BÜYÜK SAVAŞ ORTAMINDA BİR PADİŞAH: SULTAN II. SÜLEYMAN HAN VE DÖNEMİ (1687-1691)

Dr. Öğr. Enes DEMİR
Tüm Yazıları
Sultan II. Süleyman Han, Sultan I. İbrahim'in ikinci oğlu olarak 15 Nisan 1642 tarihinde, Saliha Dilaşub Sultan'dan dünyaya gelmiştir.

Sultan II. Süleyman’ın çocukluğu ve uzun süren şehzadeliği

Sultan II. Süleyman Han, Sultan I. İbrahim’in ikinci oğlu olarak 15 Nisan 1642 tarihinde, Saliha Dilaşub Sultan’dan dünyaya gelmiştir.

Kendisinden sadece 3 ay büyük olan ağabeyi Sultan IV. Mehmed, henüz 6 buçuk yaşında iken babası Sultan I. İbrahim’in devlet yönetim şeklinin beğenilmemesi nedeniyle tahttan indirilmesi üzerine, büyük validesi Kösem Sultan’ın gölgesi altında tahta çıkartılmıştı.

Şehzade Süleyman ise, ağabeyinden 3 ay sonra doğduğu için kaderin bir cilvesi olarak tam 39 yıl tahta geçmeyi bekleyecekti. Ağabeyi ile 1649 senesinde birlikte sünnet olan Şehzade Süleyman’ın ilk olarak 1651 yılında tahta geçmesi gündeme gelmişti. Nitekim tahtta bulunan IV. Mehmed’in annesi Hatice Turhan Sultan ile nüfuz mücadelesine girişen büyük valide Kösem Sultan, IV. Mehmed’i tahttan indirerek Şehzade Süleyman’ı tahta çıkartmak üzere büyük bir plan yapmıştı. Kendisine bağlı bazı askerlerle Topkapı Sarayı’nda planladığı darbe girişiminin başarısız olmasıyla Kösem Sultan dahil ona bağlı ele başları da öldürülmüş ve bu girişim sonuçsuz kalmıştı. Netice Şehzade Süleyman, bu olaydan sonra kendisine tahsis edilen şimşirlik dairesinde daha sıkı gözetim halinde uzun sürecek şehzadelik hayatı yaşamıştır.

Saltanatının Başlangıcı

Şehzade Süleyman, devletin içinde bulunduğu çok cepheli savaş durumu ve devlet işlerine gerekli özeni göstermemesi üzerine devlet adamlarının ortak kararla tahttan indirmeye karar verdiği Sultan IV. Mehmed’in yerine 8 Kasım 1687’de Osmanlı tahtına oturdu. 21. Osmanlı padişahı olan Süleyman Han, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra “II. Süleyman” olarak tarihteki yerini böylece almış oldu.  

Sultan II. Süleyman yönetimi devraldığında Osmanlı Ordusu, 1683’de Viyana bozgunu sonrası başlayan Kutsal İttifak Ordularına karşı 4 cephede savaş vermekteydi. Bu esnada Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem olan Siyavuş Paşa, yeni padişahın tahta geçmesiyle İstanbul’a dönmüş; bir müddet sonra ise cepheye gitmek için hazırlıklara başlamıştı. Fakat bu süreçte, yeni padişahın tahta çıktığında Kapıkulu askerlerine ödenmesi gereken cülus bahşişi, mali sıkıntı yüzünden ödenememiş ve İstanbul’da kargaşa ortamı oluşmuştu. İsyan girişimlerini sert bir şekilde bastıran Siyavuş Paşa, 22 Ocak 1688’de Avusturya Cephesi’ne hareket etmek için tuğları diktikten sonra askerler yeni bir isyan girişimi başlattılar. Nihayetinde isyan büyüdü ve Siyavuş Paşa asiler tarafından katledildi.

Sadrazamın öldürülmesi asileri tatmin etmemiş, cülus bahşişi alamayan isyankâr zorbalar, esnafın dükkanlarını yağmalamaya başlamıştı. Bunun üzerine ulema ve halkın da talebiyle istişare meclisini toplayan Sultan II. Süleyman, Topkapı Sarayı’nın Ayasofya’ya bakan dış kapısı olan Babü’s-Selam kapısının önüne Sancak-ı Şerif dikilmesini emretti. Sancak Vakası olarak bilinen bu eylemle tüm Müslümanların sancak altında toplanması ve asilere karşı durması amaçlanmıştı. Bu olaydan sonra Yeniçeriler padişaha itaatlerini arz ederken yalnız kalan isyankâr elebaşları da kısa sürede dağıtıldı ve yaklaşık 3 aydır devam eden İstanbul’daki kargaşa sona erdirildi.

