BATI CEPHESİNDE YİNE SIKINTILI BİR HAFTA

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Bu haftaki gelişmeleri değerlendirmek için bilgisayar başına oturduğumda, başlık olarak "malum mesele" ifadesini seçmek geldi bir an içimden.

Bu haftaki gelişmeleri değerlendirmek için bilgisayar başına oturduğumda, başlık olarak “malum mesele” ifadesini seçmek geldi bir an içimden. Zira malum, geçen senenin son aylarından itibaren Rusya-Ukrayna-Batı üçgeninde ne olacağını konuşup duruyoruz. Moskova, tatbikatları bahane ederek sınırda güç yığınağını artırdıkça, mevzu ısınmaya ve tüm diğer gündemi gölgelemeye devam ediyor. Yine malum, geçtiğimiz hafta Batı ve Rusya arasında bir dizi görüşme yaşanmıştı. Bu görüşmelere Kremlin, Ukrayna’da yükselttiği elle girişmişti ama görüşmelerin özü Rusya-Ukrayna meselesi ile sınırlı değildi. Baştan itibaren Rusya-Ukrayna krizinin sadece Rusya-Ukrayna meselesi ile sınırlı olmadığını düşünenlerden biri olarak, Moskova’nın ABD’ni Avrupa güvenliği açısından ABD’yi de Avrupalıları da çok zorlamayan bir statükoya ikna etmek istediğini düşünüyorum. Kremlin, Ukrayna meselesi üzerindeki gücünü bu zorlama adına bir koz olarak tutuyor. Bu elbette, Rusya’nın Kırım’dan vazgeçmeyeceğini hatta imkan olursa Donbass ve Luhanks üzerinden Doğu Ukrayna’da kontrolü eline almak isteyebileceği mesajını da Batı kamuoyuna ve Ukrayna’da 2013’den beri süregiden ihtilafın taraflarına veriyor. Bir taşla iki ya da daha fazla kuşu vurmaktan Rus diplomasisinin hoşlandığını hepimiz biliriz.

Biden’ın “küçük ihlaller” konuşması

Son iki haftadır yaşanan diplomasi trafiği ve gerginliğine içkin üçüncü bir mesaj daha vardı tabi. O da; Moskova’nın Avrupa güvenliğinin dizaynından duyduğu hoşnutsuzluğu dillendirdiği hatta bugünkü dizaynı zorlayacağını ima ettiği güvenlik garantilerini ABD ve NATO’dan talep etmesi. Rusya’nın taleplerinin gerçekleşmesi hem NATO caydırıcılığının hem de NATO’nun siyasi gücünün altını boşaltacağından, Kremlin’in masaya sunduğu teklifin kabul görmesini kimse beklemiyordu. Ama Rusya bu hamlesiyle Cenevre’de ABD’li muhataplarını uzun saatler süresince masa başına oturtmayı başardı. Rusya-Batı kutuplaşmasında tarafını seçenler için “ciddiye alındığını” göstermek Kremlin için önemli. İronik olarak, Rusya’nın ciddiye alınmasının, ABD’nin ve Biden yönetiminin Ukrayna mevzusunu Asya’daki gelişmeler kadar ciddiye almamasının bir sonucu olduğunu da söylemek mümkün.

Nitekim ABD, geçtiğimiz cuma günü gerçekleşen Blinken-Lavrov görüşmesine kadar karışık sinyaller vermeye devam etti. Biden’ın “küçük ihlaller” konuşması uluslararası ve hatta ulusal basınımızda Bidensal bir gaf olarak nitelendirirse de Ukrayna devlet başkanı Zelenskiy’i “küçük uluslar ve küçük ihlaller yoktur” mealinde duygusal bir twit atmaya itecek derecede kaygı vericiydi. ABD’nin cesaretlendirdiği aktörleri zaman zaman yarı yolda terk ettiği, hatta bu terk etme biçiminin küçük düşürücü yönünü de umursamadığını Afganistan hadisesinden sonra biliyoruz. ABD kamuoyunu bugün Ukrayna’dan ziyade ABD’de yaşanacak bir iç savaş ihtimali daha çok kaygılandırıyor ya da heyecanlandırıyor. “Trump’ın intikamı” tadında başlıklar gündemi süslerken, Kongre’nin uluslararası ortamdaki jeopolitik mücadelenin politik yanını hiç anlamadığı yazılıp çiziliyor. Bu nedenle, ilk Cenevre görüşmelerini takiben gelen “küçük ihlaller” konuşması çeşitli yorumcular tarafından “ABD ve Rusya anlaştı” biçiminde yorumlandı.

Yeni Yalta değilse, ne?

