ANKARA - PEKİN: BEKLENTİLER VE ZORLUKLAR

Prof. Dr. Samir Salha
Tüm Yazıları
Ekonomik büyüme ve refah hamleleri konusunda Türkiye ile Çin arasında birçok benzerlikten bahsetmek mümkündür.

Geçtiğimiz 20 yılda, her iki ülke de kalkınma projeleri, dış ticaret hacmi ve kişi başına düşen gelir gibi alanlarda büyük adımlar atmıştır. Fakat iki ülkenin söz konusu hamlelerinde değişik ve birbirine benzemeyen iç ve dış ekonomik, siyasi ve sosyal farklılıklar söz konusudur.

Çin son yıllarda uluslararası küresel rekabet alanına girdikten sonra hızlı bir biçimde yükselmiş ve dünyada ihracatta ilk, ithalatta ikinci olmuş. Aynı zamanda dış ticaretinde 4,5 trilyon dolara kadar küresel sermaye elde etmiş ve 3 trilyon dolar nakit rezervine sahip olmuştur. Türkiye bu iş birliğinde özellikle Çin’in enerji sektörüne ve yüksek teknolojiye ayırdığı 2 trilyon dolarlık yatırımdan yararlanmak istiyor.

2000 yılında Türkiye ve Çin arasındaki toplam ikili ticaret hacmi yaklaşık 1.4 milyar dolar iken, 2015 yılında 27.3 milyar dolara ulaşmıştır.  Gerçekleşen artışta Pekin’in payı Ankara’nın payının neredeyse yedi katı. Bu konudaki sorun henüz çözülmediği gibi kısa vadede çözüme kavuşması zor görünüyor.

Bölgesel ve uluslararası hareketlilik göz önünde bulundurulduğunda her iki ülke arasındaki askeri iş birliği, diğer aktörleri kıskandıracak biçimde ilerlemekte. On yıldan beri Türkiye, mevcut silah satışlarını çeşitlendirip modernize etmek için Çin ile askeri ilişkilerini hızlı bir şekilde artırmıştır. Hatırlanacağı gibi, 2010 yılında Konya’da gerçekleşen uluslararası Anadolu Kartalları askeri tatbikatlarında birçok batılı başkenti kızdıracak şekilde Pekin’i bu aktiviteye çağırmış ve NATO’da yer alıp bunu yapan ilk üye devlet olmuştur.

Peki, Ankara Pekin’den ne istiyor?

Ankara, 70 ülkeyi içerecek olan ve Çin ile Avrupa arasındaki en kısa rota olan Çin'in stratejik projesi “bir kuşak bir yol” girişiminden faydalanma isteğini defalarca dile getirdi.

Dahası Türkiye, dev bölgesel yatırım projelerinde ortaklığa ek olarak, Orta Doğu, Körfez, Orta Asya ve Balkanlar'daki Çin ticaretinin genişlemesinde aktif bir rol alabileceği gibi jeopolitik ve jeostratejik konumunu sık sık hatırlatıyor.

 Türk-Çin ilişkilerinin genişlemesinin gecikmesindeki temel nedenler arasında coğrafi uzaklık gelmektedir. Bununla birlikte her iki ülkenin ideolojik farklılıkları, çelişkili bölgesel ve uluslararası tercihleri ve birçok bölgesel ve uluslararası soruna karşı farklı duruşları söz konusu olmakla birlikte Ankara, Çin'e her iki ülkenin bölgesel çıkarını korumak ve yeni fırsatlar elde etmek için, ekonomik ve coğrafi güçlerin birleşmesinde büyük fayda getireceğini de hatırlatmaktadır. Nitekim Türkiye'nin Çin ile bağlarını geliştirme arzusu Temmuz ayı başlarında Pekin’e yaptığı ziyaretin arifesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı iki ülke arasındaki iş birliğinin küresel istikrarı artıracağını ilan etmeye yöneltti.

Ankara Çin’i ilgilendiren bölgesel enerji ve hammadde taşıma hatlarında rol sahibi olmak istediği gibi, Çin ile bölge devletleri arasında özellikle Çin, Rusya ve Hindistan ile yapılan stratejik ittifaklarda da yer almak istiyor.

Ancak Çin’in de Türkiye kadar önemli kozlar oynama imkânına sahip olduğu gözden kaçırılmaması gereken bir gerçekliktir. Çin’in ilk ve en önemli kartı iki ülke arasındaki ticaret dengesinin büyük oranda kendi lehine olması ve Ankara'nın bu durumu değiştirmek için uzun çaba harcaması gerektiği gerçeği.

