​AREFE MUHASEBESİ

Ümit G. CEYLAN 20 Nis 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Ramazan ayı sabır ayı. İnsanın hayatta dayanıklılığı sabırla öğreniyor.

Yine bir ramazan ayının daha sonuna geldik. Ben hüzünlüyüm. Çünkü kendi iç muhasebem derin. Ramazan ayı gelmeden tüm sevdiklerimle aynı masa etrafında buluşma hayallerim vardı. Nerdeyse her hafta en az iki kez sevdiklerimi iftara çağıracaktım. Camilere gidecek ve bol bol ibadet, dua edecektim. Kendimce çok azını gerçekleştirebildim. Hüznümün bir yanı da bu. Çünkü bir sonraki ramazan ayına çıkabileceğimiz ne malum! Belki de İstanbul gibi bir metropolde yaşamanın verdiği bir türlü kendimizi gerçekleştirememe, yarım yamalak sevinçlerden dolayı hep eksiğiz. Hatta parçalanmışlık yaşıyoruz. Ama bu yazının sonunu bu şekilde bitirmeyeceğim sizlerin de tahminidir. 

Sabrı öğrenecektik

Ramazan ayı sabır ayı. İnsanın hayatta dayanıklılığı sabırla öğreniyor. Eyyüp peygamberin türlü türlü hastalıklar, sevdiklerinin ölümleri ve yaşadığı onca acı karşısındaki sabrına karşılık bizler de sıkıntılı durumlarda bir birimize ‘Rabbim Eyüp Sultan sabırları versin’ deriz. Günün sonunda kafamdan geçirdiklerim; bugün hiç birimizin bir şeylere sabrı kalmadığını, en ufak aksilikte küplere binip etrafa zehir saçanların toplumu, topluca bir öfke krizine sürüklediğini görüyorum. Ani öfkeler karşısında afallayıp kaldığımı fark ediyorum. Elim ayağım birbirine giriyor ve çoğu zaman donup kalıyorum. Oysa ramazan ayında sabrı öğrenecektik. Öfke patlamalarının bu modern insanın, insanlığını yaşayamamasının verdiği bir hezeyan olduğunu söylesem abartmış olmam. İnsanlıktan çıktık. Ayağımız yerden, topraktan kesildi. Ayağımız yerden kesilirken şişirilmiş egolarla birlikte uçtuk, uçuyoruz. Alt bellekte insan sınırlı bir varlık olduğunun aslında bilmesine rağmen hala inatla itiraf etmemesi onun en büyük çıkmazlarından biridir. Sabırsızlığı çözmeliyiz.

Bayramda ne yapmak isteriz?

Kendimizle barışmalıyız bu bayramda. Kızgınlıklarımızı kenara atmalıyız. Çünkü sonlu bir dünyada bu kızgınlıklar, öfkelerle bir yere varamayız. Maalesef bunu yapmadığımız sürece de bayramlar hep buruk kalacak. İletişimi kopuk insanlarla yaşamak çok zordur. Hayatı bir bütün içinde göremezler. Hayat ısrarla beklediklerimizin ötesinde daha geniştir. Beklentilerimizin ötesinde daha iyilerinin bizi beklediğini anlamalıyız. Olmayanlara şükretmeli hayır var demeliyiz. Uç uca bağlamalıyız güzel duyguları ve bunları bu bayramda paylaşmalıyız. Sevgili okurlarım bayramınız kutlu olsun. Sevdiklerimizle, birlik ve beraberlik içinde nice bayramları kucaklamak niyazıyla muhabbetle.

Bin teşekkür

Yıllardır olduğu gibi Hatırla Beni diyen sevgili kardeşim Birsel Alver Yazıcı’ya bu bayramda özel olarak şükranlarımı buradan siz sevgili okurların nezdinde iletmek istiyorum. Buluşma Noktası sayfamızın danışmanı ve Hacivat Karagöz replikleri yazarımız çizerimiz Mehmet Akyıl hocamıza hayırlı uzun ömürler diliyor, varlığından dolayı Allah’a şükrediyoruz. İyi ki tanıdığım, sevgili öğrenci evlatlarımdan Nurgül Aktaş bu ramazan bizimle duygularını yazıya döküp bir de fotoğraflayarak bizimle paylaştı. Sizin bu sayfalarda görmediğiniz ancak sosyal medya paylaşımlarında emek sarf eden yine öğrenci evlatlarımdan Ayşenur ve Tuba’yı da ders, staj gibi yoğunlukları içinde bana tahammül ettikleri için.. Yine elbette bütün bu saydığım ve sayamadığım Yazı Kulübümüzün sevgili öğrenci evlatlarım Özgür, Didem, Fatmanur ve asistanım Mürüvvet’in destekleri için hepsine teşekkür ediyorum.

