Toplumumuzda zora geldiğimiz zaman hemen sığındığımız bir tabir vardır.
Polyanna kitabını yıllar önce bana babam almıştı. Türkiye’ye geldiğimiz ilk yıllardı ve benim kitap okumam gerekiyordu. Babam bu konuda titizdi ne de olsa piyasada okumamı istemediği kitaplar vardı. İnternetin olmadığı zamanlardı o günler. Kitap, gazete yani basılı matbuat iletişimin en önemli kaynağı idi bir de tek kanallı TV vardı. Kitabı bir solukta okumuştum. Kitabı bugün düşündüğümde elbette çok eleştirilcek tarafını bulabilirim. Ama bizim amacımız burada kitap analizi yapmak değildir. Toplumumuzda zora geldiğimiz zaman hemen sığındığımız bir tabir vardır. Umutsuz insanlar uyarıldıkları veya sıkıştıkları bir anda Polyannacılık yapacak durumda olmadıklarını söylemeleri umut ve Polyannacılık ilişkisini sorgulama nedenim olmuştur.
Umutsuzluk körlüktür
Her doğum bir hayatın başlangıcı, her ölüm ise o hayatın sonu anlamına gelmez; bilakis sonsuz hayatın başlangıcıdır. Gecenin arkasından doğan güneşi bilenler için umutsuzluk yoktur; sabır vardır. Ancak Polyannadaki iflah olmaz iyilik anlayışını aslında bizim kadim kültürümüzün kodlarıyla tam olarak açıklamaya kalkmak gereksiz bir zorlama olacaktır. Zira Polyanna’nın hayata bakışı batılı bir çerçeveden ve sınırlı bir görüşle anlatılmış bir şükretme hikayesidir. Tabii ki bizim umut veya umutsuzluk anlayışına merhem olamayacaktır; sığ kalacaktır. Çümkü biz Allah’ın rahmetinden ümidimizi kesemeyiz. Kesersek kendi rızkımızı keseriz. Bu rızık sadece ekmek peynir; boğazdan geçecek lokma değildir. Anlama kapasitemizi daraltırız; sanatçı isek üretemeyip belden aşağıya vurmaya başlarız. Bilim adamıysak keşif zannettiğimiz şeylere inanıp zırvalamaya başlarız. Öğretmensek olduğumuz yerde sayarız. Bu örnekleri misli ile çoğaltabiliriz. İnanmak, umut etmek insanın varlığı ile eş anlamlıdır. Kendini inkar eden insan varlık algısını da kaybederek ruhsal travmalara, hezeyanlara varacak noktalara erişecektir. O yüzden devran böyle gidecektir birşey değişmez umudum yok demek gündüzü göremeyen gözlere sahip olmak demektir.
Ümit dergahı
Fırıncı ekmek olacak diye yoğurduğu hamuru yarı ağızla “eh bakalım nolacak” diye mi fırına verir? Kaderini umuduna bağlamayan bir insan hamurdan ekmek çıkartamaz. O yüzden yola ekmek olmak için çıkan hamurun başına bir kaza gelecekse de bunu da hayra yormasını bilir fırıncı. Hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine iman etmeseydi fırıncı yere düşen ekmeği kaldırıp başına koymazdı insanımız. İnsanı yaşatan şey hayallerine dair gerçekleştireceği umuda sahip olmasıdır. O halde insan doğru düşünce, doğru hissetme, doğru davranışlar sergilemesi adına herşeyi iyilik ve güzellikle ilişkilendirmesi gerekir. Umutsuzluk hiçbir din, düşünce formu ve kadim öğretiler de dahil olmak üzere günümüzdeki bilimsel araştırmalar tarafından da tasvip edilmez. Derin umutsuzluğun sonu ya intihar ya da delirmek olmuştur. Bugün psikoloji bilimi de umutsuzluğun altında başka sorunlar arayarak bu durumu bir problem olarak görmektedir. Doğru mantık geliştirebilen, muhakeme edebilen akletme yeteneği olan insanlar umutsuz olamazlar. Mevlana hazretleri bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir diyor. Çünkü ümitsizlik küfürle eşdeğerdir.
