MUTLU MUSUNUZ?

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Hayatta en önemli hedeflerimizin başında mutlu ve huzurlu olmak yer alıyor.

                        Hayatta en önemli hedeflerimizin başında mutlu ve huzurlu olmak yer alıyor. İnsan; kendi iç dünyasında, ailesinde, iş yerinde, toplumda ve dünyada mutlu olmayı istiyor. İstiyor ama bir insanî krizin yaşandığı günümüzde bu o kadar kolay değil. Zira yeryüzü, insanî değerler bakımından tarihin hiçbir döneminde görülmemiş düzeyde karışık. İnsanı huzursuz eden ve günlük yaşamı tehdit eden gelişmeler, uyum sınırlarımızı zorluyor. 

Savaşlar, dağılan aileler, mülteciler, sanal medyanın ruh sağlığını bozan etkileri, doğal yaşam ve doğal beslenme imkânlarının azalması, ailedeki bozulmalar, insan insana iletişimin daralması, hızlı değişim ve dönüşüm… Tüm bunlar, belirli düzeyde olması gereken yaşam stresini, yıkıcı boyutlara ulaştırıyor. Böylece huzur üretmesi gereken hayatımız kendi elimizle stres ve endişe üreten bir mecraya dönüşüyor. 

Peki bu şartlarda iyi hissetmek, mutlu ve huzurlu olmak için ne yapalım?

    Konuyla ilgili bilimsel araştırmalarda mutlu hissetmemizde rol oynayan temel etkenler arasında; genetik yolla gelen temel kişilik özelliklerimiz, aile ve yakın çevrenin yetiştirme süreci ile kazandırdığı özellikler, toplumun bireye yüklediği temel kültür ve manevi değerler ve toplumun sosyo – ekonomik düzeyi öncelikle sayılmıştır. 

Mutlu hissetme sürecinin temelinde beden ve ruh dengesi yer aldığından mutluluğun gerçekte ne olduğunu anlamak ve bu anlamı içselleştirmekle işe başlayabiliriz: 

Eskiden “mut”, “ongunluk”, “kut”, “saadet”, “bahtiyarlık”, “mesut” gibi geniş bir dağarcıkta mutluluğu dile getirmişiz. Mutluluk; bireyin bedeninin ve ruhunun isteklerinin tatmini olmasından duyduğu iyi hissetme halidir. Diğer bir ifade ile bedenimizin maddi ihtiyaçları ile ruhumuzun duygusal, sosyal ve manevi ihtiyaçlarının karşılanması bizi mutlu ediyor. Bu ihtiyaçların çeşitli nedenlerle karşılanmaması, günlük yaşamdan keyif almamızı engelliyor.

Yeme, içme, barınma, korunma, çoğalma gibi bedenin içgüdüsel ihtiyaçlarının karşılanması gereklidir ama yeterli değildir. Çünkü insan, sosyal ve duygusal bir canlıdır. Bir yere ait olmamız, sevilmemiz ve kendimizi gerçekleştirmemiz gerekiyor. Böylece gerçek mutluluk, bedenin maddi isteklerinin tatminini aşan, duygu ve ruh düzeyindeki tatmindir. Dolayısıyla gerçek mutluluk olan ruhsal tatmin için öncelikle bedenimizin hizmetkârı olmayı sağlayan zevk odaklı mutluluğu aşmak ve ruhumuzun isteklerine kulak vermek zorundayız. Unutulmamalıdır ki bedenimizin arzularını kontrol etmek ve başkalarını mutlu etmeye yönelmek, beden–ruh dengemizi ve ruhsal tatmininizi sağlayacaktır. 

Her insandan sadece bir tane var yeryüzünde. Ama insanın sadece kendisi için var olmadığını bilmesi önemlidir. 

Ruhsal tatminimiz için geçmişten ve geleceği inşa düşüncesinden kopmadan anı fark etmek önemlidir. Nefes alıp yaşadığımızı düşünerek sahip olduklarımızın farkına varmalıyız. Harikulade bir işleyişin sonucu olan galaksiler sistemini, güneşi, ayı, biricik olan dünyamızı ve tüm bu sistemlerin en güzel varlığı olan insanı yani kendimizi fark etmeliyiz. Ailemizi, sevdiklerimizi, kültürümüzü, vatanımızı, bayrağımızı, inancımızı fark etmeliyiz. Bedenimizin, en gelişmiş fabrikaların ötesindeki işleyişini; ruhumuzun, renklerin tadına varan, toprağın kokusuna hasret derinliklerini fark etmeliyiz. Sahildeki küçücük taşın, dalını bırakan yaprağın, okyanusun dibindeki canlının ve her karanlığın ardındaki ışığın nedensiz olmadığını fark etmeliyiz… 

Evet, fark etmeliyiz ve şükretmeliyiz sahip olduklarımıza. İçinde yer aldığımız bu muazzam varlıklar âlemini, yeniden ve bir daha keşfetmenin yolcusu olmalıyız. Çıkabildiğimiz kadarıyla bedenimizden uzaklaşarak seyretmeliyiz âlemi. Ve göz kırpmalıyız ötelere ve ötelerin ötesine. İşte o zaman bu âlemde salt kendi zevkleri için didinen bir canlı olmaktan başkasını mutlu eden bir insana yükseliriz. İşte o zaman almanın zevkinden vermenin memnuniyetine doğru yol alırız. Böylece yolumuzun, yolculuğumuzun, menzilimizin, varlığımızın ve yokluğumuzun mimarına teslim olup bu sonsuzluk âleminde “hiç” olmayı öğrenebiliriz. Böylece maddi dünyanın sağladığı renkli, cazip ama geçici zevklerinin gölgesinden kurtulup ruhun engin sulardaki tatmin düzeyine ulaşabiliriz.