BİRBİRİMİZİ DİNLEYEREK İYİLEŞECEĞİZ

Ümit G. CEYLAN 02 Mar 2023

Ümit G. CEYLAN
Yüzlerce yıl önce, insanlar gezegenleri, ellerinde uzağı görecek araçlar olmadan nasıl keşfettiler?

İşitmenin dilini ihmal ediyoruz. Belki de uzun süredir, ihmalkârlığımız sebebiyle sadece görmenin diline odaklandık. Çünkü görmek daha zahmetsiz. Görmek daha eğlenceli. Görmek daha basit. Dinlemeyi görmeyle birleştirdik ve o zaman bu zaman, görmedikçe dinlemek de istemiyoruz. Soyut dünyamız kapandı. Hayallerin yerine fanteziler geçti. Yüzlerce yıl önce, insanlar gezegenleri, ellerinde uzağı görecek araçlar olmadan nasıl keşfettiler? Alemin dilini dinlemeselerdi keşifler olur muydu? Kalpleri dinlemezsek attığını nasıl duyacağız? Önümüzde yere düşen herkesi öldü diye toprağa gömseydik, bunun vebalini kim alacaktı? Aslında bugün tam da olan bu;

İnsanlık sağır

Yaşayanlar da ölü gibi. Dinlemek için bir çabası olmayan insan ile neyi paylaşabilirim diye düşünüyorum. Bu cevabın karşılığı hep boş. İnsanı görüntüsünden, statüsünden, vaad ettiği konumundan kısacası suretindeki yansımasından anlayamayız. Bu sahte bir görüntüdür. İçinde ses olmayan bir görüntü insana neyi anlatabilir? Görülen şeye anlamı veren sözdür. Sözü söylemek, söylettirmek, anlattırmak lazım. Dinlemeye de hazır olmamız lazım. İnsanlığı dinlemezsek bizi kim dinleyecek? Görmenin bir şey ifade etmediğini çoğu kez dinlediğimizde anlarız. Gördüğümüz şeylere, ön yargımızı dâhil ederiz. Tarafsızlığımızı ancak dinledikten sonra açıklayabiliriz. Görünen her şey özellikle de medyadan yansıyan her şey bugün hepimizi sağır etmiştir. Sağır olan dilsizdir aynı zamanda. Görüntülerin eşliğindeki sağır, dilsiz insanlar güruhuna dönüştürülüyoruz. Sonra bir an geliyor bu sağırlık ve dilsizlikten isyan ediyor insanlık; bağırarak, feryat ederek. Bu noktaya gelmemek lazım.

Can kulağı ile

Anlamak için dinlemek lazım. Başa bir felaket gelmeden, dinlemek lazım. Olumsuzlukları önlemenin, asgari düzeye çekmenin tek çaresi dinlemek. İnsan dinler ve anlar. Zaten anlamak için dinlersek bunun adı dinlemektir. Dinlemek bir sesi gürültü şeklinde dinlemek değildir. Bu gürültüye kendi ön yargılarımızı ve bencilce anlamalarımızı da ekleyelim. Çünkü dinlemek bir yaraya merhem olmak demektir. İyileştirmek ve iyileşmek için dinlemek lazım. Bir anlamı olmalı can kulağı ile dinlemenin. Dinlemek candan cana kurulan bir bağdır. Hak ile bağ kurmanın da yolu bu can kulağından geçer. Kulak cana değecek. Böylelikle dinlenen can, canlanacak.

Dinleme karşılıklıdır

Dinlemek karşılıklı bir alışveriş halidir. Biri konuşurken diğeri dinler ve bu sırayla karşılıklı bir şekilde devam eder. Anlamaya ve çözüm üretmeye dayalı bu eylemin esas itici gücü insanın gönlüne girmektir. Esasen insanın gönlüne girmenin de nihai amacı Allah’ın rızasını kazanarak kalplerin huzura kavuşmasıdır. Şu dünyada yiyip, içmenin, kazanıp harcamanın, çoğalmanın dışında derinlerde yatan hakikate dair bir anlam varsa o da insanın ruhuna dokunmaktır. Bu da ancak dinleyerek olur. İnsan anlamak için vardır. Eşini, çocuklarını, anne-babasını, komşusunu, arkadaşını tüm insanlık dinlemekle mutmain olur. Dinlenmek isteriz. Ağaç, börtü, böcek, kuş tüm kâinat ses verir bize. Huzurlu sesleri dinlemek lazım. Güzel sesi bulmak, aramak lazım. Güzel ağızdan çıkan sözleri dinlemeye ihtiyacımız var. İyileşmek için güzeli konuşmaya, güzeli dinlemeye ihtiyacımız var vesselam.