Burada anlaşılan hususun- eğer varsa- hala açık bir paylaşım, yani bir Yeni/Yumuşak Yalta olduğunu düşünmüyorum. Biden yönetimi, Rusya’nın doğrudan ABD’nin cesaretlendirdiği Ukrayna yönetimi üzerinden sınırlandırılması fikrinden çok çabuk vazgeçmişse de NATO’nun sınırlandırıcı ve caydırıcı etkisini tahkim etmekten hiç vazgeçmedi. Dolayısıyla, Biden’ın “küçük ihlaller” konuşmasının amacını Rusya’ya etki alanı tanımaya yönelik bir yeşil ışıktan ziyade iki olasılık açısından değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. İ)- Washington, tüm bu stratejik hesaplamada Moskova’nın Doğu Ukrayna’da bir etki alanı elde etmesini Rusya için maliyetli, ABD açısından da önemsiz görüyor olabilir. Gerçekten de Rusya’nın hiç var olmadığı bir alan değil Doğu Ukrayna. 2015’teki Minsk protokolleri bile Rusya’nın ayrılıkçılar üzerindeki gücü üzerinden Moskova’ya bir varlık alanı açmıştı. NATO caydırıcılığına halel gelmediği sürece Moskova’nın yeni alanlar yutma girişimi Avrupalılar ile olan ilişkisini daha karmaşıklaştırdığı gibi NATO içinde ve dışında yeni birliktelikleri Kremlin için daha da görünür hale getirebilir. Nitekim, İngiltere Moskova’dan davet almasına rağmen olası bir UKPOLUK (Birleşik Krallık-Polonya- Ukrayna) işbirliğine hevesli olduğunu bazı platformlarda dile getirdi. Böyle bir olasılık gerçekleşirse ABD için gönüllüler koalisyonu tarzı birlikteliklerin ilk örneği olmayacak. İİ)- Washington, Rusya’yı saldırgan aktör olmaya cesaretlendirirse ABD’nin Rusya’ya yönelik sınırlandırma girişimlerini tutarlı ve onay almış bir zeminde gerçekleştirebilir. Sınırlandırma mevzu açıldığında aklımıza top, tüfek ve denizaltıların gelmesi normal ama Biden yönetimi, bizzat Biden’ın ağzından ciddi ekonomik ve finansal yaptırımların düşünüldüğünü ifade etti.

Rusya’yı cezalandırmak mümkün mü?

Yaptırımlar, biliniyor ki, rakip aktörü caydırmaktan çok cezalandırmaya yarıyor. Kırım sonrası ABD ve AB yaptırımlarıyla burun buruna yaşam sürdüren Rusya, bugüne kadar yaptırım meselesini bir direnme testi olarak gördü. Za Rodinu sloganı, vatan için direnmenin teşvik edilmesi ve bedelin sıradan insana yüklenmesi Navalni protestolarını ne kadar etkiledi bilinmez ama Duma’daki son tartışmalara baktığımızda Rusya’da iktidarın da muhalefetin de Doğu Ukrayna’daki ayrılıkçılığı cesaretlendirmede birbirinden geri kalmadığını görürüz. Kremlin için zor olan iç politikada maliyete direnmeye halkı davet etmek değil, bankacılık sistemini felce uğratıp, dolar üzerinden enerji piyasalarında işlem yapmasını engelleyebilecek bir yaptırımın cezalandırıcı gücüne karşı alternatif üretebilmek. Rusya’nın böyle bir durumda esas canını yakacağı aktörlerin Avrupalılar olması ise Avrupa’nın kafasını daha çok karıştırıyor.

Avrupa yine felç

Bilindiği üzere Avrupalılar, bugüne kadar Rusya’ya yönelik üç temel ilişki modeli geliştirmişlerdi. Alman modeli de denilen ekonomi ve ticaret temelli modelin Berlin’in işine yaradığı ve Almanya’nın eline bir pazarlık gücü verdiği kesin. Ancak Almanya, Alman modelinin Schröder modeli (Schröder-Gazprom arasındaki grift çıkar ilişkisi) gibi görünmesinden rahatsız olsa da bu modeli jeopolitik bir pazarlık modeline dönüştürmek istemiyor. Dolayısıyla Alman modelinin gücü bugün Kuzey Akım II’nin kaderi ile ilgili çok sığ tartışmalara indirgenmiş durumda. Fransız modelinin mimarı Macron, Normandiya Dörtlüsü’nü oluştururken Ukrayna-Rusya arabuluculuğuna soyunmuş ve bir başarı yakalarsa bunu Avrupa otonomisini güçlendirmek için kullanmayı hayal etmişti. Fransa’nın Normandiya görüşmelerinde Minsk protokolünün ötesine geçemediği düşünüldüğünde yani taraflar için gerçek bir kazanç alanı yaratamadığı düşünüldüğünde Paris için büyük hayaller- suya düşmesine kimsenin şaşırdığını sanmıyorum. Doğu Avrupa modeli ise Rusya’ya haddini bildirme isteğinden yola çıkıyordu. Polonya’nın Beyaz Rusya krizi ile sınandığı günler hatırlanırsa, Kremlin’e haddini bildirme isteğinin ifade edildiği kadar kolay olmadığını söyleyebiliriz.

Avrupa hala bu üç modeli birbirine nasıl yakınlaştıracağını ya da nasıl dönüştüreceğini bilmiyor, bu nedenle de Biden’ın daha sonradan “sınırı geçmek işgaldir” diye düzeltilmiş “küçük ihlaller” açıklaması akıllı tuzak da barındırsa, Amerikan duyarsızlığının da yansıması olsa son derece rahatsız edici. Avrupalıların ve Avrupalılar adına ABD’nin Katar ve Azerbaycan’ın (Türkiye’nin konumunu da unutmayın) kapısını daha fazla gaz arzı için çalması, Ukrayna meselesinin gelişiminin ve- tuzak ya da duyarsızlık fark etmez- ABD’nin bu meseleyi halletme şeklinin Avrupa’yı etkileyeceğini gösteriyor.

Türkiye için önemli olanın bölgenin istikrarı ve kendi hareket alanının sınırlanmaması olduğu muhakkak. Eğer, Ukrayna ve Rusya- ama özellikle de Rusya- tüm tuzak ve kazanç hesapları arasında meseleyi çatışmasız çözmeye karar verirlerse Ankara’nın Türkiye’nin arabuluculuğu ile ilgili çağrısını değerlendirmeyi seçebilirler. Gelişmeler bu konuda bize ipucu verecek.