Yüreğini ferah tut
İnsan zaman zaman ümitsizliğe düşebiliyor. İşte o zaman insan inancını sorgulamalı. Nerede hata yapıyorum diye düşünmeli. Problemi çözmeye yetemeyen bir öğrenci öğretmenine başvurur. Zaten öğretmen de çözemediğiniz bir problem olursa bana sorun der. İşte bu öğretimden öte, irfandır. Bizim kültürümüzde Polyannacılık yoktur. Polyannacılığı doğuracak inanç sistemimiz de yoktur. Her birimiz birer bireyiz ama toplamda biz biziz. Mutlu olmak huzuru bulmak istiyorsak eğer yüreğimizi ferah tutmalıyız. Çünkü biz birbirimizin azalarıyız. Ümitsiz olacak, belirsizlik gösterecek hiçbir durumumuz yoktur vesselâm.
SAHRA ÇİÇEĞİ
Bazen susuzluktan ağaçlar kurur, suyu çekilir, kupkuru bir ağaç iskelet gibi çırılçıplak kalır. İçin acır da dayanamazsın, çünkü insansın. Susuzluğa hangi canlı dayanabilir ki! Yüreği yanan bir insan gibi suya hasretsin. Susuzluk öyle bir afet ve gelecektir ki, yerinden yurdundan olursun. Atalarımız demir dağları delmiş de kendilerine yol bulmuş bir efsane gibi, Anadolu'ya, oradan Avrupa’nın içlerine kadar göç etmiş. Kader bu ya, bu bir mecburiyetmiş. Nasıl ki depremden sağ çıkartılan masum küçücük kızın kurtuluşu karşısında, Allah'u Ekber diyoruz. Mucizenin karşısında ancak Allah’u Ekber diyebiliyoruz. Sevinçten ağlayabiliyoruz. Kızgın çölde hayat bulan sahra çiçekleri gibi. Yanan ormanda kömür olmuş bir ağacın budağında açan çiçek gibi. Böyle bir durumda çiçek açmak da varmış. Çiçek açar meyve verir. Ağaç duaya durur gibi meyveye durur. Bu inançla, ümitle, sabırla olur. İnanan, ümit eden sabredip duaya duran insan en sonunda muradına eder. Çünkü sabrın meyvesi sonradan olgunlaşır. Seyretmeden kopartılan meyve kekremsi olur. Ağzını yüzünü ekşitirsen, tadını bulmak için gözlerinin akını çevirtir, dudağını bükersin. Ey insanoğlu akıllan biraz, biraz akıllan, her şeyde bir hikmet ve hayır vardır. Bir çiçek açar, dalında bir meyvedir, adı nar olur, eve gidersin bin olur, bereket olur.
DOĞU’DA GERÇEKÜSTÜ BİR RESSAM,
MEHMET SİYAH KALEM
Asya’da bir yerlerde, bir zamanlar, aslında adını bile ona “üstad” diyenlerin onun resimlerine düştüğü notlardan öğrendiğimiz gizemli bir ressam yaşadı.
Mehmed Siyah Kalem…
Onun dünyasındaki renksiz resimlerinde Asya kültür ortamının bozkır rüzgarlarındaki dervişler, şamanlar, keşişler ve doğaüstü varlıklar; kimi zaman dans eden bir demon, kimi zaman binek hayvanlarıyla bir tüccar, kimi zaman gündelik hayattan karelerin yer aldığı sahnelerde çamaşır yıkayanlar ya da elindeki çalgısıyla bir ozan olmuştur.
Zamanın belirsizliği içinde onun figürlerinde, kuşaktan kuşağa miras kalan güçlü bir toplumsal hafızanın izleri vardır. Bize kalan ve muhtemelen bir rulonun parçaları olan resimlerinde, belki de Doğu’nun kadim bir geleneği olan “Hikaye Anlatımcılığının” örnekleri saklıdır. Ve belki de fantastik dünyasını, süslediği masallarla izleyenlere resimlerini göstererek anlatmaktadır.