BİR EVİ OLMALI İNSANIN

rs

Şu dünyada göçebe de olsa insan, yine de kendine ait bir evi olmalı. Duvarlarının rengini kendi seçtiği istediğinde ışıklarla, tablolarla süslediği duvarı olmalı insanın. Kendine ait bir köşesi olmalı. Kitapları yanı başında. Kahvesini yudumladığı fincanını usulca bıraktığı bir sehpası, kenarına koyduğu bir not defteri ve kalemi durmalı. Her gün suyunu tazelediği çiçekleri, vazosunu özenle seçtiği, rengine uyumlu bir aydınlatması yanı başında durmalı. Pencere kenarında yumuşacık bir koltuğu canı istediğinde karşısında uzanacağı üzerinde battaniyesi ile derin uykulara daldığı bir koltuğu olmalı insanın. Bir de mutfaktan yayılan mis gibi kek kokusu sarmalı evi. Seyahate bile gitse yine de döneceğini bildiği bir evi olmalı insanın. Her köşesine nefesiyle can verdiği, rengiyle, dokusuyla kendisine ait hissettiği bir yuvası olmalı insanın. Kendi el emeği, göz nuruyla inşa ettiği balkonundan gökyüzüne baktığında, benim bir ayağım burada diyebilecek bir evi olmalı insanın. 

ÖZLEM YILMAZ MERİÇ

GİDERKEN…

Sen orucu tutarsan oruç da seni tutar diyerek büyütülen çocuklarız. Bu, ramazanla aramızda karşılıklı bir dayanışma ile gerçekleştiğini varsaydığımız, sonralarda ise aslında gücünü kendimizden almadığımızı anladığımızda kolaylaştığını gördüğümüz bir ibadet. Tutamıyorumun tutanı, dayanamıyorumun dayananı ilan etmedikçe kendimizi, kolayca yapılacak bir ibadetken, gücü verenin gücüyle yaptıklarımızı unutup, kendimize biçtiğimiz payın içinde bir kısır döngüye giriyoruz. Sonra bir bakıyoruz biz onu tutmuyoruz o da bizi tutmuyor geldiğimiz nokta bundan ibaret. 

'Ben yapıyorumla' zorlaşan, tam bir güvenle 'Sen yardım ediyorsuna' dönüştüğünde, zorlaşan hiçbir ibadet yok aslında. Belki bu yüzden sırf bu detayı kaçırdığımızdan Allah'ın bildiğini kuldan esirgemeyen insan sayısında bir çoğalma var. Çok uzak değil bundan on sene evvel geçtiğim yollarda pek çok alkollü mekanın "Ramazan dolayısıyla kapalıyız" yazısıyla karşılaşırdım. Tadilatlarını, mekan içi değişikliklerini hep bu ayda hallederdi böyle işletmeler. Bu karşılıklı olurdu, mekân Ramazan'a hürmet eder, müşteri Ramazanda alkolden geri durur ortaya böyle zarif kapalıyız yazıları çıkardı. 

Bir suyu sağa sola bakmadan destursuz içen pek azdı, yanındaki oruçken öğlen yiyeceği yemeği konuşmaktan dahi haya ederdi insanlar. Ne yiyene, ne içene, ne de bu hal üzere yaptığını saklamayana sözüm yok aslında. Benim içerlediğim ve toplum olarak da birbirimizi anlamadığımızı düşündüğüm kırgın yanımız şu; hiç iftar sofrası şenliği görmemiş, hiç sıcak pidenin heyecanı ile sofraya oturmamış, annemize hiç, "nolur sahura kaldır bak yarın ben de sizinle oruç tutacağım" dememiş, hiç tekne oruçlarında zorlansak  bile tuttuğumuzu kâr sayıp gururlanmamış gibiyiz. Sanki biz hiç salata kokusu daha mutfaktayken yayılan o tatlı günlerin, koca ramazanda üç beş gün oruç tutup bayram sevincini en çok hak ettiğimizi düşündüğümüz zamanların çocukları değilmişiz gibi... Televizyonda her gün iftara yakın Esma-ül Hüsna'nın ritmine kapılmamış, bir büyüğün dizi dibinde ramazan sohbetleri dinlememişiz gibi sen oruçsun de bakalım canın ne çekiyor iftara yapayım diye sorulup gönlümüz türlü türlü ilgi alakayla okşanmamış gibi gece yarısı annenin' haydi sahura' sesiyle en sevdiğin, mis gibi kokan hamur işlerine gözünü açıp mutlu olmamışsın gibi... Bizi cımbızla almış ömrün ortasına, hatırasız, duygusuz, ibadetsiz koymuşlar gibi. Herkeste bir hafıza kaybı, bir şuursuz sebebiyetsiz yeme içme serbestliği... Orucu tutanın oruçsuza  hoşgörüsüzlüğü değil elbet bu, zira tuttuğumuzu da tutmayana vermek an meselesi. Ben sadece hatırlansın istiyorum. Ne değişti de, değiştik...

