28 YIL ÖNCEYDİ...

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Endonezya da deprem sonrası ortaya çıkan görüntüler içler acısı. Ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum.

Ölen yaklaşık 400 kişiden çoğu tsunami dolayısıyla hayatlarını kaybetmiş. En acı ölüm şekillerinden biri olsa gerek.  Evvelsi günkü depreme ait tsunami görüntüsünü seyrederken tüylerim diken diken oldu. Oldu, çünkü geçmişte benim de yaşadığım ve her aklıma geldiğinde hala ürperdiğim bir olayı hatırlattı bana.

İnsanın en çaresiz kaldığı anlardan biri, gücünün yetmediği, suyun içinde debelene debelene öldüğü, kaybolup gittiği en acı ölme türlerinden birisi belki de..

Benim yaşadığım ise sadece 'ucundan' diyebilecek bir olaydı. Lakin gene de günlerce aklımdan çıkmadı. Kendime gelemedim birkaç hafta. Tsunami vb. bazı filmlerde seyrettim. Belki sizlerde seyretmişsinizdir. Aslında tüm bunları seyrettikten sonra aklıma sadece geçmişte yaşadığım o tatsız olay gelmez, onun yanında Kuran-ı Kerimde bahsi geçen, işaret edilen bazı önemli olaylarda gelir... İleride yaşanacaklara dair. Sanki, bu tür yaşananlar, görünenler, gösterilenler kimi surelerin ayetlerinde işaret edilen olayların küçük bir fragmanı mahiyetinde gibi. O olaylardan da bahsedeceğim. Fakat öncelikle merak edenler için yaşadığım o tatsız olayı kısaca özetleyip geçtikten sonra...

Yaklaşık 28 yıl önceydi... Ailemizin oturduğu yer bir tepe başı. 4-5 akraba ev hanesinden oluşan bir yerleşim. Belki yerden en fazla 40-50 metre yükseltili... Tepenin hemen dibinden, yani bizim evlerin olduğu tepenin dibinden de bir çay akar. Düşünün ki evin odalarından, o 40-50 metre aşağıdan, uçurumun dibinden akan o suyun çağıltıları rahat rahat hane halkının kulağına gelir.  Suyun karşı yakasında da başka akrabalarımız otururdu. Ama oraya gitmek için, o çaydan geçme zorunluluğunuz var. O vakitler geçiş için köprü de yok. Ya da traktör ile geçip gidilir. Tabii su biraz yüksek olduğunda. Yağmurlar arttığında... Karşı yamaç dağlara kar düştüğünde. Suyun debisi de artar o hallerde. Bir de tarım için sulama işi de sonbaharda bittiği için, o çay coşar zaten...

İşte bir sonbahar akşamı vakti, karşı yamaçlarımızda gök gürlemesi, şimşek ışıklarının yankılandığı bir zaman diliminde 4 akraba (bizim hanelerden toplanıp) karşı yakadaki bir hasta akrabayı ziyarete gittik. Diz kapaklarımıza kadar pantolonumuzun paçalarını çemreyip bahsi geçen o çaydan da geçerek...

