BÜYÜRKEN UNUTTUKLARIMIZ

Ümit G. CEYLAN 01 Eki 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Ne sancılı bir süreçtir büyümek; çocukluğumuzun dünyasından yavaş yavaş ayrılmak, büyüklerin dünyasına adım atmak.

Ne sancılı bir süreçtir büyümek; çocukluğumuzun dünyasından yavaş yavaş ayrılmak, büyüklerin dünyasına adım atmak. Acaba büyümek, büyülenmek midir sahiden? Yani gerçek sandığımız şeylerin büyüsüne kapılıp saflığımızı, masumiyetimizi yitirip hırslarımızın büyüsüne kapılmak mıdır? Çok yazık. Oysa çocukken her şey ne kadar sade ve berraktır. Büyümek için çırpınırken çocuk, bilseydi bir daha geri gelemeyecek, hiç ister miydi o zaman büyümek?

Çocuklar ânı yaşarlar

Bir çocuk bir başka çocukla parkta tanışırlar. Birbirlerine bakıp hemen oynamaya koyulurlar. Senin adın nedir, öbürünün adı, yaşı nedir hiç ilgilenmezler. Oynamaktır hayatın esası onlar için. Bazen kavga, hır, gür biraz sonra yine sarmaş dolaş olurlar. Ne geleceğin kaygısı ne de geçmişin derdini taşırlar. Küslük bir anlıktır, unuturlar. Hesapsızca paylaşırlar, hesap sormazlar. Nerede olsa ağlarlar, gülerler. El âlem ne der, demezler. Çocuklar ânı yaşarlar. Ancak büyüklerin savaşlarında ansızın ölürler.

Elimize tutuşturulan roller

Elimize tutuşturulan roller oyuncaklardır. Erkek çocuklarına mavi örümcek adam, kız çocuğuna pembe barbie. Bu kararı kim verir? Belki çocuk bir çiftçi olmak ister oyunlarında. Ekip, biçmek ve hiç tanımadığı büyük dedesi gibi tüm köyle mahsulünü paylaşıp, mutluluk dağıtacak. Ya da küçük kız hiç tanımadığı ninesi gibi bir bilge olup etrafına şifalı sözler söyleyen bir kalp doktoru olacak. Hiçbir çocuk kalıba girmeyecek ve kendi kozasını kendi örecek. Onun ihtiyacı sadece şefkatle yolunu aydınlatacak büyükler olacak. Büyükler, küçükleri anlayacak. Küçükler de büyüklerin dünyasına geçerken çocukluk masumiyetini, saflığını, berraklığını taşıyarak anlayışa, merhamete, cömertliğe dönüştürecek.

Alışkanlıklarımız

Büyümek ciddiyet ister. Kaygılanmak gereklidir. Çok çalışmak ve ne için olduğu belli olmayan anlamsız şeyler için para kazanmak önemlidir. Her gün aynı şeyleri yapmak ve hep yorgun olmaya alışmak lazım. Aynı saatte yemek yemek, uyumak. Belli günlerde banyo yapmak hep sıralanmış ve rutin işleyen bir motor gibi olmak çok sıkıcı ama önemlidir. Yani alışmak çok önemlidir. Neden alışmak önemlidir? Böyle aptalca sorular sormak da tehlikelidir. Büyükler tehlikeli ve düşüncesiz işler yapmazlar. Düzeni bozarsın. Oysa düzen alışkanlıklarla elde edilir. Biri düzeni bozarsa bütün insanlar alışkanlıklarını bırakırsa ne olur hiç düşündün mü? Bizim yerimize düşünenler var ya! Reklamlar, TV dizileri, Mobil oyunlar, AVM’ler bunlar hep alışkanlıklarımızla var oluyor. Düşünmeye gerek yok. Biz sadece alışkanlıklarımıza devam etmeliyiz ironisiyle çocukların hayatında ne duruma düştüğümüzün farkında bile değiliz.

Hayal kurmak çocuk olmak demektir

Çocukluk demek hayal kurmak demektir. Bir çocuğu hayallerinden ne kadar hızla uzaklaştırmak istiyorsanız ona yapacağınız en kötü iş sürekli olumsuz önerme kullanmaktır. Yapma, etme, düşersin, canın yanar demektir. Oysa insan gibi büyümek için canımız yanmalı ki acı çekenleri anlayalım. Sorunları çözmesini öğrenelim ki sorunları olanlara yardıma koşalım. Bencil büyümeyelim. Problem çözerken, sorunların üstesinden gelmeyi öğrenirken canımızın da yanacağını ama hayale de ancak çaba göstererek ulaşılacağını bilmeli çocuk. Bunu bilen çocuk asla hayal kurmaktan vazgeçmez. Zorluklara yenilmez bir zırhla karşı koymayı öğrenen çocuk bu tecrübe ile hayaller dünyasında yaşamaz ama hayattaki hayalinin peşinden inanarak gider vesselam.