Entropi yasası diyor ki; bir şey kendi haline bırakılırsa, sürekli bozulmaya, dağılmaya ve negatife doğru gider. Bunu al bütün hayata çarşaf çarşaf yay ver gör, görelim biz aslında neyi bozmazken bozuyoruz da haberimiz yok. Bir ibadet üstüne az da olsa eklenmeden devamlılık göstermiyorsa şüphe yok ki zamanla azalarak çekip gidiyor hayatımızdan. Bir iyi huy üstüne başka güzel huy eklenerek güzelleşmiyorsa demek ki zamanla ahlâktan edepten ve bilumum iyi hasletten küçük küçük koparmaya başlıyoruz. Ramazan'ın sonundaki bayrama sevinmek biraz da hüzünlendirmiyorsa o ramazan seni kendiyle meşgul etmemiş, seninle hiç muhabbet etmemiş demektir. Tutabilecekken tutmamanın da en az entropi yasası kadar şaşmaz bir kuralı vardır ve denir ki bir insan bir ibadeti yapabilecek kapasitedeyken şayet onu yapmaz ise akabinde bir gün gelir o ibadeti yapmak isterse o zamanda Allah ona onu nasip etmez. Sağlıklıyken sığındığımız bahaneler bir gün gerçek bahanemiz haline geldiğinde o gün istesek de bu kadar yapabilir olamayacağız. Yoksa arzu ettiği halde tutamayanların gönül muhabbeti zaten hep oruç, onlar tutmazken de tutanlar safında...

NURGÜL AKTAŞ

HOŞÇAKAL ON BİR AYIN SULTANI 

Evveli rahmet ortası mağfiret sonu kurtuluş olan Ramazan ayına veda ediyoruz. Ömrümüzden bir ramazan ayını daha uğurlamaya hazırlandık, gelişi sevindirirken gidişi üzerimizde tatlı bir hüzün bırakıyor. Bugün, arefe günü son oruçlarımızı tutturuyoruz. Şimdilik son kez iftar masasına oturacağız. Rabbim bu güzel ayda tuttuğumuz oruçlarımızı kabul etsin. Bir sonraki sene ramazan ayına kavuşmayı nasip etsin. Her senenin Ramazan ayı bambaşka geçer. Yakın zamanda birçok arkadaşımdan duydum, “bu ramazan çok başka geçti ne dilediysek gerçekleşti” diye. Dedik ya Ramazan ayı bereket ayı her ramazan farklı geçer diye gerçekten de öyle oldu. Bu ramazan dileklerimizin gerçekleştiği bir ramazan oldu. Umarım hepimizin gönlünden geçen olmuştur. Ramazan'a veda etmeye hazırlanırken geçtiğimiz günlerde kadir gecesini yaşadık. Bin aydan daha hayırlı olan bu gecede dua kapıları ardına kadar açılır, bizler böylesi güzel bir fırsatı yakaladığımız için çok şanslıyız.  Bu gecede bol bol dua ederek, tövbe istiğfar ederek geçirmeliyiz. Ramazan bitti diye dua etmeye veda etmek yok, ellerimizi semaya kaldırıp Rabbimizden en içten şekilde dilediğimiz ne varsa isteyelim. Dua bizim seslenişimizdir. Bir ay boyunca yeme içme alışkanlıklarımızı askıya aldık, büyük bir sabırdı aslında bu bizler için. Sabrı, şükretmeyi, paylaşmayı, birliği ve beraberliği öğrendik ve her ramazan da öğrenmeye devam edeceğiz. Arefe gününün ertesi günü şenlik. Sabrın sonunun selamete çıktığı bir ay. Ramazan sonrası bayram, dedik ya sabrın sonu selamettir diye, alıyoruz sabrımızın karşılığını bayramda doyasıya yiyerek içerek. Bayram bizler için sevinç ve neşe günüdür. Bayram demek küslerin barıştığı, büyüklerin ziyaret edildiği, çocukların güler yüzleriyle kapımızı tıklayıp şeker istedikleri, tatlı anıların sevgiyle paylaşıldığı bir gündür. Kültürümüzün bize kattığı çok değerli varlıklardır bunlar. Bu güzel kültürümüzden vazgeçmeyelim çünkü görüyoruz ki bizi bir arada tutan, bizi güçlü kılan duygu, birlik ve beraberlik duygusudur. Bunun güzel örneklerini yaşamımızda, kültürümüzde ve dinimizde peygamber efendimizin bize öğütlerinde görüyoruz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur, “Ramazan, oruca başladığınız gün; Ramazan Bayramı, orucu bitirdiğiniz gün; Kurban Bayramı da kurban kestiğiniz gündür.” (Tirmizî, Savm, 11) Sözlerimi bitirirken şunları da eklemek istiyorum oruç tutmak keyfi bir şey değildir, farzdır. Farz demek Allah’ın bizlere yapmamızı emrettiği şeylerdir. Gelecek nesillerimizi dinimizin güzelliklerini tanıtarak ve dinimizin kolaylık dini olduğunu onlara aktararak yaşayalım. Çocuklar ailelerinin birer aynasıdır, yansımalarımıza güzel örnek olalım. Hayırlı ve bereketli bayramlarımız olsun