Pekin’in ikinci büyük avantajı ise Türkiye'nin son yıllarda başlattığı yatırım projelerinde hem finansman hem de gerçekleştirmede Çin’in aktif rol alması.

Bir başka konu Uygur sorunu dosyası ve ikili ilişkiler üzerindeki olumsuz etkisi. Bu konu 1949'dan bu yana her iki ülkenin gündeminde. Dosya her zaman Ankara ile Pekin arasında bir ihtilaf konusu teşkil etmiştir. Ancak birçok ilişki ve bölgesel krizden dolayı her iki taraf da daha pragmatik  bir yaklaşımla olaya bakmayı başarmıştır. Bu nedenle her iki tarafta Uygur Türklerinin haklarının savunulması Türk-Çin ilişkilerine halel getirmeden benimsenmesi gerektiğini söyleyen sesler duymaya başladık.

Türkiye – Çin ilişkilerini etkileyen bir başka konu ise Türkiye’nin Batıdan uzaklaşma söylemleri ve doğuya doğru yakınlaşmasıdır. Rusya’nın, Türkiye’nin güneyinde inşa etmekte olduğu “Akkuyu” nükleer santrali ve Çin’in Trakya’da stratejik pazar, para ve enerji hamlesi ve en önemlisi yıllık 15.5 milyar metreküp gaz akışına katkıda bulunan ve Türkiye’ye önemli bir rol biçen Avrasya bölgesinde yer alan ve rakipsiz Rus-Çin ortaklığıyla üçlü kontrol merkezi olacak bir enerji platformunun inşasına yol açan projenin yükselmesi.

 Unutulmaması gereken bir diğer husus ise, Türkiye ve Çin iki yıl önce Antalya'da düzenlenen G20 zirvesinde tarihi İpek yolunun Türkiye üzerinden bölgesel transit yola dönüşmesi ve imzalanan bir mutabakat zaptıyla bu projeyi devreye sokma kararının alınmış olmasıdır.

Fakat Türk-Çin ilişkilerinin gidişatını ve geleceğini tartışırken, daha geniş bir yaklaşımla Türkiye, Rusya ve Çin’in ortak bir biçimde hareket etmelerinden bahsetmek gerekir. Ankara’nın bu 2 önemli aktörün arasında manevra yapması ve her ikisini de idare etmesi kolay olmayacağı gibi pek çok risk de taşımaktadır.

Nitekim Ankara, Çin ile ortak yatırım fırsatları ararken Pekin’e ABD’nin ekonomik hegemonyasıyla mücadele taahhüdünü veremeyeceği gibi, ABD’nin on yıllardır en iyi ticaret ortağı olduğunu gizlemesi de imkânsızdır.

Hatırlatmak gerekirse, Ankara ve Pekin’in hedefi iki ülke arasındaki ticaret seviyesini 2015’te 50 milyar dolara, 2020’de 100 milyar dolara çıkarmaktı; ancak, söz konusu rakamları ulaşılamadığı gibi iki ülke arasında ticaret rakamlarındaki düşüş önceki yıllara göre ortadadır.

Bugün hem Türkiye hem de Çin’in kabul etmesi gereken husus ikili ilişkilerinin sadece her iki tarafın istek ve arzularıyla belirlenemeyeceği, birçok etkili bölgesel ve uluslararası aktörün müdahalesi ve çıkarı doğrultusunda ilerleyeceğidir. Her iki ülkenin Rusya, Hindistan ve İran’la olan  ilişkileri gibi.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken ABD yönetimi araya girip  Ankara’nın, Washington’un  çıkarlarını bir çok yerde tehdit ettiğini iddia edip, Türkiye’ye bedel ödetme ihtimali olduğu  gözlerden uzak tutulmamalıdır  .

O kadar ki, bazı rivayetler ABD Başkanı Trump’ın, Türkiye’nin Dünya Basketbol Şampiyonası’nda iki ülke arasındaki zor karşılaşma sonrası Türk mevkidaşı Erdoğan’ı arayabileceği, ve Türk takımının ortaya koyduğu performans ve istekle dünyanın en büyük takımını yenmeye çalışmasının hesabını sorma arzusunun gerçekleşme ihtimali yönünde.