BATIDA İNSAN MANZARALARI

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Batı toplumlarını biraz da içeriden gözlemleme imkânımız oldu son dönemde. Konferans ve danışmanlık çalışmalarından kalan zamanlarımızda şehir meydanlarında, alışveriş merkezlerinde ve fuarlarda insanlarla iç içe olmaya çalıştık.

Yeniden fark ettik ki aynı ortamı yaşayan insanların sayısı gibi yalnız olanların sayısı da hızla artıyor.

Kalabalıktaki insanlar; nazik, kurallı, standartları koruyan ve güler yüzlü bir görüntü veriyor. Ancak bu görüntünün arkasında, yalnız, bezgin, yorgun, çaresiz ve her an şiddete hazır bir iç dünyalarının bulunduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yok. Hal dili, kalabalığın içindeki yalnızlığı haykırıyor.

Batı toplumları; ailenin, yakın çevrenin ve geleneksel kültürün belirleyici olduğu, insan insana etkileşim ve iletişimin hâkim olduğu, duygusal birlikteliğin ve doğal davranışların sergilendiği toplumsal dokudan uzaklaşmış bir resim veriyor. Şehir meydanlarında neredeyse birbirine dokunacak kadar yakın ve rahat olan insanların, duyguları ve ruh dünyaları birbirinden çok uzak. Çimenlere uzananlar, sigara içenler, hamburger yiyenler, alkol tüketenler çoğunlukta. Birbiriyle konuşanlar neredeyse yok. Birkaç bebek arabası dışında çocuklar yok. Yalnızlıklarını gidermek için kalabalığa karışan ve cep telefonlarının ekranlarına kilitlenen insanların, yalnızlıkları daha da derinleşiyor.

Nezaketin Arkasındaki Şiddet

Fabrikaların kurulmasını, üretimin çeşitlenmesini, ürünlerin daha uzaklara ulaştırılmasını sağlayan sanayi devrimi, batı toplumunun geleneksel yapısındaki erimeleri de başlattı. Zira hızlı kentleşme, şehirlerde başlayan dikey yaşama alışkanlığı, sanayinin ihtiyaç duyduğu işgücünün yetiştirilmesine yönelik teknik ve mesleki eğitim ihtiyacı, yüzyıllardır aynı seyirde devam eden toplumsal hayatı değiştirmiş ve hızlandırmıştır.

Bugün, temel güç ve ana sermaye olan makine, bilgisayarın hayatımıza girmesiyle yerini bilgiye ve bilgi çağına bırakmıştır. Bilgiye dayalı teknoloji, baş döndürücü hızla gelişmiş, insanın fiziki yaşam konforu artmıştır. İnsanlar; daha güzel evlerde oturmaya, daha güzel araçlarla seyahat etmeye, daha hızlı biçimde bilgiye ulaşmaya, daha kurallı ve standart bir hayat sürdürmeye başlamış.

Tamamı maddi olan bu görünürdeki kazanımların arka yüzünde insan ve toplumların, doğal yaşam alışkanlıklarından hızla uzaklaşmaları, bilgi çağının en önemli çıkmazıdır. Zira başta batı toplumları olmak üzere günümüz insanı; duygu dünyasından, geleneksel aile bağlarının koruyucu ve geliştirici dinamiğinden, kendini doğal olarak ifade etmekten uzaklaşmıştır. Diğer insanlarla, canlılarla, eşya ile derinden bir etkileşim içinde olmaktan, evrenle bütünsel bir ilişki ve alışveriş içinde olmaktan hızla uzaklaşılmıştır. Bütün bunlar, görünürdeki abartılı nezaketin arkasında birikmiş bir şiddet potansiyeline yol açmıştır. Avrupa kentlerinde görülen anarşik olayları bu gözle de değerlendirmeliyiz.

İnsan ve Bilim

Rönesans’ın, mantık odaklı hayat anlayışına dayanan standart, kurallı ve bireysel yaşam alışkanlığı, günümüzde toplum düzeyinde gelenekleri, birey düzeyinde kimlikleri ve kişilikleri zedelemiş, insani değerler yıpranmış ve insan geriye gitmiştir.

Bilgi çağına yön veren, her şeyin standarda, akla ve mantığa bağlanması anlayışı, insan ve toplumlar için de geçerli kılınmaya çalışılmış. Sonuçta insan; benliği şahlandırılan, kişisel ve toplumsal ortak bilinç düzeyi zayıflatılan, neyi, nasıl, nerede ve ne zaman tüketmesi gerektiği önceden belirlenen, yapay bir hayat anlayışına zorlanmıştır. Öyle ki üretmekten tüketmeye yönelmiş dünyada obeziteden ölenlerin oranı, açlıktan ölenlerin oranını geçmiştir.

Bedeninden ibaret sayılan insanın; duygularından, ruhundan, kültüründen, inanç değerlerinden uzaklaşması, kendi ile barışı ve yaşama aşkını da zayıflatmıştır. İnsanlar, munis ve kurallı bir hayat görüntüsünün arkasında kaygı, endişe, şiddet ve kuralsız bir hayata hazır hale gelmiştir.

İnsanın en mahremi olan kutsalı ve cinselliğinin dahi bir tüketim alanına dönüştürüldüğü batı toplumlarının, ciddi bir gelecek kaygısı taşımaları bundandır. Bizim bu süreçten alacağımız önemli dersler olmalıdır. Bunlardan biri, toplumsal kültürü ve insani değerleri ihmal etmeden bilimi ve bilimsel olmayı başarmaktır.