ŞEHİRLERİMİZ VE AFET

Deprem felaketinden sonra gözler İstanbul’a çevrildi. İstanbul’da olası yıkıcı bir depremde felaket senaryoları her yerde konuşulmaya başlandı. Biz konuya biraz daha açıklık getirmek ve sağlam bir zeminde tartışmak için işin uzmanı akademisyenlerimize sorumuzu yönelttik. Kendilerine ayrıca teşekkür ediyoruz. Cevapları yerel yöneticilerin ve kanun yapıcıların dikkatine sunuyoruz. Yönelttiğimiz sorumuzu da sizlerle paylaşıyorum;

Doğal olarak her deprem sonrasında konu binaların sağlamlığına geliyor. Günlerce yapı stoku, zemin sağlamlığı gibi önemli konular tartışılıyor. Bir süre sonra da her şey unutuluyor. Özellikle son yaşadığımız depremde adeta şehirlerin büyük bölümleri yok oldu. Buradan baktığımızda bizim ülke olarak şehir planlama konusunda bir yeniden yapılanmaya hatta yapı söküme ihtiyacımızın olduğu çok açık. Elbette bu konunun arka planına baktığımız zaman sosyolojik, siyasal birçok neden bulabiliriz. Elbette biz şu an bunları tartışarak vakit kaybetmek istemiyoruz. Fakat biz artık bugün şehirlerimizi, kökten deprem öncesinde nasıl hazır hale getirebiliriz? Başta İstanbul olmak üzere topyekun bütün şehirlerimiz için nasıl bir yeniden yapılanmaya ihtiyacımız var? Yoksa bu soru için geç mi kaldık?

GÖÇEBE RUHUMUZ

Beton bloklar arasında sıkıştı ruhumuz. Gitmek istesek de gidemiyoruz. Bedenlerimizi arıyor son kez ruhumuz, belki vedalaşmak belki dönmek için. Mümkün değil biliyoruz ama umut insanın yongası. Daha göçemeden ebedi âleme insan, gitmek zorunda kalır diyardan diyara. Bir kenara toplanmış kalan eşyalardan parçalar. İtiş, sıkış sığdırılmış torbalara. Bu dünyanın çivisi çıkmış. Neresi yeni yurdu olacak insanların? Böyle bir şey mümkün mü? Göçerek yaşamak. Göçtükçe insanoğlunun ruhunda derin izler. Belki geriden gelenler takip eder. Öyle ya da böyle ruhumuz kalsak da gitsek de göçebe. Durmaz bir yerde. Beden kalır ruh gider. Öyle ki sonsuza yürünmez bu dünyada. Kısa bir süreliğine göç ettik dünyaya. Gelir elbet vuslat günü anayurda. Bedenimizden göçtüğümüz ve ruhumuzla hemhâl olduğumuz fenâda. 

PROF. DR. MELİH ERSOY

ODTÜ, MİMARLIK  FAKÜLTESİ, ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA BÖLÜMÜ

Türkiye’de Afet Yönetimi iki temel özellik göstermektedir. Birincisi, bu önlemlerin hemen hepsi, acil durum ve sonrasına odaklanmıştır. Öncelikle yapılması gereken ise kentsel doku ve yapıların afetlere hazır hale getirilmesi olmalıdır. İkincisi, getirilen önlem ve kurumlaşmalar zaman içinde kısmi düzeltmeler biçiminde olduğu için, sistemli bir bütünlük kazanamamış; çalışmalar yer yer örtüşen, hatta çok başlılığa yol açan bir yapılanma ve işleyiş göstermiştir. 1999 depremi sonrasında AFAD gibi bir merkezi kurum oluşturulmasına karşın Risk Yönetimi sorumluluğunun, büyük ölçüde imar ve yapılaşmanın düzenlenmesi yetkilerine sahip yerel yönetimler tarafından üstlenilmesini sağlayan kapsamlı bir düzenleme geliştirilememiştir. Risk yönetiminin belediye yetkileri kapsamında görülmesi ve mekânsal planların temel yasası olan 3194 sayılı İmar Kanunu ile ilgili tüm yönetmeliklerin yerleşmelerin afetlere dayanıklılığını sağlayacak biçimde yeniden ele alınması zorunludur.

