Fıstıkağacı'nda lastikçi dükkanındayım, araba lastikçisi… İki çıkma lastik için anlaştık İzzet abiyle. Lastikler değişirken laflamaya başladık.
Önce merakla sordu: “Mahallede yenisin galiba?” Berber de sormuştu bunu. Evet, yeniyim. Daha önce yukarı mahallede oturmuştum on seneden fazla süredir ama burada yeniyim. Peki nerede oturuyorum? Vakıfların yeni yaptırdığı binalardan birinde. “Vakıf malı önemlidir. Paranı zamanında ödeyeceksin, üzerinde herkesin hakkı var onun. Mesela benimle bir alacak verecek meselen var, çözersin. Ama vakıf malı öyle değil, 80 milyonla helalleşmen lazım.”
Peki İzzet abi, biliyorum. Sohbete devam edelim. “41 yıl önce geldim buraya. Sene 1977…” Yani benim doğduğum yıl gelmişsin. Ne güzel. “Geldiğimde burada evler tek tüktü. Karşıda bir ev vardı. Buranın yan tarafı arsaydı. Sahibi Arjantin’e gitmiş. Geride kimi kimsesi kalmamış.” Ermeni miymiş arsanın sahibi. “Burada Ermeni çok. Bazıları Ermeni vakıflarının malıymış ama bu arazi öyle değil. Birileri üzerine konmaya çalışmış bu arsanın oldu bittiye getirerek. Rizeli birisi allem etmiş kallem etmiş burayı vakıflara kaydettirmiş. İyi de yapmış. Şimdi de vakıflardan birinin öğrenci işlerinde kullanılıyor. Hüdai Vakfı’nı biliyor musun? Onlar kiralamış.” Göz ucuyla yan taraftaki binaya girip çıkanlara bakıyorum. Farklı ırklardan öğrenciler girip çıkıyor. Acaba içlerinde Arjantinli de var mıdır? “Buraların kentsel dönüşüme girmesi lazım aslında. Binalar yorgun. Beton dediğinin ne kadar ömrü var? Belki 60-70 yıllık bina burası. Oturanlar ekseri dul. Paşa hariç sakinlerin maddi durumları çok iyi değil, dul çoğu. Binaları yenileyelim desen fazla kat verilmiyor Boğaz ön görünümde olduğu için. Oturanlar yaptıracak olsa maddi güçleri yeterli değil. Deprem korkusu var bir yandan ama ne yapılacağını kimse bilmiyor. Belediye geldi açıkladı yapılabilecekleri.”
Düşünüyorum, taşınıyorum. Çıkar yol yok. İhtiyarların daha rahat bir ortamda oturması gerekiyor ama bir yandan da mevcut gerçekler elimizi kolumuzu bağlıyor. Acaba Arjantin’e gidenin sebebi neydi? Macera mı?
İzzet abiyle konuşurken lastikler değişiyor bir yandan. Çırağı ilgileniyor o işle. “Suya sok kontrol et” diyor. Yaşamak için güzel, iş yapmak için verimsiz bir yermiş Üsküdar. İşler kesat anlaşılan. Halinden şikayetçi gibi de değil. Arkasındaki cam tabloda Kabe ve Mescidi Nebevi var ve “Allah’ın dediği olur” yazıyor. Yazıyla o kadar bütünleşmiş ki dükkan. Sohbet koyulaşıyor. Hanım elinde alışveriş poşetleriyle geliyor. İşimiz biraz daha var diyorum. Yükleri lastikleri değişen arabaya bırakıp eve doğru yürüyor.
Hava kararmaya yüz tutuyor, iş bitmek üzere. İzzet abi “Abdestim var namazı cemaatle kılayım” deyip hızla yolun karşısındaki mescide doğru seğirtiyor. Tanıştığımıza memnun oldum. Son anda soruyor memleketimin neresi olduğunu. Denizli diyorum. Çankırı diyor. “Buradayım her zaman uğra.” Lastiklerin işi bitiyor. Farları yakıp eve dönüyorum. Kapıdan girdiğimde yürüyerek dönen hanım benden hemen önce girmiş. Üsküdar’da akşam oluyor.