'ÂLEMİN ANAHTARI'

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
İnsan olarak dünyaya gelmek bizim elimizde değil.

Gazali, “âlemin anahtarı” olarak tarif ettiği insanı, iki temel gruba ayırıyor. İnsan olarak dünyaya gelenler ve insan olmanın gereklerini yerine getirenler. Kuşkusuz hepimiz birinci grupta yer alıyoruz. Ancak ikinci grupta yer almak için dünyaya gelmek yetmiyor. İnsan olmanın gereklerinin giderek yerine getirilememesi günümüz dünyasının en tehlikeli gerçeklerinden biridir.

İnsan olarak dünyaya gelmek bizim elimizde değil. Ama insan olmanın gereklerini yerine getirerek kendini bilen olgun bir insan olmak yani bize verilen insanlık sıfatına sahip çıkmak elimizde. İnsan olmanın gereklerini yerine getirme vasfımızın ortaya çıkmasında genetik yatkınlığımız yetmiyor, inanç sistemi gibi aracılara ve aktif bir çabaya da ihtiyaç vardır. İşte modern dünyanın temel çıkmazlarından biri, insan olmanın gerektirdiği araçlardan uzaklaşmamız ve bu yöndeki çabamızın zayıflamasıdır.

Aslında insanlık için bir değerler sistemi geliştirmeyi amaçlayan medeniyet anlayışı, insanı giderek biyolojik maddi varlık alanına hapsetmiş ve maddi tatmini alabildiğine şahlandırmıştır. Ancak insan olmanın gerektirdiği mana dünyası ve ruhsal tatmin düzeyinden uzaklaştırmıştır. Böylece kâinatla ilişkisi zayıflayan insan, kendisini bilmekten, bir bütün olarak algılamaktan ve zihnindeki resmi tamamlamaktan uzaklaşmıştır.

DİNİN AMACI NEDİR?

İnsan; içgüdüsel istek ve ihtiyaçlarıyla herhangi bir canlıya, biyolojik bir varlık olarak âlemin maddi yönüne, harikulade bir iç işleyiş düzeniyle kâinattaki sisteme, ruh ve duygu alanındaki ihtiyaçlarıyla âlemin görünmez ulvi gerçeklerine benzer.

İnsanın, içinde yer aldığı varlık sisteminin farkında olması, büyük âlemin manzarasında küçük bir âlem olarak kendini konumlandırması için maddi bilimlere ihtiyaç vardır. Kendimizi ve dünyayı algılamamız ve anlamamız için fizik, kimya, biyoloji başta olmak üzere bütün pozitif bilimlerden yararlanırız. Ancak bu yetmez. Kendimizi bilmemiz ve kâinattaki yerimizle uyumlu olabilmemiz için mananın bilgisine de ihtiyacımız vardır. Çünkü ruhumuzun beslenmesi için ait olduğumuz yeri bilmeye, bu yerle irtibatımızı sürdürmeye ve inanmaya ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç yeterince giderilmediği için günümüz insanı, ruhsal tatminden hızla uzaklaşmaktadır.

İnsanın inanma ihtiyacının sonucu olan dinin amacı; salt maddi varlıktan ibaret olmayan aynı zamanda manevi bir varlık olan insanın, ne olduğu, nereye ait olduğu sorularına cevap vererek onu esas kaynağıyla buluşturmaktır. Olgun insan yolculuğu, kendini bilmeyi, kendini bilmek de kendini var eden kaynağı bilmeyi ve bu kaynakla bağını güçlü tutmayı gerektirir. Bunun içindir ki bütün inanç sistemlerinin özünde bireyin kendisini bilmesinin kolay bir yolculuk olmadığı vurgulanmıştır. Tasavvufta Allah’ı bilme çabası (Mârifetullah), iç içe geçmiş bir sanat olarak tanımlanmıştır. Bir anlamda insanın kendisini bilmesi için kendisini var eden ana kaynağı bilmesi, bu ana kaynağı bilmesi için de kendini bilmesi gerekir.

Psikolojik bilimi de insanın bağlanma ihtiyacının çok güçlü olduğunu ve bu ihtiyacın yetersiz karşılanması durumunda düşünce – tutum - davranış zincirinin mantık alanına doğru genişlediğini, değer ve mana alanının daraldığını ortaya koymuştur. Diğer bir ifadeyle insan; kendisini var eden ana kaynakla buluşamadığı, onunla bağını sürdüremediği oranda kendisinden de uzaklaşır. Zira varlığına inandığımız ama görüp dokunamadığımız yüce kaynağa bağlılık, etik odaklı evrensel ahlakı güçlü tutmamız ve kendimizi denetlememizde en önemli kalkandır. Bu ana kaynaktan uzaklaşmak ise çeşitli baskı güçlerine bağlılığı ve çıkarlara göre değişen bir ahlakı getirmektedir.

 BAĞLANMA İHTİYACI

Bağlanma ihtiyacımız, geçici heveslerin dışında kalıcı gerçeklerle karşılanmadığında maddileşiriz, gönlümüzde diğerlerine yer vermeyecek şekilde ötekileşiriz, iç huzurumuz bozulur, yabancılaşırız, egomuz tavan yapar, narsisizme doğru yol alırız, bütün varlıklarımıza rağmen gerçekten tatmin ve mutlu olamayız.

Bugün asıl soru şudur: Din ve inanç sistemleri, insan düzeyindeki bu yıkımı onarmanın neresindedir? İnsanın ait olduğu asıl kaynakla buluşmasında aracı olması ve rehberlik yapması gereken dinin, bu sorunun aşılmasındaki rolü nedir?

Yeryüzündeki insan manzarası, inanç sistemlerinin insan olmanın gereklerini yerine getirmede giderek zayıfladığını haykırıyor. Daha da acı olanı, dinin yer yer bir amaç haline dönüştürülmesi ve insanları ötekileştirmek için kullanılmasıdır. Yeryüzünde din; ister araç ve yol (religious) vasfıyla isterse gelenek (tradition) vasfıyla olsun toplumları şekillendirmeye çalışan sosyolojinin, ideolojinin ve politikanın aracına dönüşüyor. Marx’ın bu şekilde kullanılan dini, toplumların afyonu olarak nitelemesi de bundandır. Din, özellikle politikanın söylem aracına dönüştüğünde dünya ahalisi dinden uzaklaşıyor. Oysaki din, bireyin inandığı en yüce güçle doğrudan bağını sağlayan yegâne araçtır. Bu aracın kullanılmasında kutsal kitaplar ve peygamberler rehberlik eder.

İnsanın diğer maddi ihtiyaçlarının gerçek mecrasından çıkarılması ve yönlendirilmesi gibi inanma ihtiyacı da gerçek amacından uzaklaşıyor. Bunun içindir ki kutsal kitaplarda insanın yüce bir gücün parçası olduğu ve onunla irtibatını sürdürmesi için sürekli olarak “araştırması, öğrenmesi ve bilmesi” gerektiği ısrarla vurgulanmıştır. Zira üzerimize takılmış ilahi bir çip misali O, her an bizimledir de âlemin anahtarı olarak biz kiminleyiz acaba?

İnsan olmanın gereklerini yerine getirme mücadelesi verdiğimiz nice bayramlar dilerim.