Öte yandan 1683’te başlayan savaşlar neticesinde serhat boylarındaki önemli kaleleri kaybeden Osmanlı Devleti, hala taht değişikliği ve merkezdeki iç karışıklıklarla uğraşırken Avusturya Ordusu ise Osmanlı Ordusu’nun sefere çıkamamasını da fırsat bilerek Macar topraklarında ilerleyiş ve kazanımlarına devam ediyordu.

(Sultan II. Süleyman Han : 1687-1691)

Kutsal İttifak’a Karşı Savaşlar

Sultan II. Süleyman tahta çıktıktan sonra vuku bulan olumsuz iç gelişmeler ve bu yüzden cephenin tahkim edilememesi nedeniyle Avusturya Orduları, Macaristan’ın büyük bir bölümünü ele geçirdikten sonra Eylül 1688’de Belgrad’ı da ele geçirdiler. Müteakiben Bosna, Erdel ve Eflak’ta Avusturya işgalleri genişledi. Venedik Devleti ise donanmasıyla Ege Denizi’ndeki Osmanlı adalarını tek tek ele geçirmeye devam ediyordu. Bunun üzerine gerekli hazırlıklara bizzat nezaret ederek duruma hâkim olmak Sultan II. Süleyman, sefere çıkmak üzere Edirne’ye geldi ve sefer hazırlıklarına başlandı. Bu süreçte olumlu ve olumsuz haberler peş peşe padişahın katına ulaşmaktaydı.

Nitekim Çelebi İbrahim Paşa kumandasındaki Osmanlı birlikleri, aylardır Venedik kuşatması altındaki Eğriboz’da zafer kazandılar. Lehistan (Polonya) cephesinde ise Kırım Hanı Selim Giray Han, başarılı akınlarla Leh Ordusu’na zayiat verdirmişti. Selim Giray Han, 1689 yılı ilkbaharında Rus Ordusu’nu da bozguna uğratmıştı.

Olumsuz olarak ise bu sırada Osmanlı Devleti’ni zaafa uğratan bir gelişme daha oldu. Macaristan Serdarı Yeğen Osman Paşa, emrindeki birliklerle Sofya’ya çekilerek padişaha isyan etti ve bu bölgede halktan ağır vergiler toplamaya başladı. Bunun üzerine padişah, emrindeki birliklerin bir kısmını cepheye göndermek yerine mecburen isyankâr Yeğen Osman Paşa üzerine göndermek zorunda kaldı.

Bu sırada sadrazamlık makamına getirilen Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa ise hem bu isyanın bertaraf edilmesi hem de Avusturya birliklerine karşı orduyu yönetmek gibi yoğun meselelerle meşguldü. Fakat Osmanlı Ordusu, kazandığı kısmi başarılara rağmen Erdel ve Niş gibi önemli yerleri de kaybetti. Yeğen Osman Paşa gailesi ise bir müddet devam etse de nihayetinde yakalanarak idam edilmesiyle son buldu. Onun emrine girerek Osmanlı Ordusuna karşı paşanın maiyetinde savaşan ücretli sarıca/sekban askerleri de bertaraf edildi ve padişahın emriyle bu çeşit asker alınmasına kısıtlama getirildi.

Tüm bu gelişmelere rağmen hasta olduğu halde ordusunun başında olmak ve askerlere moral vermek maksadıyla taht-ı revanla da olsa Macaristan Seferi’ne çıkan Sultan II. Süleyman, ancak Sofya’ya kadar gelebildi. Burada iken Belgrad kuşatmasına gönderdiği Recep Paşa’nın başarısız olması ve kışın yaklaşması sebebiyle üzgün bir halde Filibe üzerinden Edirne’ye dönerek yeniden savaş divanını topladı. Tüm bu kötü gidişatın durdurulması için alınması gereken tedbirler görüşüldü ve ortak bir kararla Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığa getirilmesi uygun bulundu.

