Vakıf Katılım web

AMERİKAN KABUSU II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
ABD tarihin de cilvesiyle Süper Güç oldu…

Cuma günkü yazımda köksüz bir toplum olan Amerikan toplumunun kapitalizmi dünyanın diğer ülkelerinde görülmeyecek kadar acımasızlıkla uyguladığından bahsetmiştim. Bu toplumda acımasız rekabet her türlü toplumsal düzeyde temel belirleyicidir. Buradaki an fikir şudur: “Zayıflar tasfiye olursa toplum güçlülerden oluşur.” Bu aslında sosyal Darwinizmdir,  yani “toplumların daha kuvvetli ve zengin olması için zayıfların, başarısızların tasfiyesinin gerekli olduğu” düşüncesi. Bu bağlamda Amerikan toplumu ile Hitler’in oluşturmaya çalıştığı “Deutsches Volk / Alman Halkı” arasında aslında derece farkı vardır. Hitler Almanya’sında “zayıflar ve kanı bozuklar” Gestapo marifetiyle ortadan kaldırılırken, Amerikan toplumunda bunu “öldürücü rekabet” kendiliğinden yapar. Böyle bir toplumun oluşması için olmazsa olmaz şart olarak “özel mülkiyetin her hakkın üstünde bir kutsallığının olduğuna” inanç gerekir. Şöyle ki, örneğin Türkiye’de bahçeli evlerin kapısında “Dikkat Köpek Var!” yazarken, ABD’de doğrudan “Armed Response / Silahla Mukabele Edilir!” yazar. Yani kazayla birinin bahçesine girecek olursanız adam sizi vurup öldürebilir, bu onun hakkıdır. Yani mülkiyet hakkı o kadar kutsaldır ki, onu korumak için başka insanların yaşama hakkını elinden alabilirsiniz. Dahası bu toplumda, adaletin insanların kendileri tarafından sağlanabileceği kanaati de hâsıl olmuştur. Yani insanlar kendilerini devletin yerine koyarlar. Bu rekabeti, bireyciliği ve özel mülkiyeti kutsayan yapıda bir de, hiç tartışmasız, ırk ayrımcılığı vardır. Bu ayrımcılık başlangıçta Kızılderililer (Amerika’nın gerçek sahipleri) ve Siyahilere uygulanmıştı. Daha sonraysa (daha hafif şekliyle) Latin Amerikalı ve Çinliler ırk ayrımcılığından nasibini alacaktı. Kendisi ipten kazıktan kaçma göçmenlerden oluşan bir toplumda, daha sonra gelen göçmenlere ayrımcılık uygulanması şaşırtıcı gelebilir, ama değildir. Tarihin her anında yeni bir topluma iltica eden insanlar “en sert yabancı düşmanları” ve “kraldan fazla kralcı” olmuştur: Bizdeki devşirmeler ve İspanyol “conversoları - dönmeleri” gibi… Eğer bir toplumu bir arada tutan tek şey para hırsı ise ki ABD toplumunda öyledir, o halde o toplumun zenginleri de aynı zamanda güç ilişkilerini belirleyen sınıf olur. Pekiyi böyle bir toplum, dünyanın her tarafına kendi medeniyetsizliğini nasıl ihraç edebildi? Her şey Soğuk Savaşla başladı…

SOĞUK SAVAŞ: AMERİKAN RÜYASI DÜNYANIN KÂBUSU OLDU

ABD tarihin de cilvesiyle Süper Güç oldu… İkinci Dünya Savaşı sonrası o zamanki medeniyetin merkezi Avrupa harap olmuş. Şehirler yıkılmış. İnsanlar ailelerinden kopmuş, binlerce çocuk ailesiz kalmış. Savaşı Hitler Almanya’sını yenen iki büyük güç kazanmış. Bir tarafta rahmetli Cumhurbaşkanımız Demirel’in deyimiyle “hür dünyanın” temsilcisi ABD… Karşıda da Stalin Rusya’sı, yani kızıl komünistler… Bu iki güç dünyayı paylaştılar.

“Hür dünya ittifakı” denen NATO bloku komünist olmayan ülkeleri bir askeri ittifakla ABD’ye bağlama girişimiydi. Karşı tarafta ise zorla komünistleştirilmiş ülkelerden oluşan Demir Perde veya Varşova Paktı bulunmaktaydı. Başta da dediğim gibi Amerikan toplumu için en büyük kutsal “özel mülkiyet hakkı” ve “her müdahaleden uzak serbest rekabete dayalı piyasa ekonomisiydi”. Bu yüzden karşı taraf ABD’nin egemenliğini sadece silahla değil ama aynı zamanda “fikirle de” tehdit etmekteydi. Bu yüzden “hür dünya ittifakı” Bretton Woods sistemi ile ABD’ye göbekten bağlandı. Ülkelerin para sistemleri Amerikan Doları’na bağlandı… IMF ve Dünya Bankası (öyle amaçlanmamasına rağmen) ABD’nin güdümünde birer komisyona dönüştü. NATO ittifakı ise milli devlet ve milli orduları Amerikan jeopolitiğine göre yeniden tasarlayan, yeniden kuran birer yapıya dönüştürdü. Ancak görünüşte demokrasi vardı. Yani “hür dünya ittifakının” ülkelerinde vatandaş iktidarı seçiyordu ama bu iktidarlar ABD tarafından çizilen çerçevede iş görmek zorundaydılar. Eğer bu çerçeveden çıkılarsa ilk önce para gücü kullanılarak ekonomik krizle cezalandırılmakta, bu da kâfi gelmezse, artık “NATO Başçavuşu” seviyesine indirilmiş generallere darbe yaptırılmaktaydı. Bütün Latin Amerika, İslam ülkeleri ve Türkiye’de durum basitçe buydu. Yani, ABD silah ve para gücüyle dünyanın yarısına boyun eğdirmişti.

