BİZ NE BAYRAMLAR GÖRDÜK!

Fehmi KETENCİ 25 May 2020

Fehmi KETENCİ
Tüm Yazıları
Öyle bir kutlama ki; çocuklarımızın yeni alınan bayramlık giysilerini iki gün öncesinden hazırlayarak, katlanmış şekilde, bayram sabahı giymek için yatağının baş ucunda özenle sakladıkları, sabırsızlıkla bekledikleri bir bayram gibi olmayan bir bayramın üç gününü yaşıyoruz.

      Bugün; yeni adı Ramazan Bayramı olarak bildiğimiz, biz altmışbeş yaş üstülerin çocukluğumuzdan beri hepimizin adını büyük bir mutlulukla söylediğimiz, otuz gün Ramazanın bitmesiyle başlayan “Şeker Bayramı”nın üç gününü kutluyoruz.

      Tarihimizin dini bayramlar sayfalarına özel bir bayram olarak kaydedeceğimiz bir başka Ramazan Bayramının ikinci gününu kutluyoruz.

      Öyle bir kutlama ki; çocuklarımızın yeni alınan bayramlık giysilerini iki gün öncesinden hazırlayarak, katlanmış şekilde, bayram sabahı giymek için yatağının baş ucunda özenle sakladıkları, sabırsızlıkla bekledikleri bir bayram gibi olmayan bir bayramın üç gününü yaşıyoruz.

      Bayramın ilk günü olan dün sabah, yapamamız gerekenleri yapamadığımız, öncelikle bayram namazı, sonrasında evde bayramlaşmalardan sonra yapmamız gerekenleri yapamadığımız, öylesine bir bayramın burukluğunu yaşıyoruz.

      Marttan beri ülkemizi sarmaya başlayan ve hala ne durumda olduğumuzu tam olarak bilemediğimiz koronavirüs salgını nedeniyle biz altmışbeş üstü yaşlıların iki aydan fazladır evden dışarı çıkamadığımız bir Ramazan Bayramı’nı yaşıyoruz. Gelenler var mı, kapı zilimiz bayram ziyareti için ne zaman çalacak beklentilerinden umudumuzu kestiğimiz bir bayram yaşıyoruz.

      Başlıkta söylediğim gibi “Biz ne bayramlar gördük” sözümün altını dolduracağım ama, onu yarınki köşe yazıma kadar öteledim.

      Bugünlük, güzel bir Ramazan öyküsüyle bu köşedeki yazımı sonlandırayım;

***

“ÇOBAN VE ELMA AĞACI”

      “Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak: 

      "Hadi bakalım evladım, derdi. Bu ihtiyarın elmasını ver artık". 

      Ve bir elma düşerdi, en güzelinden, en olgunundan. Yaşlı adam sedef kakmalı çakısını çıkartarak onu dilimlere ayırır ve küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kur'an'ını okumaya koyulurdu.

      Çoban, bu ağacı yirmi yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de büyükçe bir güğüme doldurduğu abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacının kökleri, belki de bu sularla kuvvet bulmuş ve kısa sürede serpilip meyve vermeye başlamıştı.

      Çoban o zamanlar henüz genç sayıldığından şöyle bir uzandı mı en güzel elmayı şıp diye koparırdı.

      Fakat aradan geçen bunca yıl içinde beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınkiyse bir çınar gibi büyüyüp göklere yükselmişti. Ama boyu ne olursa olsun, ağaç yine de yavrusu değil miydi? Onu bir evlat sevgisiyle okşarken: 

      "Ver yavrum, derdi, gönder bakalım bu günkü kısmetimi." 

      Ve bir elma düşerdi hiç nazlanmadan, yıllar boyu hiçbir gün aksamadan.

Köylüler, uzaktan uzağa gözledikleri bu hadiseyi birbirlerine anlatıp yaşlı çobanın veli bir zât olduğunu söylerlerdi.

      Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yine elmasını istedi. Ancak dallar dolu olmasına rağmen nedense birşey düşmemişti.

      Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Beklediği şey bir türlü gelmiyordu.     Gözyaşları, yeni doğmuş kuzuların tüylerini andıran beyaz sakalını ıslatırken, ağacın altından uzaklaşıp koyunların arasına attı kendini.

      Yavrusu, meyve verdiği günden bu yana ilk defa reddediyordu onu. İhtiyar çobanın beli her zamankinden fazla bükülmüş, güçsüz bacakları da vücudunu taşıyamaz olmuştu. 

      Hayvanlarını usulca toplayıp köye doğru yöneldiğinde, aşağıdaki caminin her zamankinde daha nurlu minarelerinden yankılanan ezan sesiyle irkildi birden. Yeniden doğmuştu sanki çoban. Birşey hatırlamıştı. 

      Çocuklar gibi sevinerek ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken: 

      "Canım" dedi, hıçkırıp ağlayarak. 

      "Benim güzel evladım, mis kokulum. Şu unutkan ihtiyarı üzmeden önce neden söylemedin, bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu?"

***

      Biz ne bayramlar gördük!

      Üç gün; uzaktan da olsa, sevdiklerinizle gönül bağı kurmayı unutmayacağınız, bayram coşkusunu paylaşabileceğiniz, bir bayram geçirebilmeniz dileklerimle, mutlu bayramlar..