Böylece 1656-1683 yılları arasında görev yapan Köprülü ailesine mensup sadrazamlardan sonra yeniden bir Köprülü ailesi mensubu sadarete getirilmişti. Kasım 1689’da Edirne’ye gelerek sadaret mührünü padişahtan teslim alan Fazıl Mustafa Paşa, kısa sürede yaptığı idari ve ekonomik ıslahatlarla halkın olduğu kadar askerlerin de teveccühünü kazandı. Bu kapsamda Fazıl Mustafa Paşa, kumandasındaki Osmanlı birliklerine çeki düzen vererek 1690 yılı temmuz ayında Avusturya üzerine Macaristan seferine çıktı. Sırasıyla Pasarofça, Güvercinlik ve Niş Kaleleri Avusturya birliklerinden kurtarıldı. Müteakiben Gladova, Orsova, Vidin ve kritik öneme haiz Belgrad’ı yeniden Osmanlı hakimiyetine aldı. Böylece Avusturya birlikleri kuzeyde ve batıda, Tuna Nehri’nin diğer yakasına atılmış oldular.

Uzun süredir yaşanan art arda kayıpların ardından Fazıl Mustafa Paşa komutasında kazanılan bu zaferler, Sultan II. Süleyman’ı ziyadesiyle sevindirdi ve padişah Edirne’den İstanbul’a döndü. Kısa süre sonra Serdar-ı Ekrem ve Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa da payitahta gelerek baharda çıkacağı yeni sefer için hazırlıklara başladı. Bu süreçte Osmanlı donaması Avlonya’yı, Venedik işgalinden kurtardı.

Sultan II. Süleyman’ın Vefatı ve Hakkında Değerlendirme

1691 yılı mayıs ayında Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa, ikinci kez Macaristan seferine çıkarken, hastalığı çok ilerlemesine rağmen ordusuna moral vermek isteyen ve kendi hastalığı nedeniyle otoritesizliğin oluşmasına mahal vermek istemeyen Sultan II. Süleyman da sefere çıktı. Rahatsızlığının artması üzerine ancak Edirne’ye kadar gelebildi. Hastalığının ne kadar ilerlediğini farkında olan padişah, rivayet odur ki; kendi yerine kardeşi Şehzade Ahmed’in tahta çıkartılmasını vasiyet etmişti. Nitekim II. Süleyman, 22 Haziran 1691’de bir cuma günü vefat ettiğinde 49 yaşında idi. Cenazesi, İstanbul’a gönderildi ve aynı ismi taşıdığı büyük atası Kanuni Sultan Süleyman’ın, Süleymaniye Camisindeki türbesine defnedildi.

Kutsal-İttifak savaşlarının tüm hızıyla devam ettiği bir dönemde tahta çıkan ve üst üste ortaya çıkan iş isyan ve karışıklıklarla da uğraşan Sultan II. Süleyman, cephe hattında yaşanan kayıpları, ancak saltanatının son bir buçuk yıllık sürecinde sadarete tayin ettiği dirayetli Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa’nın icraatlarıyla kısmen durdurabildi.

Döneminde gelişen tüm olumsuz gelişmelere rağmen Sultan II. Süleyman’ın devletin, ordunun ve halkın içinde bulunduğu vaziyeti düzeltmek için iyi niyetli olarak çalıştığı görülmektedir. Nitekim ağır hasta olmasına rağmen ordusunun başında iki kere sefere çıkmış; ilkinde Sofya’ya ikincisinde ise ancak Edirne’ye kadar gidebilmiştir. Onun en çok yakındığı mesele ise yetenekli ve ferasetli devlet adamları bulamaması ve kendisinin cephedeki gelişmelerle ilgili doğru bilgilendirilmemesiydi.

Sultan II. Süleyman, döneminde meydana gelen İzmir depreminde yıkılan Sancakburnu Kalesi ile İstanbul depreminde hasar gören Eyüp Sultan Camisini onartmıştır. Yine İstanbul Fener’de bir kule ve köşk ile İzmir'de bir cami inşa ettirmiştir. Sultan II. Süleyman’ın eşleri olmasına rağmen hiç çocuğu olmamıştır.

Yine döneminde, Yavuz Sultan Selim zamanından beri Ortodoksların elinde bulunan Kudüs’teki Kamâme (Kıyâme) Kilisesi’nin anahtarı, Fransız Kralı XIV. Louis’nin ricası üzerine ve Ruslar’ın Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan etmesi yüzünden padişahın yayımladığı emirle Katolik olan Fransızlara verilmiştir. (Abdülkadir Özcan, DİA, c.38, ss.75-80)

Yine Sultan II. Süleyman tarafından yayımlanan 3 Nisan 1688 tarihli bir fermanla; Beytü’l-Lahm ve Kamame kiliselerini ziyaret etmek isteyen Frenklerin (Batılılar) Rum Patrikliği'nden izin almaları gerektiği kararlaştırılmıştır. (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi. MFB.844)