ÖZEL GÜNLER

Dünya Kalp Günü

Salı günü dünya kalp günüydü. Kalp ve damar sağlığı sorunlarından kaynaklanan ölümler bugün dünyamızda başı çekiyor. Kalp ve damar hastalıklarına bağlı ölümlerin artarak, 2030 yılında 22,2 milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir. Ülkemizde 2013 yılında ölen her 5 kişiden ikisinin kalp-damar hastalığına bağlı nedenlerden öldüğü görülmektedir. Yakınlarımdan da bu nedenle yitirdiklerim o kadar çok ki. Ama bir türlü önü alınamıyor. Bazen düşünüyorum acaba kalbin dili olsaydı ve konuşabilseydi onu daha iyi anlar ve yardımcı olur muyduk? Kalbin dilini çözebilseydik belki ölümler azalırdı. Kalbe sadece bir et parçası diye baktığımız için midir bu kadar hastalık ve ona bağlı ölümler acaba? Kalp sevilseydi, anlaşılsaydı onun dilinden konuşsaydık bu kadar çok insan ölmezdi diye düşünüyorum. Bu vesile ile de kalbinizin sağlığına hem maddeten hem de manen iyi bakın.

Özel günlere bu yıl bir yenisi eklendi: Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) 29 Eylül'ü "Küresel Gıda Kaybı ve İsrafı Farkındalık Günü" ilan etti. Amaç, gıda israfına karşı küresel farkındalık oluşturmak.

Bu aslında hepimizin ortak bilinçsizliğidir. Dünyamızın bir tarafı açlıkla boğuşurken diğer tarafı da umarsızca tüketip, israf etmektedir. Bundan dolayı evlerimizde ve okullarımızda bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı. Hatta gereksiz ders yükü yerine öncellikle çocuklara israfın ne olduğu bundan kaçınma bilinci yerleştirilmeli. Bilmiyorum kaçıncı kez bu sayfalarda bu konuları ve çözüm yollarını anlattık ama hala sorunlar devam ediyor. Çare biziz. Önce sen, ben, böylelikle biz bilincine geçebiliriz.

FIRÇA DARBESİ

Bir çocuk ne kadar hayal ederse uzun süre o kadar geç üzülür bizce. Çünkü dünyanın ciddiyeti çok da gereksiz neticede. Güzellikler, mutluluklar, sevinç gözyaşları ve heyecan içinde bir hayat varken, niye bunca asık surat ve olumsuz düşünceler çepeçevre. Doktor amcanın iğnesi, polis amcanın çatık kaşı, hımmm baban gelecek şimdi parmağı hepsinin üzerine bir fırça darbesi silinsin gitsin. Bir çocuk ressam olursa; kedi fil olur tuvalde. Olsun ki dünya rengarenk olsun. Gri bulutlar sarı, Mavi denizler pembe ile boyansın. Annemin çatık kaşı ve ezberlediği tüm sözler bir fırça darbesi ile silinsin. Yerine gelsin yeni sözler, yeni tecrübeler ve hayat bir fırça darbesi ile güzelleşsin bir çocuğun elinde.

