BU BEREKETLİ TOPRAKLARIN GÜLÜ DE ÇOK, DİKENİ DE

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Toprakla ilgimiz ve ilişkimiz tarla ve ormandan tarlaya; tarladan bahçeye ve bahçeden balkondaki saksıya geriledikten sonra, toprağın bize neler dediğini anlamıyoruz.

Topraktan koptuk kopalı, bir parçası olduğumuz tabiatı okuma kabiliyetimiz de köreldi. Rüzgârın eserek, yağmur ve karın yağarak, suyun akarak, ağacın kuruyup yeşererek, bulutların geçip giderek bize anlattığı şeyleri anlayamaz olduk. Anadolu’da hiçbir resmî eğitim almamış, belki okuma-yazma bile bilmeyen nice insan var ki, ağaç yapraklarındaki sararma hızına bakarak gelecek kışın yumuşak ya da sert geçeceğini tahmin edebiliyor ve tedbirini alıyor. Biz ise tepemizde dönüp dolaşan teknoloji hârikaları uydularla bile ancak beş günlük hava tahmini yapabiliyoruz.

Toprakla ilgimiz ve ilişkimiz tarla ve ormandan tarlaya; tarladan bahçeye ve bahçeden balkondaki saksıya geriledikten sonra, toprağın bize neler dediğini anlamıyoruz. Mesela kuru bir toprağa bir şeyler ekerseniz ve düzenli sulama yaparsanız, bir süre sonra ektiğiniz o bitkide daha önce o toprakta görünmeyen canlılar peyda olur. Çeşitli zararlı hareşat ve salyangoz bunların en bilinenidir. Diktiğiniz bitkinin yaşaması için verdiğiniz su ve gübre, berâberinde zararlı canlıların da ortaya çıkmasına sebep olur. Ancak zararlıların nicelik olarak az olmalarına rağmen, daha çok olan yararlılara yaşama hakkı tanımak istemezler. Kendi varlık sebebi olan şartların kuruyup gitmesi için âdeta intihar eder.  Çünkü onlar zararlılar olarak çabucak üreme ve yayılma özelliğine sâhipken, onların sömürdüğü yararlıların büyüp yetişmesi uzun süre ve emek ister. Fakat bu zararlılar, istikrarlı ve kararlı bir şekilde ve tıpkı bir kanserli tümörün yerleştiği ve birlikte öleceği bedeni mahvetmesi gibi, zarar vermeye devam ederler.

Haşerat şahsiyetler

Dünyânın en bereketli toprakları üzerinde kurulmuş olan ülkemizin, toplumsal yapısı da oldukça bereketlidir. Hem binlerce yıllık kültürel ve genetik miras, hem de sosyal ve siyâsî iklim şartları, milyonlarca yararlı şahsiyet ve kişiliğin yanında, binlerce zararlıyı da içinde yaşatır. Ama unutulmamalıdır ki, bu toprakların târihinde iyilerin isimleri bilinir, ancak kötülerin sâdece varlıkları ve yaptıkları kötülükler bilinir.

Elazığ depremiyle birlikte ülke olarak ne kadar büyük bir berâberlik ve birlik içinde olduğumuzu bir daha gördük. 15 Temmuz gecesi tankların önüne yatanlar, Elazığ depreminde göçüklerin altına girip canları pahasına başka canları kurtardılar. Kurtarılan canı ne olduğu hiç önemli değildi. Büyük ya da küçük insanlar, kediler, köpekler, kuzular arasında ayırım yapılmadı. Dere tepe demeden terörist kovalayan aslan Mehmetçik bu milletin kuzusunun da canını kurtardı.

Nice insan, keyfine harcamak için biriktirdiği tâtil parası bağışlarken, yeni iş bulduğu inşaatta kazandığı iki günlük yevmiyesini bağışlayan insanımızın duyguları aynı çorbanın tuzu oldu. Bir tarafta “vergi verdim” deyip bir daha deprem olmayacağını zannedenlerin sorduğu sorular varken, bu sorulara cevâbı devlet bizzat en üst düzeyde bölgeye giderek verdi.

