Türkiye de koronavirüsle mücadele ederken bir taraftan da aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarını yürütüyor.
Açıkçası hayatımda değişen çok bir şey olmadı. Hatta salgından sonra anladım ki yılın bir kısmını zaten karantinada geçiriyormuşum. Ne de olsa insanın sadece pandemi zamanlarında değil, arınması ve sorgulaması için belli dönemlerde izolasyona ihtiyacı olduğunu düşünenlerdenim. Siz “uzmanlar” nasıl diyor, hah bir çeşit detoks, tam ondan.
Bu dönemde benimle aynı fikirde olmayanlar evde durmayı dayanılmaz bir kronik sorun haline getirdiler. Öyle ya, belki de bu süreçte kendilerinin katlanılmaz bir varlık olduğunu daha iyi sorgulamış olabilirler. Yılın nerdeyse her günü evi otel gibi kullanıp sabahtan akşama kadar dışarıda gezenlerin “sokağa çıkma yasağı gelsin” canhıraşlarını da bu sebepten anlayamıyorum.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan öğrendiğimize göre Türkiye’de zaten yüzde 80 oranında hayat durmuş durumda. Bu çok yüksek bir rakam. Aslında çok insani bir duygu olan korku nedeniyle siyasi otoritenin son derece yerinde aldığı önlemlerin sertliğini de göremiyoruz, bugünden yarına bu salgının bitmesini umduğumuz için de hayatın tamamen durmasını istiyoruz.
Ama ne yazık ki aklı olanın zorunlu ihtiyaçlar dışında evden çıkmayacağı bir süreci yaşıyoruz. Bizim hayatımızı sürdürebilmemiz için çalışmak zorunda olan meslek gruplarını bir kenara ayırıyorum, onlar iyi ki var ve onların “nasıl evde kalalım” serzenişleri de bir o kadar haklı.
Fakat Türkiye’de hayat büyük oranda durmuşken, evde durma imkânı varken balığı tutma gibi bir eylemi gerçekleştirip çıkıp “sokağa çıkma yasağı gelsin, yaşlılar evinde kalsın” gibi söylemler bana pek samimi gelmiyor. İçlerinde tamamen insanların sağlığını düşünerek iyi niyetle söylemiş olanlar pek tabii ki vardır. Ancak Türkiye’de ekonomik faaliyetlerin durmasını arzu edip bu olumsuz durumu salgın geçtikten sonra siyasi fırsata çevirmek isteyen ve bunun için de “toplum sağlığını düşünüyormuş gibi yapan” cambazlar da yok mudur?
Türkiye’de şu ana kadar tıkır tıkır görevini yürüten bir Bilim Kurulu var. Cumhurbaşkanı Erdoğan da okulların tatil edilmesinin gerekliliğine kadar Bilim Kurulu’nun önerilerini dinliyor. Gelişmeler doğrultusunda yüzde 80 oranında hayatın durmasının yetmeyeceği düşünülürse zaten her türlü seçenek değerlendirilecektir.
VİRÜS MUTASYONU
İzlanda’dan koronavirüsün mutasyon geçirdiğine dair gelen haberler ilginç. deCODE Genetics’in Başkanı Kari Stefansson, bir hastaya yeni tip koronavirüsün (Kovid-19) iki suşunun (virüsün farklı genetik yapısına sahip alt türü) birden bulaştığını ifade ediyor. İkinci suş, Çin’in Vuhan şehrinde ortaya çıkan koronavirüsün ilk versiyonunun mutasyonu. Stefansson, bunun muhtemelen bilinen ilk vaka olma özelliğini taşıdığını da eklemiş.
Mutasyona uğramış suş daha agresif, çünkü söz konusu hastayla temas eden diğer kişilerde sadece bu suşa rastlanmış. Ayrıca İzlanda’da koronavirüsün 40 farklı çeşidi olduğu iddia edilirken John Hopkins Üniversitesi Uygulamalı Fizik Laboratuvarı'nda araştırma yürüten moleküler genetik uzmanları Peter Thielen ve Tom Mehoke, hastalardan elde edilen örneklerde yeni tip koronavirüsün (SARS-CoV-2) genetik yapılarını inceliyorlar. Bunlar daha sonra virüsün Çin’de çıkan ilk haliyle kıyaslanıyor.
Thielen, “Mutasyon hızına baktığımızda, elde ettiğimiz ilk veriler, Kovid-19'un mevsimsel grip gibi her sene yenilenmesi gereken değil, tek bir aşı gerektiren bir hastalık olduğuna işaret ediyor.” diyor.