AVUSTURYA’DA ÇAĞ DIŞI UYGULAMA

Yabancı bir ailenin çocuğu okul çağına gelmiş ve Almanca yeterliliği yoksa doğrudan birinci sınıfa alınmıyor. Bunun yerine Deutschförderklasse dedikleri bir sınıfta kendisi gibi Almanca bilmeyenlerle eğitim alarak yeterlilik kazanmaya çalışıyor. Avusturya’da yaşayan yabancılar bu konuda tepki göstererek bir dilekçe hazırladılar ve bu sınıfların çağ dışı olduğunu vurguluyorlar. Çocuklar okula başlamadan önce bir uzman tarafından bir odada yalnız kalarak MIKA-D denilen ve uluslararası bir geçerliliği de olmayan bu 30 dakikalık teste tabii tutuluyorlar. Her yarı yıl tekrarlanan bu testi geçtikten sonra çocuklar ancak birinci sınıfa geçebiliyorlar. Günümüzde bilinen en iyi öğrenme yöntemlerinden biri olan kaynaştırmadır. Kendi sınıflarından uzak kalarak izole edilmiş bir şekilde çocukların psikolojisi ve ailelerin de onurları zedelenmektedir. Oysa gitmeleri gereken sınıfta diğer öğrencilerle oyun oynayarak ve ders dışında da fazladan Almanca ders alarak bu eksikliği kapatabilecekken çocukların vakit kaybetmelerine ve yaşıtlarından küçük çocuklarla okula başlamalarına sebep olunuyor. Araştırmalara göre bu uygulamaya göre 2018/19 senesinden 2019/20 senesine göre çocukların yaklaşık yüzde 68’i normal sınıfa geçiş yapamamış. Viyana’da bu oran yüzde 69,4’müş. Bir çocuğun bir seneden fazla Deutschförderklasse’ye gitmesi gerekiyor. Bu da onun neredeyse iki yıl boyunca seviyesindeki derslerden geri kalmasına sebep oluyor. Bu çağdışı ve yıldırıcı politikalarla Avusturya’nın iyi bir insanlık dersi vermediği açıkça ortadadır. Bundan vazgeçilmesi ve daha insani bir eğitim sistemi ile yabancı çocukların da eğitime dahil olmaları BM kararları gereği en uygun olanıdır.

ARTI – EKSİ

TRAFİK

Memurların sabah farklı saatlerde işlerine gitmeleri trafiği ciddi ölçüde rahatlattı. Bu aslında yıllardır vatandaşın dile getirdiği zaman zaman bizim de farklı mahfillerde sözünü ettiğimiz bir öneriydi. Bazen binlerce nasihat insanoğlunu bir musibet kadar yola getirmiyor. Bir de herkes tek araçla işe gitmese harika olacak. Metro ve aktarmalarla çözümler oluşturulabiliyor. Ama şu salgın döneminde de insanlar toplu taşımaya binmemeye dikkat ediyorlar. Bunu da anlayabiliyorum. Bu dönemde bir diğer öneri de bisiklet olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle İstanbul’da yakın yere işine gidecek olanlar için hatta metro aktarmayla deniz yolunu da kullanarak bisikletle ulaşıma katılmak mümkün ama bu konudaki en büyük eksiğimiz bisiklet yollarının azlığıdır. En önemlisi de bisiklet yolunu kullanma kültürümüz hala gelişmedi. Bisiklet yolunda motorlu araçlar ve yayaların olmaması gerekiyor.

BÖYLE ÇİFTÇİ İLE İLGİLENİLMELİ

Adıyamanlı bir çiftçi yetmiş dönümlük arazide biber yetiştiriyor. Binbir zahmetle yetiştirdiği biberler piyasada para etmiyor. Daha doğrusu büyükşehirlerde marketlerde kilosu on liraya kadar çıkan biberi tarlada çiftçinin elinden elli kuruşa, bir liraya kadar düşürerek alıyorlar. Bu arada aracıların nakliyeden başka giderleri yok iken, çiftçi mahsulleri yetiştirmek için, dikiminden, çapasına, gübresinden sulamasına ve ilaçlamasına kadar emek ve para harcıyor. Neredeyse mahsulünü tarladan toplayan amele için bir ödenek ayıramıyor. Çiftçi mahsulleri toplasa maliyetini koruyamıyor. Ne yazık ki devletin çiftçiye desteği de boşa gidiyor. Çiftçiyi korumak yaptığı işin başından sonuna kadar takibini yapmaktır. Bu iş ya bakanlıkla olur ya da yerelde kooperatifleştirdiği girişimlerle gerçekleşir. Eskiden böyle durumlarda çiftçi mağduriyetini, topladığı mahsullerini traktör römorklarına yükletir, sonra da basını çağırır, römork römork domatesleri yollara dökerdi. Aklı sıra çiftçinin protestosu buydu. Aslında bu bir protesto değil bir şovdan ibaretti. Süt dökerler, domates dökerler, karpuz kavun dökerler. Fakat Adıyaman-Urfa’daki bir çiftçinin emeğe olan merhameti ve mahsule olan hürmeti onu farklı şekilde davranmaya itti. Yetmiş dönümlük biber tarlasından, çevredeki insanlara istedikleri kadar ücretsiz biber toplamasına izin verdi. Onun basireti ve merhametidir bu. Böyle vatandaşlarımızı kutluyoruz. Emek zayi edilmemeli, böyle kimselerle de ilgilenilmeli.