günlük namazlarını terk etmeye başlıyor. Çünkü vakti olmuyor ve işinin bâkî kalması ve gelişmesi için namaza vakit bulamamaya başlıyor. Sonradan Cumaları terk ediyor, sonradan yavaş yavaş orucu terk ediyor, çünkü hâli olmuyor. Böyle böyle bütün ibâdetleri terk ettiği zaman da gidip Peygambere yalvarıyor: “Ne olur lütfedin de bunlar elimden alınsın, çünkü bunlar benim Allah’la ilişkimi engelledi” deyince, Peygamber Efendimiz: “Allah verdiğini kendi istemeden geri almaz. Şimdi bunların içinde ermeyi öğren” buyuruyorlar. Yani haksız para kazanmak, bundan dolayı aşırı para sahibi olmak insan’ı Allah’tan uzaklaştırır.

Hazreti Mevlânâ diyor ki: İki şey insanı Allah’tan uzaklaştırır: Birisi parası ve diğeri sıhhatidir. Bütün bunları düşünürsen neyin eksikse o kadar yaklaşıyorsun, neyin fazlaysa o kadar uzaklaşıyorsun. O halde ne kadar paraya pula, mala mülke, mevki makama, şan ve şöhrete sahip olursak o kadar sorumluluk yüklenmiş oluyoruz. Şuurlu insan bunun baskısını üzerinde hisseden insandır. O zaman da o paranın her kuruşunda fakirin hakkı olduğunu düşünerek, ona göre hareket etmek lâzım.

Halka hizmet Hakk’a hizmettir. Halk Hakk’ın başka bir görüntüsüdür. Allah’tan başka bir kuvvet-i kudret yoksa senin gördüğün bütün isimlerde tecellî eden Allah’tır. Dolayısıyla senin onlara hizmetin doğrudan Allah’a hizmettir; o bakımdan çok büyük bir lütuftur. Halka hizmet için en güzel şey karşındakinin sana el açmasıdır. “Birisi senden bir yardım istediği zaman, sen onun elini bırak ayağını öp... Çünkü her bir yardımın Allah’ın ‘Ben seni seviyorum’ hitâbıdır aslında, onun sayesinde gelmiştir” der. Ama en güzel yardım, karşındaki istemeden sen onun ihtiyacı olduğunu hissederek ona farkında olmadan, onun gururunu kırmadan, nefsini yok etmeden ama egosuna da hizmet etmeden ona yardım etmektir. Zâten “Rifâîlik üç şeydir” diyor Ahmed er-Rifâî Hazretleri; Verileni reddetmemek, kimseye el açmamak ve mal biriktirmemektir.