Neyse efendim, gittik oturduk. Çay-muhabbet sonrası kalkma vakti geldi, çattı. Saat 22.00 civarı tekrar dönüş yoluna koyulduk. Arkada diğer akrabalar konuşup gelirlerken, ben de onlardan 15-20 metre ileri de önden yürüyüp gidiyorum. Geldiğimiz aynı yoldan... O çaya doğru... Yağmur-yaş yok, sadece hava biraz serinlemiş... Ben önde olduğum için haliyle paçaları çemreyip suyu geçmeye herkesten önce başladım.  11-12 metre genişliğinde olduğunu düşünün bu çayın da... Belki daha ikinci-üçüncü metresindeyken kulağıma birtakım fısırtılar gelmeye başladı. Bildiğiniz köpük sesi...  Su köpüğü... Fakat biraz daha ilerleyip suyun ortasına geldiğimde birden suyun diz kapaklarımı aştığını ve resmen bembeyaz köpükler içinde kaldığımı fark ettim. Hava çok kararmış değildi. El fenerimizi dahi kullanmıyorduk. Suyun geliş yönüne doğru baktığımda, yaklaşık 20-30 metre geriden ve bembeyaz bir halde köpüklerin üstüme doğru, katmanlar halinde geldiğini gördüm. Bunun ne olduğunu anlamaya çalıştığım tam o esna da suyun hala kıyısında olan akrabalardan birinin sesi ortalığı çınlattı; "Sezai koşş, çabuk karşıya geç çabuk, sel geliyor selll!" diye.. Zaten o esnada karşıya geçmem için 4-5 metrelik bir mesafem kalmıştı. Suyun içinde can havliyle koşuşturmaya başladım. Birkaç saniye sonra tam kıyıya geldiğimde suyun belime kadar değdiğini hissettim. Ama akrabalar bağırıyor bir taraftan hala.... Kıyıya son bir-iki adımımı zar-zor, ayağım kayarak attım ama arkadan diz kapağı hizamda bir şeylerin kıl payı bacaklarımdan birine değdiğini, dengemi sarsarak geçip, gittiğini de hissettim. Kıyıya ulaştıktan sonra bile arkama bakmadan 3-5 metre daha ileri gittim. Sonra arkama dönüp baktım ki; bir kütürtü, fısırtı yine var ama çağıltı da var bu sefer. Yukarılardan sesler geliyor, suyun geliş yönünden. Bir de uğultu arttı. Ağaç kütükleri, dallar ve seçemediğim bazı nesneler suyun üstünde geçip gidiyor. O an feci bir şekilde ürperdim tabii... Belki de ölümün ürpertisiydi o... Birkaç dakika geçmeden o koskoca suyun yatağı dolacak şekilde ve sesli, debisi yüksek bir sel suyu resmen kendini gösterdi. Tahmini an az bir, bir buçuk metre yükseltisi olan, dere yatağını tümden dolduran, yayılarak, taşan giden bir sel!

Tabii karşı yakada kalan diğer akrabalarda kaçışmaya başlamışlar o esnada. Su, bir yandan da onların tarafına doğru debisi artarak ve genişleyerek yayılıyordu. Çünkü onların tarafı yükselti olarak, benim tarafımdan daha aşağıda kalmıştı. Haliyle o gece, onlar ziyarete gittiğimiz akrabaya, ben de tek başıma evime döndük... Eve gidene kadar ayaklarımın titrediğini hissettim. Yaşadığım, gördüğüm o manzara sonrası...

Hiç o kadar ürkmemiştim. Aslında aklımda almamıştı o vakitler, bu işin nasıl olup bittiğini... Bizim oralarda yağmur-yaş da yoktu o akşam. Biraz da bu kafamı karıştırmıştı. Cevabı sonradan bulmuştum. Biz akrabalara giderken karşı yamaçlarımızda gök gürültüsü ve şimşek sesleri vardı. Demek ki, o vakitler yağan yağmurlar birikip dağlardan aşağı inmiş, sel olmuş, önüne de ne bulmuşsa (kurumuş ağaç gövdeleri, kökleri, çalılar, dallar vb.) dağlardan aşağı hepsini katıp getirmişti. Allah muhafaza karşıya yetişemesem, o, koca koca kütükler arasında bende sele-suya karışıp gidecektim belki. O yüzden biliyorum ki; o tür debisi yüksek sulara karşı koymak imkansız. Yüzemezsiniz, size o fırsatı vermez. Onun için Allah kimseyi o hale düşürmesin. Ki, benim o çayda gördüğüm sel-su Endonezya da olan tsunami yanında hiçbir şey! Lafı bile olmaz. Ama o acıyı daha iyi hissetmemi sağlıyor belki bu yaşadığım olay.

Kuran-ı Kerimde işaret edildiğini düşündüğüm, benim aklıma da yaşadıklarım ve seyrettiğim tsunami görüntülerinden dolayı gelen ve en başta bahsettiğim olaya gelince... Daha doğrusu tüm bunların benim aklıma getirdiklerine... İnfitar Suresi var... Yalnızca ilk 3 ayetini sizlerle paylaşayım... Benim aklıma gelenin ne olduğunu eminim sizler de tahmin edersiniz... Vakti zamanı gelince yaşanacak bazı olaylara  dair belki de "küçük bir fragman"  diye öngördüğüm, yukarılarda bahse konu ettiğim olaylarla ilintili meselelere dair...   Sağlıcakla kalın...

1. Gök çatlayıp yarıldığı zaman,

2. Yıldızlar dökülüp saçıldığı zaman,

3. Denizler (kabarıp) fışkırtıldığı zaman, (...)