ABD'NİN YENİ HİNT-PASİFİK STRATEJİSİ

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
11 Şubat'ta ABD uzun süredir beklenen Hint-Pasifik stratejisini yayınladı. Hemen söyleyelim, strateji pek çokları için beklentiyi karşılayamadı.

11 Şubat’ta ABD uzun süredir beklenen Hint-Pasifik stratejisini yayınladı. Hemen söyleyelim, strateji pek çokları için beklentiyi karşılayamadı. Biden Yönetiminin yayınladığı belgelere sinen renksiz-kokusuz, heyecan yaratmayan, zaten bunlar biliniyordu yeni ne var ki sorularına neden olan duruş, yuvarlak ifadeler, hoş ama altının nasıl dolacağı belli olmayan sözler bu belgenin de genel kimliğini oluşturuyor.

Zamanın ruhunu yakalayamamış

Bu yönelimin bir nedeni Biden Yönetiminin hala Demokrat Parti ideolojisinin bayraktarlığını yapmak istemesi. Saha, üç cümleden birinde demokrasi, insan hakları, ittifak ilişkilerinin kutsanması için çok uygun mu bu zaten bir tartışma konusu, zira bu cümleler artık “tarihin sonunun geldiği düşünülen” ABD’nin “güç pozisyonundan konuştuğu” 1990’ların dünyasında kurulmuyor. Dahası bu strateji rakiplerin kapasitesinin henüz yeterince netleşmediği 2010’ların Obama dünyasında da kurulmuyor. Bu stratejinin özelinde yapılmasa da Rusya ve Çin, Batı tarafından, bugün yaşanan Ukrayna ve muhtemel Tayvan krizinde “saldırgan aktör” ilan edilmek üzereler. Ve herkesin bildiği üzere Moskova ve Pekin, birdenbire bu noktaya gelmedi. Zelensky’nin Münich Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada Budapeşte Memorandumu’nda Ukrayna’ya verilen sözleri hatırlatması boşuna değil. Özelde ABD, genel de Batı, bugün şikayetçi oldukları uluslararası ortamı caydırmak için yeterli çabayı göstermedikleri gibi, bu ortamı kışkırtacak derecede rakiplerini küçümseyerek yola çıktılar. Dolayısıyla ABD’nin inandırıcılığı, savunduğu ideolojik değerlerin gücü ve güvenilirliği ile ilgili bir sorunu var. Bu sorunu aşmak için Washington’un stratejik pozisyonunu netleştirmesi gerekiyor ki Washington bunu yeni Hint Pasifik stratejisinde tam anlamıyla başaramıyor.

İki cepheli mücadele

Beyaz Saray da durumun farkında olmalı ki, açıklanan dokümanın bir “Çin Stratejisi” olmadığını, tüm Asya ile ilgili bölgesel bir strateji olduğunu tekrar tekrar vurgulamışlar. Bu bölgesel vurgu belgeyi beklentilerin ötesine geçerek, tek başına bir stratejik doküman olarak ele almamız için yeterli değil. Sebebi de çok açık; bugün Washington’ın önünde 100 puanlık tek bir soru var, o da aynı anda ABD’nin hem Rusya hem de Çin ile nasıl baş edebileceği sorusu. Geçtiğimiz günlerde Foreign Policy ‘de bir yazı kaleme alan Matthew Kroening, ABD’nin aynı anda Moskova ve Pekin’i caydıracak ve gerekirse mağlup edecek iki cepheli bir çatışmaya hazır olması gerektiğini söyledi. Hint-Pasifik’in cephelerden biri olduğu ortada ama yorumculara göre Washington, son Stratejik belgede akıllardaki 100 puanlık sorunun cevabını vermedi yani iki cepheli mücadelede Çin ayağı ile nasıl baş edileceğini netleştirmedi. Ayrıca belge kritik iki konu olan silahlanma yarışının nasıl götürüleceği ve de-eskalasyonun nasıl sağlanacağı meselelerine de değinmiyor.

Strateji ne diyor?