BİRSEL YAZICI ALVER

TELEK MESELESİ

Kuaför salonundayım, Eczacı Işık arkadaşım ve kızı Güneş çok eski zamanlardan bir bayramı peşlerinden sürükleyerek içeri giriyor. Ama ne onlar sürükledikleri şeyden haberdarlar ne de ben, zihnimin beni çıkaracağı yolcuktan haberdarım. 

Çok bilmem saç baş yapmayı ama elimi değdirdiğim şey güzelleşir annemin dediğine kalsa, bencesi ise sevdiğim şeyleri güzel yaptığım.

Güneş’in okulu tatil olmuş, bayram da geliyor. O zamanlar onun en serbest zamanları, dilediği gibi oje sürüp, saçını istediği gibi yaptırıp gelecek bayrama şimdiden hazırlanmak istiyor. Ne güzel annesi ardında tam destek, özgür çünkü okul yok, ilkokul öğrenciliğinden bayrama has feragat etmiş. Ne isterse yaptırmaya gelmiş kızına. (Ne güzel bir anne) Güneş’in saçını iplerle örüp, taşlarla dikerek süsleyeceğiz. “Ne kadar özgün diyorum ne kadar kendine has. Bu anne kızı bu kadar sevmemin başka sebepleri olmalı diyorum” sevgimin sebebini sorguluyorum…  İşte o zaman başlıyor benim geçmişime yolculuğum…

Yazmanın ilk basamaklarındayım, hayal dünyam gerçek dünyamdan geniş. Ufff o biçim hayaller kuruyordum. Ben Anadolu köyüne o zamanlar da fazla ve aykırı geliyordum. 

Annem teyzemin kayınvalidesiyle bayramlaşmaya gidecek, ben de gitmek istiyorum ama gelen “giden olur tez gidip geleyim” diye beni beklemeden çıkıyor. Ama niyetim kesin oraya gideceğim. Hızlıca giyiniyorum ama saçım başım hiç istediğim gibi değil, ne yapsam daha güzel olurum onu bile bilemiyorum, elim ayağım birbirine dolaşıyor, sanki ben güzelleşmek istedikçe daha çok çirkinleşiyorum. Heyecanlı ve mutlu zamanlarınızda içinizden bir şarkı çalar ya işte öyle bir şarkı duyuyorum. İçimde Yakari’nin jeneriği çalıyor, yetişiyor imdadıma... Hemen aklıma bir fikir geliyor, saçlarımı iki yanıma örüp, koşa koşa kümese gidiyorum. Kümesten iki iri tavuk tüyü (telek) bulup saçımın aralarından geçiriyorum. Bir hızla aynadan kendime bakıyorum, büyüleniyorum… (Şimdiki aklımla onun o zamanların çizgi filmi olan Yakari’ye özenmek olduğunu itiraf edebilirim.)  

Ufff ne kadar güzel yakıştı bu telekler saçlarıma yaaa, gölgem bile ne kadar güzel görünüyor, telekler kafamı aşmış… Bana gör muhteşemim, başka türlü bu kadar güzel olamazdım. 

