1999 yılında vizyona giren ve dünyada milyonlar tarafından izlenen Dövüş Kulübü filmi şimdiye kadar yapılmış en keskin tüketim kültürü eleştirisi olma unvanını hala koruyor. Film, 1996'da yazılmış bir romanın uyarlaması. Yazar, aykırı bir kişilik, Chuck Palahniuk. Palahniuk'i yeraltı edebiyatının prensi olarak niteleyenler de var.
1999 yılında vizyona giren ve dünyada milyonlar tarafından izlenen Dövüş Kulübü filmi şimdiye kadar yapılmış en keskin tüketim kültürü eleştirisi olma unvanını hala koruyor. Film, 1996’da yazılmış bir romanın uyarlaması. Yazar, aykırı bir kişilik, Chuck Palahniuk. Palahniuk’i yeraltı edebiyatının prensi olarak niteleyenler de var.
Tyler Durden, filmin kahramanın bir yolculukta tanıştığını düşündüğü kişi ama aslında şizofrenik bir halisünasyon. Dövüş Kulübünün kuralları ve Durden’in felsefesi filme damgasını vuruyor hatta bir dönem bazı bloglarda Durdenizm diye bir akım bile konuşuldu. Tyler Durden karakterinin beni en çok etkileyen repliği ise şudur: "Reklamlar bizi arabaların ve giysilerin peşine düşürdü; nefret ettiğimiz işlerde çalışıyoruz, ihtiyacımız olmayan şeyleri satın alabilmek için... Biz tarihin üvey evlatlarıyız. Ne amacımız var, ne yerimiz. Biz ne bir büyük savaş yaşıyoruz, ne de büyük buhran. Bizim savaşımız ruhsal bir savaş; bizim büyük buhranımız, kendi hayatlarımız.” Tüketim kültürünü ve sıkışmış insanı anlatan bundan daha iyi bir cümle bilmiyorum.
Modern dünyanın ve kapitalizmin verdiği tüketme ihtiyacı afyonu hepimizi sarhoş ediyor. İşin kötüsü çabuk bağımlılık yapıyor. Son zamanlarda tüketim alışkanlığı olarak yeni bir akım gelişti: Kapsül gardırop akımı. Temel ilke 10-15 adet standart kıyafet belirlemek ve sürekli onları giymek. Rivayet o ki dünyadaki ünlü siyasetçiler ve girişimciler bu akıma uyuyor.
Akımın Amerika’daki en önemli temsilcisi Başkan Barack Obama. Sürekli gri ve mavi renklerini ve standart bir modeli tercih eden Obama, “karar vermem gereken şeylerin sayısını düşürüyorum, çünkü daha önemli kararlar almak zorundayım” diyor. Evet dünyanın polisliğini yapmak zor bir iş. Genç yazar Alice Gregory de bir süredir bu akıma kendini teslim edenlerden. Sözleri ilginç, “Üniforma fikriyle seçebileceğimiz birkaç parça kıyafet özellikle açgözlü olmanızı engelliyor. Ayrıca insana kendini daha olgun hissettiriyor” Türkiye’de bu akıma uyduğu söylenen en ünlü isim ise Cem Yılmaz. Yıllardır aynı siyah tişört, aynı pantolon ve aynı ayakkabı ile sahnelerde.
Aklıma kötü rüyalar gördüğümü üzerimde bir ağırlık hissettiğimi söylediğimde bana tavsiyede bulunan yaşlı kadının sözleri geliyor “kullanmadığın kıyafetlerini ver, gardırobunu boşalt, yükünü azalt, ruhun rahatlar"
Satın alma öğrenilen bir davranış. Neyi, nasıl, hangi sıklıkta satın alacağımızı yaşarken öğreniyoruz. Öğretilerin niteliği ise bu soruların cevabını belirliyor. Kendinizi nasıl tanımladığınızla ilgili bir şey bu. Kısaca örnek vereyim. Okullarda öğrendiğimiz ekonomi tanımını hatırlayın. “Sınırsız olan insan ihtiyaçlarının sınırlı kaynaklarla optimum şekilde karşılanması.” Bakın bu tanımla ihtiyaçlarınızın sınırsız olduğuna, kaynakların sınırlı olduğuna iman etmiş oluyorsunuz, ihtiyaçları karşılama konusunda ise tek kutsalınız akıl. Oysa bizim inancımız duruma çok farklı bakıyor. İnsanın ihtiyaçlarının sınırlı, Allah’ın inayetinin sınırsız olduğunu söylüyor. Üstelik bu ihtiyaçları karşılarken bir ahlak sistemine bağlı olmamız gerektiğini vurguluyor.
Kendimizi hangi eksenden tanımladığımız dünya üzerindeki kaynakları ne kadar kullandığımızı belirliyor yani. Bu nedenle ihtiyacımız olmayan şeyleri almak için nefret ettiğimiz işlerde çalışıp, ruhumuzun açlığı ve nefsimizin sinir krizleri ile boğuşuyoruz. Ve genelde kaybediyoruz.