UTANMA KOMPARTIMANINDA YOLCULUK

Zamanımız az ve yapacağımız çok şey var. Kendimizden bahsediyorum.

Abone Ol

İnsanoğlundan. Yapacağımız şeyler o kadar fazla ki gece gündüz çalışıyoruz. Hele bir de geç kaldıysak. Evet millet olarak aşırı derecede geç kaldığımız yerler var. Yetişmeye çalışıyoruz ve kestirme yolları kullanıyoruz. Hızlı tren kazası, yüksek hızla gitmeye çalışırken yapılan hesaplama hatalarından sadece biri. Ölenlere Allah’tan rahmet diliyorum.

Ancak üzerimizde çok fazla baskı var. Cevaplamamız gereken telefonlar, e-postalar ve mesajlar var. Hepsini anlamamız, güzelce cevap vermemiz ve akıbetini takip etmemiz gerekiyor ki bir neticeye varalım. Ne kadarını yapabiliyoruz? Pek azını.

Peki böyle yapmasak, acele etmesek, her şeyi değil de sadece bazı şeyleri yapmaya çalışsak ve onun hakkını versek?

Geçinebilir miyiz diye soruyorsunuz. Şimdi geçinebiliyor muyuz peki?

İhtiyacımız olmayan şeylerin esaretinde sürdürdüğümüz ömür bize kazalardan başka ne getiriyor. İyilik yapalım derken kötülük, merhamet gösterelim derken kalp kırıklıkları bırakıyoruz etrafta.

İstemeden iyi olmayan işlerin bir parçası haline geliyoruz. Bazılarımızın işlerini iyi yapması bile işe yaramıyor. Çünkü topyekûn iyi olmak zorundayız.

Sadece bizim iyi olmamız değil hepimizin iyi olması gerekiyor. Yoksa raydan çıkıyoruz ve kaza sonucunda hatanın nerede olduğunu düşünüyoruz.

İyi sonuçlara kısa yollardan ulaşmaya çalışıyoruz. Bunun için dinlemek yerine sesimizi yükseltmeyi anlamak yerine görüşlerimizi dikte ettirmeye çalışıyoruz. Oysa ne büsbütün biz haklıyız ve evet ne de büsbütün karşımızdaki haksız. Haksız olan hepimiziz.

Ne güzel suçu anonimleştirip işin içinden sıyrıldın diye düşünmeyin. Herkesin suçtaki payını üstlenmesi gerekiyor. Geçen günlerde başka bir hız kazasına kurban olduk. İlahiyat profesörlerinden biri hakkında kadınlarla ilgili söylediği iddia edilen sözlerden ötürü linç girişimi yaşandı. Adamcağız işinden edildi. Söylemediği sözler bazı basın kuruluşları tarafından kendisine isnat edildi. Aslında kafalardaki önyargıların içini dolduran yalanlardı hepsi. Linç girişiminin ardından gerçek ortaya çıktı ve bir tiyatro sanatçısı kendini yanıltan medya kuruluşlarının ad vererek suçladı ve açıkça özür diledi.

Kendi payına düşen hatayı amasız kabul etmişti.

Siyasi görüşü ne olursa olsun bu davranış sempati uyandırdı insanlar arasında. Evet, istenirse utanabiliyormuş insanoğlu ve yakışıyormuş insana utanmak. Sadece telafi imkanına sahip olduğumuz şeyleri düzeltmeye kalksak dünya daha güzel bir yere dönüşecek.

Bu satırları yazarken Necip Fazıl’ın Reis Bey oyununun içinde hissettim kendimi. Belki final sahnelerinde. Acımasızlığın etrafı kuşattığı dostluğun mumla arandığı dünyada merhametle yıkayabiliriz gönüllerimizi.

Hepimiz suçu başkasında aramaya meyyaliz. İşlemediğimiz suçları üstlenmek de bize bir şey kazandırmaz. Ama en azından biraz yavaşlasak ve bir günümüzü muhasebe etsek. Hızla giderken yaptığımız kazaları, sebep olduğumuz zararları gözden geçirsek.

Yazımın başında dediğim gibi, zamanımız az ve yapmamız gereken çok şey var. Ama esas yapmamız gerekenler için yetecek bir ömrümüz var. Hızdan arınarak da yapabiliriz bu esaslı şeyleri.

Biraz kalbimizi temiz tutmak, biraz utanmak… Hepsi bu.