Kendini beğenmenin verdiği güçle, o uzun yolu ve yokuşu ne vakit geçip annemin yanına gidiyorum, bilemiyorum. Bildiğim tek şey herkesin güzelliğime hayran kalıp bana baktığı, evet hayran kaldılar ama neden dünyanın en tuhaf şeyine bakar gibi bakıyorlar ki… Peki ya annem neden öyle kızardı ki yüzü, baklavanın yanına verdikleri ayran boğazına neden düğümlendi ki…

Çünkü utandı benden, çünkü benim özgünlüğüm, benim kendime olan haslığım onların alışık olmadığı bir şey… Gülüyorum kendime ve onları soktuğum o garip duyguya…

“Güneş” diyorum “ hiç unutma olur mu? Senin saçını yaparken kendi çocukluğumu okşuyorum. Bana ne kadar benziyorsun” 

Sen yine de beni şehre az, köye fazla biri gibi hatırla sevgili okur. İçinde taşıdığı Anadolu’dan şehre az kalmış biri gibi, taşıdığı şehirden Anadolu’ya fazla gelmiş biri gibi hatırla. Bir telekle mutlu olan o küçük kız çocuğunun bayram büyüsünde bul beni. 

İçinde en sevdiğin şarkıların introları çalsın, kimsenin kızarmasın yüzü. Bu bayram senin olsun, bu bayram sevdiklerinle beraber olsun. Bırak içindeki o çocuk bayramı istediği gibi yaşasın. Cebinde çikolatalar erisin tatlansın hayatın…

Öptüğümüz tüm ellerin bizde emanet olduğunu unutturmasın bayramlar.

 İyi bayramlarımız olsun…

HACİVAT VE KARAGÖZ REPLİKLERİ

..................................................................   

FEZA

“Türkiye 100. yıl kutlamasını uzaya İMECE uydusunu fırlatarak perçinlemiş oldu. Yeni yüzyıl Türkiye yüzyılı olacak inşallah. Türkiye 21. Asra mührünü Türkiye Yüzyılı olarak vuracak.” Hacivat ve Karagöz bu mefkurede mutabık olsa gerek. Sevinçlerinden adeta yerinde duramıyorlar. Karagöz muzip bir adamdır bilirsiniz. Durup dururken söze başlar:

- Hacivat’ım millet açız diye feryat ediyor sokaklarda mülakat veriyor. Sen ne diyorsun buna. Aslında Karagöz önce milletin karnını doyuracaksın, sonra fezaya çıkacaksın demek istiyor sokak ağzıyla. Tabii Hacivat’ın tepesi atar;

- Karagöz’üm sokak ağzıyla konuşma. Muasır medeniyetlerin üstünde olmak zorundayız. O güç ve kuvvete vasıl olamaz isek, kaybederiz. Aynı zamanda mazlum milletlerin ümidini de inkisara uğratmış oluruz. Buna hakkımız yok!... Karagöz yine sorar;

- Pekala böyle diyenlere karşı ne yapacağız Hacıcavcavım? Hacivat cevabı hemen yapıştırır.

- Aç olan yok birader. Tok olan aç komşusunu doyurmakla mükellef. Efendimizin sözünü aklına getirsene. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” Karagöz kafa sallar ve bıyık altından tebessüm eder,

- “Aç köpek fırın deler”miş derler.. Öyle de olsa, hayvanları bile düşünür bizim millet. Kurda kuşa bile rızık vermiş Allah. O bağırıp çağıranlarda hiç şükür yok. Başımıza taş yağar bir düşünsene. Hacivat Karagöz’ün söylediklerine hak verir. Ve söze devam eder:

- Devlet aklı diye bir şey var Karagözüm. Bağımsızlığımız için, Bayrağımız için. Namusumuz için. Devlet ve milletimiz için. İlay-ı Kelimetullah ve nizamı alem için bir ve birlik içinde olacağız, diri olacağız. Adaletten yana olacağız; fezaya da çıkacağız, uçak ta uçuracağız, gemi de yüzdüreceğiz, yol da köprü de hızlı tren de yapacağız. Mazlumun elinden tutacağız vesselam.  Karagöz Hacivat’ı dinler ve teşekkür eder.

- Teşekkür ederim Hacivat’ım. Allah razı olsun senden. Hacivat Üstad’ın şiirinden bir fasıl geçer bütün hassasiyetiyle.

“Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?.. Güneşe göç var da kalan biz miyiz?”