BAŞARI HİKÂYESİNİN IZDIRABI

Dr. İlhami FINDIKÇI
Zekâsı, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile dikkatleri çekmiş ve kısa zamanda tornada aranan bir usta olmuş.

Zirvede bir iş adamı ama mutsuz ve huzursuz. Biyolojik yaşı 54 ama yaşının çok üstünde görünüyor. Gözleri gibi bedeni de yorgun. Başarı hikâyesinin sonunda yaşadığı ızdırabı anlatırken gözleri doluyor.

Doğduğu dağ köyünde ilkokulu bitirdikten sonra üç yıl çobanlık yapmış, 16 yaşında gurbete çıkmış. Babası, onu bir köylüsüne emanet etmiş ve İstanbul’da bir torna atölyesinde çırak olarak işe başlamış.

Zekâsı, çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile dikkatleri çekmiş ve kısa zamanda tornada aranan bir usta olmuş. Patronu, o kadar güvenmiş ki atölyenin bütün işlerini ona emanet etmiş. Daha cazip teklifler almış ama başka işyerlerine gitmemiş. Çünkü deneyim sahibi, ihtiyar, ilk ve tek patronundan çok şeyler öğrenmiş.

Dört yıllık atölye çalışması sırasında bekâr arkadaşlarıyla kiraladıkları dükkânda kalmış. Yemeklerini kendileri yapmışlar, yer yatağında yatmışlar.

Askerden döndükten sonra patronu, altın değerinde nasihatler yaptıktan sonra atölyesini kurmasına öncülük etmiş. Dilerseniz bu üç makineli atölye ile başlayan başarı hikâyesinin devamını ondan dinleyelim:

ZENGİNLİK HUZURSUZLUK GETİRDİ

“Hocam, atölyemi kurduğumda dünyanın en mutlu insanıydım. Beş işçim vardı. Çok çalıştım, öyle ki tasarruf etmek için gece de çalışıyordum. Zaten bekâr evinden atölyeye taşınmıştım. Çalışanlar görmesinler diye atölyenin temizliğini sabah erkenden yapıyordum. Çok şükür kısa zamanda büyüdük. Piyasa beni çok sevdi, iş kalitemiz tutuldu. Ama benim bütün derdim, fason işten kurtulmak ve kendi makinemi üretip satmaktı.

Atölye belirli büyüklüğe gelince bir arsa alıp ev yaptım, annem, babam ve kardeşlerimi köyden getirdik. İki kardeşimi de yanımda işe başlattım. Birini üretimde diğerini pazarlamada yetiştirdim. Benim üzerime kurduğum şahıs şirketini, limited şirkete çevirdim ve babamı da dâhil ederek dört eşit hissedar haline getirdim...

Kardeşimin biri üç, diğeri altı yaş benden küçük. Babam başımızdaydı ama kardeşlerimin; askerlik, evlilik, düğün, çocuklarının eğitimleri gibi süreçleriyle ben ilgilendim. Ben hep işle uğraştığımdan onlar benden önce evlendi. Üç kardeş sırt sırta verdik ve bu günlere geldik…

Şimdi iki fabrikamızda bin civarında çalışanımız, yurt içine ve yurt dışına makine satışımız var. Zeytinburnu’nda küçücük daireleri olan aile binasından sonra her birimiz, bir milyon dolar değerindeki evlerde oturuyoruz…

 Şu anda o kadar mutsuzum ki kelimelere dökmem mümkün değil Hocam. Ne yazık ki zenginliğimiz arttıkça mutluluğumuz azaldı. Eski birliğimiz, bütünlüğümüz ve sevgimiz kalmadı. Hangi olayı anlatayım ki? Bir küçüğümün kızı evlendi, damadı işe almadık diye yeğenim, babasına ve bana küsmüş, konu babamlara yansıdı, aile karıştı.

Küçük kardeşimin evinde yılın her mevsiminde tadilat var, diğerlerine kötü örnek oluyor. Oğlu okulunu bitirdi. İşe yerleştirdik ama sabah saat onda geliyor, öğleden sonra dörtte çıkıyor, kimseye hesap vermiyor. Çalışanlara patronluk yapmaktan iş yapmıyor, personelin çalışma düzenini bozuyor…

Eskiden ailenin ve işin lideri belliydi. Birlikte konuşurduk, nihai kararı ben verirdim ve yolumuza devam ederdik. Şimdi herkes konuşuyor. Karar veremiyoruz...

HEM İŞİ HEM ÇOCUKLARI BÜYÜTMEK

Biz eskiden çok mütevazı yaşardık, mutlaka para biriktirirdik, sürekli yatırım yapardık ve bu şekilde büyüdük. Şimdi, kardeşlerim eşlerden ve çocuklardan gelen baskı ile kazanılan tüm parayı harcamak istiyor. Bizim ev de farklı değil. Üç kardeş çok ciddi maaşlar, her yıl sonunda yine ciddi kâr payları alıyoruz. Çocukların eğitimleri, özel sigortalar, arabaların masrafları şirketten ödeniyor. Ama hala geçinemediklerini söylüyorlar…

Beni esas üzen nokta ailede saygımızı yitirdik. Yanımda sigara içmeyen kardeşim, şimdi benim liderliğimi beğenmiyor, beni eski kafalı olmakla suçluyor. Onlara kalsa tüm varlığımızı bölüştürüp işi kapatmak gerekiyor. Babam ve annem yaşlandı, daha çok ilgiye ihtiyaçları var ama onların halini, hatırını soran yok…

Bilhassa yeni kuşak büyük sorun. Onlara hesapsız para harcamamıza rağmen iyi bir eğitim almadılar çünkü çalışmadılar. Annelerinin korumasında büyüdüler, yaşları gelmeden ve hak etmeden pahalı arabalara bindiler, durmadan gezdiler, hiçbir şey üretmediler ama hep tükettiler…

Biraz geç oldu ama bugün anlıyorum ki asıl mesele sadece işi büyütmek değil, çocukları da çok yönlü büyütmekmiş. Onlara aile kültürümüzü veremedik. Hayatlarında bildikleri tek şey para…

Sanıyorum ki bu yaşanmış hikâyeden alacağımız önemli dersler var değerli dostlar.