Bu yasal düzenlemelerle şehirlerimizin mekânsal düzenlemesinin afetlere duyarlı hale getirilmesi, zarar azaltma ve risk yönetimine ilişkin ilkelerin yerine getirilmesi için yapılması gereken başlıca düzenlemeler şöyle özetlenebilir:

·   Bölge ve alt bölgeler ölçeğinde Bütünleşik Tehlike Haritalarının hazırlanması;

·   Gerek yeni alanların imara açılması, gerekse mevcut yerleşik alanlarda alınacak önlemlerin belirlenmesi amacıyla başvurulacak olan ve 1/5000 ve 1/1000 ölçekte bölgenin zemin koşullarını (jeolojik araştırmalara dayalı olarak tanımlanan, kentsel alanlarda sismik tehlike ile oluşabilecek ivmelenme, sıvılaşma, heyelan gibi yersel bilgileri) gösterecek parsel düzeyindeki ‘mikro bölgeleme’ harita ve belgelerinin hazırlanarak kamuya açık hale getirilmesi;

·   Doğal afet risklerini azaltmaya yönelik olarak büyük ve yüksek riskli yerleşim yerlerinde kentsel risk analizlerinin ve risk sektörlerine ilişkin ayrıntılı bilgi ve alınacak önlemleri içeren risk azaltmaya yönelik Sakınım Planlarının hazırlanmasının zorunlu hale getirilmesi;

·   Hazırlanacak sakınım planlarında risk sektörlerine yönelik olarak ayrıntılı analizlerin yapılması, alınacak önlemlerin belirtilmesi ve imar planlarının bu veriler ışığında elden geçirilerek zaman içinde gerekli plan revizyonlarının yapılması gereği vardır.

Anılan risk sektörleri özetle şu başlıklar altında toplanabilir:

1.   Kentlerin üst biçimine/makro formlarına ilişkin risk analizi;

2.   Kentsel arazi kullanımına ilişkin risk analizi;

3.   Tehlikeli kullanımlara ilişkin risk analizi;

4.   Özel risk alanları ile koruma alanları, tarihi kültürel yapılar ve çevrelerine ilişkin risk analizi;

5.   Altyapı sistemleri risk analizleri;

6.    Kentsel doku ve yapı stoku risk analizleri ve risk azaltma yöntemleri;

7.   Açık alan yetersizlikleri risk analizi;

8.   Acil durum görevlisi (okul, hastane, spor tesisleri, fırınlar, eczaneler, karakollar vb.) tesislere ilişkin risk analizleri;

9.   Deprem tehlikesine karşı belediye yönetim ve yürütme kapasitesinin geliştirilmesi.

Kentlerimizi depremlere hazır hale getirebilmek için bu analizlerin bir an yapılıp, gerekli önlemlerin alınmasına, kentsel dönüşüm alanlarının belirlenip kapsamlı bir yeniden yapılanma çalışmalarına girişilmelidir. Bu süreç uzun, birçok çıkar grubunu rahatsız edecek olan ve maliyetli bir yoldur. Bu amacın gerçekleşmesi olanaklıdır; ancak en önce buna yönelik bir siyasal iradenin oluşması ve toplumsal desteği sağlayacak girişimlere başlanması gerekecektir.