1999’daki depremi yaşayanların hâfızlarında depremden üç ay sonra bile ulaşılan cesetler varken, hayâtını kaybeden ve yaralanan vatandaşlarımız olmasa, AFAD, UMKE, Kızılay ve Sağlık Bakanlığı’nın sanki deprem tatbikatı yapıyormuş zannederdik, çünkü bu kurumlar duruma hâkim ve hazırlıklıydı.

Uygun şartlar oluşunca ortaya çıkan zararlı canlılar gibi, depremi de fırsat bilenler oldu. Kendine sanatçı diyen “deterjan güzelleri”, Yunanistan’daki depremde “komşusu açken tok yatan bizden değildir” paylaşımı yaparken, ekmeğini yediği ülke topraklarındaki depremde mahallesinin ondan beklediği sefil paylaşımlar yaptılar. Elazığ’ın haritadan silinmesini ve Elazığlıların yok olmasını dileyen “soykırımcı” yazar bozuntuları, beslendikleri dış ülkelerden diş göstermekte gecikmedi.

Depremin kaçınılmaz ve engellenemez bir tabiat gerçeği olduğunu görmezden gelip, partisinin genel başkanı dururken, bölgeye giden belediye başkanları medyaya birkaç artistik poz verdikten sonra, soluğu en yakın kayak merkezinde alıp, kendilerine “yakışanı” yaptılar.

Haşeratla mücâdele

İnsanımızın vatandaşlık refleksiyle yaptığı yardımları “devletin âcizliği” olarak görüp, siyâsî rant devşirmeye tenezzül edenler, Amerikan dizilerinden öğrendikleri “verginin hesâbını sorma” rolü ile yaptıkları hamle, devletin ilgili makamlarınca boşa çıkarıldı. Deprem vergilerinden, 80 milyar TL İstanbul’a olmak üzere Bolu, Düzce, Sakarya, Yalova, İzmit’e toplam 103 milyar TL harcandığını, 43 binden fazla konut, okul, hastane yapıldığını; Van’da 26 bin 500 konut , 53 okul inşa edildiğini; AFAD‘ın 49 bin konutluk yatırım yaptığını, 25 lojistik merkezi ve 53 cep deposu kurulduğu öğrenince sesleri kesildi ama maskeli yüzleri kızarmadı.

Eskiden deprem vergileriyle memur maaşlarını ödeyen devletin, şimdi Elazığ’da ihtiyâcı olan herkese kira ve konut desteği verecek hâle gelmesi bâzılarını rahatsız etmektedir, çünkü kendi devletlerine ve ülkelerine hakaret etme şansları ve imkânları ellerinden alınmıştır. Onlar Suriyelilere gösterdikleri faşist ve ırkçı muamelenin cevâbını, enkazı elleriyle kazan Mahmut El Osman’dan aldılar.

Doğada karşılaşılan zararlılarla mücâdelenin kimyasal yolları olduğu gibi, toplumdaki bu zararlılarla mücâdelede etmenin sosyal yolları vardır. Onlar, kendilerine verilen sefil görevi, esfel-i sâfiline yakışır şekilde yerine getirirken, bizlerin pire için yorgan yakıp, papaza kızıp oruç bozacak hâlimiz yok. Onlar, kimliğini taşıdıkları ama kendilerini âit hissetmedikleri ülke üzerinde sâhiplik iddialarının gerçekleşmeyeceğine iknâ olunca gidecekleri başka yerleri çoktan hazırlamışlardır. Ama bizim yâni bu toprakların öz evlatlarının ne gidecek başka toprakları var, ne de başka topraklara gitmeye niyetimiz. Bu ülkenin değil insanı, köpekleri bile bu ülkenin sâhibi olmak değil, bu ülkeye sâhip çıkmak için vardır.