Siyah Kalem’in güçlü bir anlatım, güçlü bir fırça ile derinliği olmayan bir yüzey üzerinde yere sağlam basan gerçeküstü figürleri; aynı zamanda gerçek hayattaki gündelik rutin işleri de yapabilen insanlarla bir arada yaşayabilirler. Orta Asya’nın gizemli dünyasına yer yer ışık tutan bu resimler; muhtemelen 15. yy’da Ceyhun ve Seyhun nehirleri arasında Maveraünnehir bölgesinde yani günümüzde Kazakistan, Özbekistan ve Türkmenistan ülkelerini kapsayan topraklar üzerinde resmedilmiştir. Figürlerin giysileri, çan biçimli başlıklardan oluşan görünümleri, resimlerin Türkistan bölgesine ait olduğunu doğrular mahiyettedir.
Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’nın ganimeti olarak bize ulaşan Siyah Kalem’in resimleri; çağının çok ötesinde bir bakış ve çağdaşlarının yanında farklılığıyla sanat tarihi içinde bir devrim niteliğindedir.
İpşiroğlu’na göre; Mehmet Siyah Kalem’in yaratıkları iyi ve kötü ya da yer ve gök ayrımı yapan bir düşünceyle kavranamaz. Çizilen bu varlıklar ruhlarla dolu bir dünyada gizli doğa güçlerinin demonlaştığı bir pagan hayal gücünün yaratıklarıdır.
Eserlerde çeşitli ırklardaki insanlar, günlük yörük yaşam sahneleri içinde betimlenirken, din adamları, dervişler, demon veya cin olarak adlandırılan efsanevi varlıklar, İpekyolu’ndaki kültürel ortam hakkında ipuçları verirken zaman zaman da izleyeni masalsı ancak ürkütücü bir dünyaya çekerler.
Mehmet Siyah Kalem’in fantastik figürleri, onun zengin hayal dünyasındaki dahiyane zekasının ürünüdür ve bu düşünce yapısının izlerine yüzyıllar sonraki dönemlerde rastlanacaktır.
O, çağdaşları içinde benzersizliğinin yanında, resimlerinde gerçeküstü bir hal takınır ve bilinçaltının ifşaları açısından da akılcılığa karşı bir tavır sergiler. Belki de, zihninde bulunan karanlık ve karmaşık duyguların gün yüzüne çıkarılmasını kendine hedef edinmiştir.
Mehmet Siyah Kalem’in Orta Asya’nın bozkırlarında, kurak ve geniş ovaların ortasında kurduğu ve resimleriyle yaşattığı hayal dünyası, Fransa’da 20. yy’ın en önemli ve en çok ses getiren akımlarından biri olan Sürrealizm’in ayak sesleri gibidir.
Sürrealizm akımına göre bilinçaltını oluşturan nüveler, çeşitli şekillerde ortaya çıkar ve sanatçılar da ortaya çıkan bu verileri eserlerine yansıtır. Dolayısıyla bilinçaltı çok önemli bir unsurdur ve sanatçılar, kapalı, müphem bir anlatım dilini tercih ederken herkes tarafından anlaşılır bir şekilde olmayı red ederler.
Sürrealizm dönemine kadar sanat eserlerinde mantık her zaman ön planda yer almış, saf ve esas insana ulaşmak da mümkün olmamıştır. Ancak Siyah Kalem’in doğaüstü varlıklarının sıradan insanlarla birlikte aynı gündelik hayatı tüm doğallığıyla paylaşmaları tamamen mantıktan uzaktır. Bu gerçeküstü hal ile Siyah Kalem, yaşadığı yüzyıl dan altı yüzyıl sonraki düşünceye ışık tutmuş gibidir.
Böyle bir hayal dünyasını 15. yy gibi erken bir dönemde ve zorlu hayat şartlarında, kendine has bir üslup oluşturacak sağlamlıkta nasıl gerçekleştirdiğini belki hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Ama zannediyorum ki bu büyük dehanın hayata bakışının mükemmelliğini en çok anlayan ve hisseden, yine kendisinden çok uzun yıllar sonra aynı şarkıyı söyleyen sürrealistler olacaktır.