DOÇ. DR. NESLİHAN SERDAROĞLU SAĞ

KONYA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ

MİMARLIK VE TASARIM FAKÜLTESİ

ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMA BÖLÜMÜ

Günümüzde özellikle Pazarcık, Elbistan ve Defne merkezli depremlerden ve geçmişte yaşanan onlarca kayıplardan sonra kentlerimizi deprem öncesinde hazır hale getirebilmek adına, artık kaçınılmaz bir şekilde kentleşme, yapılaşma, planlama ve afet yönetimine ilişkin çalışmaların kamusal, toplumsal ve kişisel boyutlarda nasıl yönetilip uygulanacağına odaklanmak milli güvenlik kapsamında bir öncelik haline gelmelidir. Yaşam kalitesi yüksek, güvenli, dirençli, toplumsal uyumun var olduğu yaşam alanları oluşturmak hedeflendiğinde, öncelikle mevcut durumda karşılaşılan sorunların belirlenmesi, başarılı uygulamalar için sorunların ortadan kaldırılması /mümkün olduğunca en aza indirgenmesi noktasında stratejilerin geliştirilerek eylemlere dönüştürülmesi önem arz etmektedir. Kentlerimiz ve yaşayanlar için yeniden başlamak ve karşımızdaki sorun alanlarını doğru belirleyip, doğru yönetebilmek zorundayız.  

Bu noktada, şehirlerimiz için yeniden yapılanmada afet odaklı dönüşüm elimizdeki en önemli araçlardan biri durumundadır. Afet odaklı dönüşümde riskli alanlara ilişkin problemler çerçevesinde kentlerimizde yapılabileceklere ilişkin net ve kısa durum değerlendirmesi ve öneriler geliştirmemiz gerekmektedir. Bu kapsamda bu yazıda sorunlar üzerinden yapılması gerekenler vurgulanacaktır. Öncelikle, riskli yapı tespitinde sorumluluğun yapı sahibine bırakılması yapı denetimini gönüllü hale getirmekte, bu durum da maliyeti göz önünde bulunduran kişilerin isteksiz olmalarına neden olmaktadır. Burada riskli yapı tespitinde riskli olarak belirlenen yapının 60 gün içinde boşaltılması zorunluluğu ve sağlamlaştırma gerektiren yapıları güçlendirme maaliyetinin de yapı sahibi/sahipleri tarafından karşılanarak hemen yaptırılması zorunluluğu en önemli sorunlardan birisidir. Bu noktada riskli yapıların tespiti, güçlendirme veya boşaltma işlemlerinin aksamadan yürütülmesini sağlayacak bir kontrol ve finansman mekanizmasının geliştirilmesi hayati önem taşımaktadır.

Riskli alanlarda kentsel dönüşüm uygulamalarında karşılaşılan en önemli problemlerden birisi çok sayıda riskli yapı bulunan kent merkezlerinde (özellikle İstanbul) yapıların yıkım ya da yeniden yapım sürecinde bu bölgelerde yaşayanları yerleştirecek alan/konut stoğunun bulunma zorluğudur. Ayrıca, neredeyse kentteki yapı stoğunun büyük çoğunluğunun ekonomik ömrünü tamamladığı düşünüldüğünde, önceliğin hangi alana verilerek çalışmalara başlanacağının belirlenmesine ve finansman modellerinin üretilmesine ilişkin çalışmaların hızlandırılması gereklidir. Yıkımlar sonrasında yapılacak yeni yapılarda, depreme dayanıklı bina yapımına ilişkin teknolojik/mimari/mühendislik teknikleri üzerindeki araştırmaların çeşitlendirilmesi ve farklı gelir gruplarının da bu yapılardan edinebilmesine ilişkin seçeneklerin üretilmesine de vurgu yapmak gereklidir.

Kentlerin dönüşümünde karşılaşılan ve belki de bu süreçte olumsuz sonuçlar oluşturmasındaki en önemli neden olarak “rant” olgusunu söylemek mümkün. Müteahhit, yatırımcı, arsa sahibi vb. proje sürecinde yer alan aktörlerin alanın dönüşümünden sonra oluşacak artı değeri mümkün olduğunca fazla tutma düşüncelerini planlama sürecine entegre edilmesi/ettirilmesi, dönüşen alanlarda aşırı yoğunluk verilerek yüksek katlı /sıkışık bir kentsel doku üretimi ile sonuçlanmasına neden olmaktadır. Burada dönüşüm sonrası oluşacak artı değerin önceden tüm alan göz önünde bulundurularak net/şeffaf bir şekilde belirlenmesi ve alan içerisinde farklı bölgelerde farklı kazançlar oluşturmasının önüne geçilebilmesi için; öncelikle kentler bütüncül olarak ele alınıp kentsel dönüşüm alanları önceliklendirilmeli, kentin genel planlama kararları ile uyumlu olarak tasarlanmalı ve kentsel dönüşüm projeleri sonrası oluşacak “rantın/artı değerin” tüm kentliye eşit şekilde dağıtılarak kullanılmasını sağlayacak bir fon/sistem oluşturulmalıdır. Son olarak, kentsel yeniden yapılanmada başarının en önemli gerekliliği, toplum desteğinin çözümün bir parçası olarak görülerek, katılımın sürecin her aşamasına yayılmasıdır.