Strateji bir Biden belgesinden çok Obama belgesini hatırlatabilir, 2022 ruhundan ziyade 2010 ruhuna sahip olabilir ama hiçbir şey söylemiyor da değil. Öncelikle ABD’nin bir Hint-Pasifik aktörü olduğunu ifade ediyor. Sonrasında bölgeye bütüncül bir yaklaşımla bakacağını söylüyor Washington’un. Kuzeydoğu Asya, Güneydoğu Asya, Güney Asya ve Okyanusya’nın her birinin artık ABD’nin ilgi alanı olduğuna değiniliyor. Bu alt bölgelerin tümünü ilgilendiren beş amaç ve dört meydan okuma zikrediyor belge. Amaçlar: özgür ve serbest bir Hint Pasifik bölgesinin ortaya çıkması, bölge içinde ve bölge ötesinde (ABD’ye yakın aktörler arasında) stratejik bağların kurulması, bölgenin ekonomik kalkınmasının devamı, bölgenin güvenliğinin güçlenmesi, 21.yy’ın tehditlerine karşı bölgesel bir direncin inşası. Meydan okuyanlar ve meydan okumalar: Çin, iklim değişikliği, Kovid-19 ve Kuzey Kore’nin nükleer silahları ve balistik füze programı. Bu listeye belgenin orasında burasında bazı riskler de eklenmiş: bilginin manipülasyonu, mali yozlaşma, Doğu ve Güney Çin Deniz’indeki gelişmeler, deniz ve kara sınırlarının değişmesiyle ilgili çabalar, siber uzay güvenliği vb. Belgede, eski müttefiklik ilişkilerinin (Avusturalya, Japonya, Güney Kore, Filipinler ve Tayland) güçlendirilmesinden, eski- yeni partnerlerin (Hindistan, Endonezya, Malezya, Yeni Zelanda, Moğolistan, Singapur, Tayvan ve Vietnam) öneminden ve bu partner ve müttefiklerin QUAD, AUKUS, ABD-Japonya-Güney Kore Üçlüsü gibi platformlarla ABD’yle daha koordineli hale getirilmesinden ve Hindistan’ın yükselişinin desteklenmesinden bahsediliyor. Buraya kadar yeni bir şey söylemiyor belge. Zaten Oğul Bush’tan itibaren tüm ABD başkanlarının (Trump dahil) Asya/Hint-Pasifik politikalarına bir saygı duruşu ile başlandığından, elimizdeki Strateji belgesinde yenilikten ziyade, ABD hep burada duracak vurgusu önem kazanıyor.

Belgedeki yenilikler

Bu devamlılık vurgusuna rağmen belge üç yeni ve nispeten önemli şey söylüyor:

1)- ABD’nin ASEAN’ın bölgesel istikrar açısından merkezi önemini tanıdığını vurguluyor. Bu, ABD’nin AUKUS gibi silahlanma yarışını tetikleyen yeni örnek platformlarıyla kırdığı kalpleri, zora soktuğu ASEAN düzenini tamir çabası olarak okunabilir. Ayrıca ARF/ASEAN Bölgesel Forumu’na yapılan vurgu gözden kaçmıyor. Bu forum belgede değinilmeyen de-eskalasyon için temel platform olarak düşünülebilir. Ancak ASEAN, ABD’nin at koşturduğu bir yapı ya da ABD’yle uyum sağlamak için ortaya çıkmış bir mimari değil. Dolayısıyla Washington’un ASEAN vurgusunun anlamının netleşmesi için Endonezya, Malezya, Tayland gibi ülkelerin ABD-Çin rekabetine bakışlarının nasıl olacağını öncelikle anlamamız gerekiyor.

2)- ABD, belgenin çeşitli yerlerinde Hint-Pasifik’te AB ve NATO ile beraber hareket etmek istediğini ve amaçlarından birinin Avrupalı müttefikleriyle Asyalı müttefiklerini birbirine bağlamak olduğunu söylüyor. Bu bir yandan AB stratejik otonomi tartışmalarına bir selam olarak da görülebilir. AUKUS sonrası ilişki tamiri olarak da okunabilir. Ama ABD’nin Avrupalıları Washington ile koordineli güvenlik harcamalarına yöneltmekte çıkarı olduğu da unutulmamalı.

3)- Belgede en çok geçen güvenlik stratejisi, caydırıcılık. ABD, Kuzey Kore karşısında, Güney Kore ve Japonya’ya verdiği yaygınlaştırılmış caydırıcılığı teyit ediyor. Ulusal caydırıcılığını müttefikleriyle esnek bir işbirliği modeli geliştirebilecek derecede çok katmanlı tehditlere karşı hazır ve güçlü tutacağını vurguluyor. Ve yeni bir kavram ortaya atıyor. Entegre /Bütünleşik Caydırıcılık. Burada kastedilen müttefiklerin kendi caydırıcılıkları için para harcamasını sağlamak ama sahada ABD ile beraber hareket etmesini sağlayacak kritik kapasitelere, bilgiye ve insan kaynağına ulaşmasına izin vermek. AUKUS bu noktada çarpıcı bir örnekti. Bu örneğin cazibesini bölgede güçlenme heveslisi olup, ABD’ye de tam güvenmeyen aktörleri çekmek için kullanmayı, üstelik buna bölgesel bir ruh katıp eleştirilerden muaf olmayı düşünmüş Washington. Halklar arası iletişimi (örneğin Amerikan üniversitelerinin bölge halklarına açılması) de pastanın üzerindeki krema olarak belgeye yazmış. Temel sorun, tüm bu caydırıcılık kavramlarının rakiple ilgili ayağı. ABD’nin caydırıcılık derken, Çin’in sınırlandırılmasını kastedip kastetmediği belgeden anlaşılmıyor. Keza, eğer bütünleşik caydırıcılık üzerinden bu sınırlandırmanın olması umuluyorsa bunun için ABD’ye birlikte hareket edebilirliği sağlamak için belli bir süre gerektiği açık. Bu kritik zaman kaybını Washington’un nasıl değerlendireceği de belgede belirtilmemiş.

Kısaca belge muğlak, renksiz ve demode ama yine de yukarıdaki üç nokta üzerinden Washington’un stratejik düşüncesiyle ilgili ipucu veriyor. Gelecekte otonomi, bütünleşik caydırıcılık ve ABD’nin inandırıcılığı meselelerini daha çok tartışacağız.