Rusya Sağlık Bakanlığı Smorodintsev Grip Araştırmaları Enstitüsü Direktörü Dmitriy Lioznov ise konuyla ilgili olarak, “Mutasyon aktivitesi virüslerin karakteristiğidir, yani mutasyondan dolayı birbirlerinden farklı olabilirler. Veritabanında bu patojenlerden birkaç yüz tane vardır ve virüsün mutasyona uğradığı ve değiştiği görülüyor. Ancak her mutasyon tehlikeli değildir, virüslerin tamamen doğal bir özelliğidir. Fakat bu, özelliklerinin değişebileceği anlamına gelmiyor.” ifadelerini kullanmış.
Türkiye de koronavirüsle mücadele ederken bir taraftan da aşı ve ilaç geliştirme çalışmalarını yürütüyor. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanmadığı için bilmiyoruz ama vakalarda rastlanan virüsün yapısı da detaylı bir şekilde inceleniyordur.
DÜNYA MUTASYONU
Tarihçi Harari’nin Financial Times’da yazdığı yazıya bir göz atmanızı isterim. Harari, “İnsanlığın bir seçim yapması gerekiyor. Uyuşmazlığı mı seçeceğiz yoksa küresel dayanışma yolunu mu benimseyeceğiz? Uyuşmazlığı seçersek, bu sadece krizi uzatmakla kalmayacak, aynı zamanda gelecekte daha da kötü felaketlere yol açacaktır. Küresel dayanışmayı seçersek, bu sadece koronavirüsüne karşı değil, 21. yüzyılda insanlığa saldırabilecek tüm gelecek salgınlara ve krizlere karşı bir zafer olacaktır.” ifadelerini kullanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G-20 zirvesinde ifade ettiği cümleler de gösteriyor ki Türkiye bu süreci sadece sağlık konusunda değil siyasal anlamda da iyi okuyor:
“Küresel finansal krizi döneminde yaptığımız gibi bir an önce harekete geçmeli ve küresel güveni tesis etmek için ortak çaba sarf etmeliyiz. Merkez bankaları arasındaki swap anlaşmalarının G20'nin tüm üyelerini kapsayacak şekilde genişletilmesi gerekiyor. Şayet küresel ekonomide güveni artırmak istiyorsak bunu bir an önce hayata geçirmeliyiz. Eğer her türlü tek taraflı adımlarla yola devam edersek küresel ticaretin tamamını olumsuz etkileyecek yeni bir sürece girmemiz kaçınılmazdır.”
“Reks’in önünde…”
Yazdım yazdım, sildim. Sanırım yaşanmış ve bitmiş olsa da anılarımı hatırlatacak mekânların varlığını bir gün sürdürememesinden korkuyorum. Ömrüm boyunca hiç Reks Sineması’nın önünden geçmeyeceğimi bilsem de varlığını bilme fikrine alışmışım.
Haberi almışsınızdır, “Reks’in önünde…” diye başlayan cümleler, kararlaştırılan buluşma saatleri ve zaten İstanbul’da sınırlı sayıya düşmüş bazı ayrıcalıklar artık olmayacak. Reks Sineması da bunlardan biri.
İnsan olmanın en büyük ayrıcalıklarından biri ne yaşamış olursa olsun, sevinç ya da keder, o anıları her şeye rağmen tebessümle hatırlayabileceği hiç gitmese de, hatta önünden geçmese de o mekânların hala var olduğunu bilmesidir. Sanırım korkum, anılarımı Reks gibi günün birinde unutacak olmam.
İlk Müslüman kadın tiyatrocu Afife Jale’nin Apollon Tiyatrosu’nda boy gösterdiği yer Reks. Daha sonra Hale Sineması adını alan yer, 1962’den bu yana Reks Sineması olarak varlığını sürdürüyor. Eh asıl sorun, adı 2000 yılında çakma modernizasyonun getirmiş olduğu özentilikle “Rexx” olarak değiştirildiğinde başlamıştı ama varlığı yetiyordu.
Reks hiçbir zaman salt sinema olmadı, hatta salonlarında oynatılan filmlerden daha çok kapısının önünde biriyle buluşma saatini bekleyen hikâyeler her türlü bahse girerim o filmlerden çok daha etkilidir.
Umarım Reks o yalnız ve kimsenin haberi olmadığı hayatına devam eder. Çünkü bazen hayattaki en büyük ayrıcalık budur.