KORONADA GİDEMEDİĞİMİZ CENAZELER
Bu salgın süresince çok sevdiğimiz yakından tanıdığımız bazen de sadece uzaktan selamlaştığımız kimi dostlar ebediyete intikal etti. Hiçbirinin cenazesine gidemedik. Salgından önce cenazeye gidilemese dahi eve başsağlığına duaya gidilirdi. Bir şekilde bir araya gelir sarılır, gözyaşlarına eşlik ederdik. Dokuz aydır sevinçler de üzüntüler de kursaklarımızda kaldı. Hal böyle olunca da ben tanışmamış olsak da ailesinden tanıdıklarımdan dolayı veya meslekten kaynaklanan aynı camiadan olmamızdan ötürü gıyabi yakınlıklara uzaktan da olsa içten dualarımı gönderiyorum. Yasini Şerifler ile birlikte dualarımızı yapıp kalbi bir bağ olduğuna inandığımız vefat edenlerin ruhlarına gönderiyoruz. Allah kabul etsin. Bu dönem böyle. Elimde sürekli uzayan bir liste var vefat edenlerle ilgili. Salgın biter bitmez yapacağım ilk iş ailelerine taziyeye gitmek olacaktır.
ARTI
Yedek maske
Siz siz olun artık yanınızda yedek maske taşıyın. Ben geçen gün değil yedek maske almayı maske takmadan sokağa çıktığımı otobüse binmek üzereyken fark ettim. İçinde olduğum halden çok sıkıldım elbette ancak hemen imdadıma otobüsün içinden bir hanım yetişti. Bu tatlı hanım elinde maske ile bana seslendi, buyur etti beni otobüse yanıbaşındaki boş yere. Yan sıradaki genç çocuk ise hocam buyrun yanınızda olsun bu maske dedi. Dikkatli baktığım halde maskeden tanıyamadım ama fakültedeki öğrencilerimden biri olduğunu anladım. Bazen unutmak da iyilikleri yaşamak için fırsat olabiliyor ama maskesiz tabii sokağa çıkmayalım.
EKSİ
Piknik çöpleri
Geçen hafta sonu Belgrad ormanında toplam 22 ton çöp toplanmış. Pikniğe gelen vatandaşlar keyiflerini sürdükten sonra ortalığa çöplerini bırakıp gidiyorlar. Orman Bölge Müdürlüğü yetkilisinin verdiği bilgiye göre Belgrad Ormanının bazı noktalarında büyük konteynerlerin olduğu ve çöplerin buraya atılacağı yerde vatandaşların piknik için konuşlandıkları bölgede çöplerini bırakıp gitmeleri görevlileri zor duruma sokuyor. Keşke ormanın bazı bölgelerinde kameralar olsa da bu insanlar ifşa edilebilse. Yoksa özel bekçiler mi görevlendirilmeli? Bunları düşünmek zorunda kalmak bile çok ayıp ama maalesef bunlar gerçek. Ve bu insanlara çevreyi kirlettiği için ağır para cezasına çarptırılmalı belki o zaman böyle bir terbiyesizliği yapmazlar. Aslında yapılabilse o çöplerin aynısını evin içine bırakıp gideceksin.
KORONAVİRÜS KARANTİNASI HAYAT KURTARDI
Çoğumuz Kovid-19 yüzünden evlere kapandık. Kilitlenmenin verdiği rahatsızlığa katlanmak zorunda kaldık. Ancak sadece Mart ve Nisan aylarında bu önlemler 11 Avrupa ülkesinde en az 3 milyon hayat kurtardı. Ve muhtemelen dünya çapında çok daha fazla hayat kurtardı. Üzücü ancak kanıt açık: Evde kalmak insanların ölmesini engelliyor. Bu durumdan şunu çıkarabiliriz: Sokaklar tehlikeli. Bu tehlikenin başını trafik kazaları çekiyor, ardından silahlı yaralanmalar yüksekten düşen cisimler sonucu ölümler ve diğerleri. Evden çıkmak hepimizin canını kurtarıyorsa bu üzerinde düşünülecek bir şey. Sadece ölümden de korumuyor. Farklı tehlikelerden de koruyor evde kalmak. Özellikle çocukların ve gençlerin kaçırılması, uyuşturucuya bulaşma veya başka suçlara bulaşma oranlarını düşürüyor. Acı ama gerçek. Yandaki tabloda Mart, Nisan aylarında ülkeler bazında evde kalmaların insan hayatını kurtarma sayılarını görebilirsiniz.