PROF.DR. HANDAN TÜRKOĞLU

İTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ

ŞEHİR VE BÖLGE PLANLAMASI BÖLÜMÜ

Afet durumunda, plansız alanların yoğunluğuna bağlı olarak özellikle şehirlerde can ve mal kaybı oluşmaktadır. Doğal tehlikelere bağlı olarak ortaya çıkabilecek riskleri dayanıklı ve sürdürülebilir şehir planlama sürecinde yapılacak risk azaltma çalışmaları kapsamında azaltmak ve/veya ortadan kaldırmak mümkündür.

Şehir planlama kapsamında sürdürülebilirlik perspektifinden risk azaltma stratejileri; ekolojik sınırlandırıcıları dikkate alarak doğal çevreyi korumak; arazi ve kaynak tüketimini azaltmak; çevresel, sosyal ve ekonomik hedeflerin bütünlüğünü sağlayan bütüncül bir planlama yaklaşımı benimsemek; kaynakları, olanakları eşit ve adil olarak dağıtmak; afetlere karşı dayanıklılığı artırmak olarak sayılabilir 

Bir taraftan hızlı şehirleşmeye bağlı plansız ve sağlıksız yerleşmelerin yaygınlaşması, diğer taraftan bu gelişmelerin doğal tehlikelere açık alanlarda yoğunlaşması, Türkiye’de ülke düzeyinden yerel düzeye kadar her aşamada afetlere duyarlı kalkınma ve gelişme politikalarının yaygınlaştırılmasını gerekli kılmaktadır. Planlama kararlarının riskleri azaltabilmesi, risk analizine bağlı olarak alınacak önlemlere bağlıdır. Bu kapsamda, veri toplama aşamasında yerleşme bütünündeki yer bilimsel veriler yanında yapısal ölçekteki depreme dayanıklılık gibi veriler de toplanmalıdır.

Riskleri azaltmaya yönelik şehirsel çevre ile ilgili stratejiler, risk analizi bulgularına göre geliştirilir. Burada, halkın can ve mal güvenliği en öncelikli kriter olarak dikkate alınmalıdır. Buna göre, risk analizi ile risk altında olan toplumsal ve fiziksel öğeler ve bölgeler belirlenmeli, müdahale için planlar oluşturulmalıdır. Riskleri azaltmaya yönelik şehirsel çevre ile ilgili stratejileri, her belediyenin özelliklerine göre değişeceği ilkesi ile birlikte arazi kullanım, ulaşım ve altyapı ile ilgili bazı temel stratejiler benimsenmelidir. Arazi kullanımına ilişkin stratejiler kullanım ve yer seçimiyle ilgilidir. Ulaşım ve altyapı stratejileri doğal önlemlerin yetersiz kaldığı alanlarda ihtiyaç duyulan mühendislik uygulamalarını ve yarı-doğal sistemleri içerir.

Yapı güvenliği ile ilgili stratejiler ise mühendislik uygulamaların denetimi, ruhsatlandırma, sigortalama olarak sayılabilir. Öte yandan güvenli yaşam bilincinin toplumun her kesimine yaygınlaştırılması, kentsel çevremizde afet risklerini arttıran faktörlere ilişkin farkındalıkların geliştirilmesi, hazırlık ve risk azaltma, müdahale ve iyileştirme evreleri için gerekli eğitimin verilmesi ve becerilerin geliştirilmesi ve toplumun afetlerle mücadele kapasitesinin arttırılması gerekir.