1900-1950 arasında kendi geniş iç pazarına yönelik üretim yapan, dünyanın geri kalanına pek karışmayan, temelde orta boy sanayi işletmelerine dayalı bir ekonomi, 1950 sonrasında süratle dünya finans sistemini ve enerji kaynaklarını kontrol eden bir süper güce dönüştü. Tabii ki, pasta büyüyünce zenginlerden arta kalan kemikler de fakirlerce paylaşılmıştı. Dünyanın parasını basma gücü ABD ekonomisinin dünyanın geri kalan kısmına nispetle zenginleşmesini sağladı. Soğuk Savaş’ın etkisiyle silah sanayiine aktarılan fonlar ve yatırımlar, hem uzay sanayiinin hem de dijital teknolojinin gelişmesine yol açtı. Finans ve enerji üzerindeki hegemonyaya bir de teknoloji hegemonyası eklenmişti. Özetle 1950 sonrası kurulan düzen ABD’nin her an daha zenginleştiği bir düzendi. Müttefikleri ise bunun maliyetini krizler, darbeler ve iç savaşla ödediler.

SOĞUK SAVAŞIN BİTİŞİNDEN KÜRESEL KRİZE: KÜRESELLEŞMENİN ÖNGÖRÜLEMEYEN ETKİSİ

1990 yılında, hiç beklenmeyen bir şekilde, Sovyet İmparatorluğu çökmüş ve kendini lağvetmiş, Demir Perde dağılmıştı. Bu ortamda ABD kendini hızla tek süper güç ilan etti. Hedefleri Amerikan ideolojisini ve NATO şemsiyesini bütün dünyaya yaymak ve bir ABD İmparatorluğu kurmak idi. Bunun adına “Yeni Dünya Düzeni” adı verdiler. (Ne gariptir ki, Hitler Almanya’sı da kendini “die Neue Ordnung – Yeni Düzen” olarak tanımlardı, DMD.) Böyle bir dünya düzeni, ilk hesapta Amerika’nın bütün dünyaya egemen olacağı bir yapı olarak planlanmıştı. Ancak tahmin edilemeyecek veya kısa sürede gözlemlenmeyecek bir olgu da, Soğuk Savaşın sona ermesiyle birlikte diğer ülkelerin artık daha bağımsız politika eğilimine girmeleri ihtimaliydi. Bu yüzden Amerikan İmparatorluğu’nun önündeki en büyük engel milli devletlerdi. Milli devletlerin zayıflatılması ve tasfiye edilmesi gerekiyordu.

Pekiyi, milli devletlerin zayıflatılması nasıl gerçekleştirilecekti? Gelişmekte olan ülkelerde ve geçiş ekonomilerinde (eski komünist ülkeler) bir dizi politika uygulaması bu ülkelere dayatıldı: Özelleştirme, dış mali ve dış ticari liberalleşme, azınlıklara kolektif hakların verilmesini de içeren idari reformlar, merkezi devletin gücünün zayıflatılması ve yerel yönetimlerin öne çıkarılması, milli orduların küçültülüp profesyonel orduların kurulması, siyasi iktidardan bağımsız ama küresel kartellerin güdümünde bağımsız kurumların kurulması ve benzeri… Bu politikaların ana amacı büyük uluslararası şirketlerin ve küresel finans kurumlarının (hepsi de Amerikan sermayesi ağırlıklıdır, yani uluslararası ve küresel gibi sıfatlar kâğıt üzerinde kalır, DMD) kontrol ettiği bir büyük küresel ekonomik sistemin kurulmasıydı. Bunun yanında her çeşit ayrılıkçı ve bölücü görüşler (örneğin bizde devlet düşmanı selefi İslamcılık, mezhepsel ve etnik alt kimlik mensuplarının çoğunluğu oluşturduğu ayrılıkçı örgütler, uyuşturucu kaçakçısı PKK ve Amerikan ajanı FETÖ gibilerinin temsil ettiği görüşler benzerleri) bu ülkelerde Sivil Toplum Kuruluşları tarafından desteklendi.

Bu süreçte milli devletler zora girmişti, ama yıkılmadılar. Ülkelerin hemen hemen tamamı daha büyük entegrasyon alanları etrafında birleştiler. Öte yandan küreselleşme dezavantajları kadar avantajları da olan bir süreçti.  Teknolojik açıkların ve sermaye birikimindeki yetersizliğin küreselleşmenin sunduğu imkânlarla kapatılması mümkün hale gelmişti. Yani bu imkânları iyi değerlendiren ülkeler hızla büyümeye ve birer bölgesel güç olarak sivrilmeye başladı. Öte yandan dünya hâkimiyeti güzel bir hülya olmakla birlikte, ABD için ciddi maliyetler içeren bir olguydu. Bu süreçte ABD’nin dünyada asayişi sağlaması ve ekonomik krizleri kontrol etmesi gerekirdi. Ama ne mümkün? ABD asayişi sağlayamadığı gibi dünyanın bir numaralı güvenlik sorunu haline geldi? İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana girdiği ülkeleri tarumar eden ama hiçbir zafer kazanamayan bir süper güç... Ekonomik krizlerin bir numaralı sebebi haline gelmiş bir süper güç… Bu süper güç bir dünya imparatorluğuna dönüşebilir miydi? El cevap: Hayır. Üstelik bu gücün iktidarının temeli olana finansal hâkimiyeti ve enerji hatları üzerindeki kontrolü de elden gitmekteydi… ABD kendi parası Doları bile kontrol edemez hale gelmişti. Bütün bu süreç sonunda 2008 Krizi patladı…

Cumaya devam edeceğiz…