BUGÜNÜ YAŞA YARINI UMUT ET!

Fehmi KETENCİ 05 Eyl 2021

Fehmi KETENCİ
Bugünkü yazımda 30 Ağustos Zafer Bayramı haftasını yolcu ederken, Ulu Önder Atatürk'ümüzün sosyal yaşamından yansıtılan bir öyküyü mü yazmalıyım dedim.

      Bugün de, köşe yazımı yazmak için daktilo başına geçtiğimde yine şu sıralar hala üzerimizde iyice çöreklenmiş, mutasyona uğramış haliyle hala korkutan Kovid-19’dan mı söz etmeliyim kararsızlığını yaşadım.

      Veya, TUİK’in birkaç gün önce açıkladığı %21,7 büyümeden mi söz etmeliyim. Vatandaş olarak bununla ilgili bir-iki kelam etme hakkımın olduğunu düşündüm ama, onunla ilgili yazacaklarımı yarına öteledim.

      Bugünkü yazımda 30 Ağustos Zafer Bayramı haftasını yolcu ederken, Ulu Önder Atatürk’ümüzün sosyal yaşamından yansıtılan bir öyküyü mü yazmalıyım dedim.

      Aslında bunun çok daha iyi olacağına karar verdim ve aşağıdaki öyküyü yazıyorum;

      “ATATÜRK VE ŞURUP SATICISI”

      “Sıcak bir Ağustos ayında, öğle vakti.

      Atatürk Ulus’ta meşhur Karpiç Lokantısı’nda, yine cam kenarındaki masasına oturmuş, kafasında binbir düşünce, yoldan gelip geçenleri seyrediyor.

      Yolun karşı tarafındaki bir hareketlilik dikkatini çekiyor.

      Yoldan gelip geçenlere; içindeki buzlu şurubun ısınmaması için, sırtındaki, meşinle kaplı bakır ibriğinden, beline bağlı 4-5 gözlü tahta bardaklıktan çıkardığı tahta bardağı, elindeki su ibriğinden döktüğü suyla, şöyle bir çalkaladıktan sonra, belini öne doğru eğiyor, şerbetle dolan bardağı müşterisine uzatıyor.

      Göğsündeki namı olan yazıyı, bu kere yüksek sesle uyumlu ve sattığı soğuk şurubunu da metheder bir üslupla bağırıyor;

      “Erbabı Bilir… erbabı bilirr…”

      Mustafa Kemal* hoşlandığı bu sahnenin baş aktörünün, yanına davet edilmesini istiyor.

      Atatürk’ün huzuruna, ibriği sırtında, ter revan içerisinde çıkarılan *Erbabı Bilir* biraz endişeli ve şaşkın;

      “Bana bir bardak şurup verir misin?” diyen Ulu Önder’e, aktararak daha da soğuttuğu şurup bardağını uzatır.

      Büyük komutan, kendisine ikram edilen buz gibi şurubu adeta bir dikişte bitirdikten sonra, sırtındaki ibriği yere bırakıp, karşısına oturmasını ister._

      “Erbabı Bilir”, bir an kendisini rüyada sanır, önce kaba etine bir çimdik atar, sonra hayal olmadığını anlayıp Ata’nın karşısına oturur.

      Atatürk garsonlara, onun için de masaya bir servis açmalarını emreder. 

      Önce karşılıklı hatır sorulur, sonra Atatürk o emsalsiz zekasıyla, “Halkın, yeni ilan edilen Cumhuriyet Rejiminden memnuniyetlerinin olup olmadığını” sorar;

      “Türk Milleti’nin büyük çoğunluğu memnundur paşam” cevabını alınca memnun olur.

      “Peki; “Cumhuriyet nedir sence?” diye sorar ona.

      “Erbabı Bilir”, cahil bir köylü. Ne bilsin Cumhuriyet denilen şeyi.

      Ama Mustafa Kemal Paşa’ya mahcup  olmayı da hiç istemez. Adeta bir anda değişim geçirir. Yerinde şöyle bir doğrulur. Sonra da tane tane şunları söyler;

 “Cumhuriyet”… Benim gibi bir garibanın, Türk Ulusu’nun kurtarıcısı olan Ata’sının masasında oturabilmesi, kısaca adam yerine konulmasıdır.”

      Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk, karşısında duran yaverine;

o mavi gözleri çakmak çakmak bir şekilde şöyle der;

      “Maya tutmuş… Maya tutmuş…”

      ”Bir çocuk gibi sevinçlidir.”

      Bu arada şerbetçi müsaade ister.

      Atatürk yerinden kalkar ve gitmeye hazırlanan “Erbabı Bilir’in ibriğini sırtına almasına yardım eder.

      Adam önce izin vermek istemez. Ama şerbetçi için bu; hayatının en önemli ve güzel hatırasıdır. Ömrü boyunca her sohbette dostlarına, “Atatürk ibriğimi sırtıma almama yardım etti” diyecektir. *Alıntıdır.

      Yukarıdaki derslik öykü, çok dikkate değerdir..

Doğru söze ne denir ki; Cumhuriyet yurttaşın adam yerine konmasıdır.

      Aklımda olan birkaç tanımlama da, buraya benden düşülen not olsun dedim;

      “Dünden ders al. Bugünü yaşa, yarın için umut et.

       Asla unutma, hayatın ipleri her zaman senin elindedir.

      Gerçekliği yaşarken, hayallerimizi de asla göz ardı etmeyelim;       

      İçimizdeki çocuğu yaşatabilecek cesaretimiz varsa, umut her zaman önderimizdir.

      Şu hayatı öyle bir yaşa ki, kapanışta kendini alkışlayabilesin …

 Kimsenin değil sadece kendinin adamı olacaksın.

      Ve hiçbir şey için geç değildir”