İnsan çıkmazda mıdır? Böyle bir yakıştırmayı insana yapmak olsa olsa bir hakarettir.
İnsan çıkmazda mıdır? Böyle bir yakıştırmayı insana yapmak olsa olsa bir hakarettir. Bu büyük bir haksızlıktır. İnsanlığın onuruna, duruşuna karşı bilinçli bir saldırıdır. İnsanlığın çöküşünü hazırlayan bir takım aparatların parçası olmaya yönelik aldanışlardır. İnsan değildir çıkmazda olan. Sistemlerdir, ideolojilerdir ve hatta vaad edilen reçetelerdir. İnsanın içindeki nüve, çekirdek ona ne derseniz deyin; ruh belki iç benlik ve hatta Allah varlığı itibariyle buna izin vermez. Çöküşe ancak insanın kendisi izin verir ama bu çöküş ilahi varlık olan insanın o sonsuzdaki varlığı değildir. İnsan dünya düzlemindeki varlığı çöküşte olabilir ama eninde sonunda insanlığa yakışacak esmasını yani varlığını yaratıcıda görecektir. Bu kaçınılmazdır.
Kibirli memnuniyetsizlik
İnsan hüsrandadır. İç acısının farkına varamayacak kadar kendisini tanımayan insanın en büyük sıkıntısı kendini kaf dağında görmesidir. Bütünüyle hazımsızlığı ve kibirdir. Hiçbir şeyden memnun olmayan insan daha fazlasını hak ettiğine öyle emindir ki memnuniyetsizlik kendinden başlayarak etr2afa yayılmaktadır. Kibrinin doruklarına kendini hapseden bir nesilden bahsediliyor sanki diğer nesillerin hepsi pürü pakmış gibi. Bir nesil gelir hikmet ile konuşur bir nesil gelir kibriyle sefil olur. Allah her şeyin en doğrusunu bilir. Kendini bilmeyen, kendini başkası üzerinden ve başkasının düşündükleri ve ortaya koydukları üzerinden tanımlayan insanın kendisi kayıptır. Edilgen bir nesil kendisi değildir. O yüzden bugün kayıp bir nesilden bahsedebiliriz. Ama umudumuz şudur ki bu kendini yeniden arayan ve kendini günümüz dünyasında yeni bir dille tanımlayacak olan bir nesildir. Kibrin sahasından çıkıp hikmet ile buluşan ve dilini de bu yol üzerinde geliştiren bir neslin geleceğini ümit ediyoruz. Elbette ümitsiz bir gelecek içinde değiliz.
Allah’ın iradesi kula yansırsa
Allah’ın emrine uymak, O’nun rızasını kazanmak olduğuna göre, gençliğimiz bunun bilincinde geleceğini belirleyecektir. Biz irade gösterdiğimiz sürece ve bu irademizi de inancımızı güçlendirerek sürdürdüğümüzde Allah’ın inayeti ve rahmeti hem bizle hem gençlerimizle beraber olacaktır. Bu gençlik sıradan bir gençlik değildir; kınından çıkmış keskin bir kılıç gibi, iradeli, anlı açık başı dik, bütün kararlılığıyla ufka yürüyen, kaf dağının arkasını görebilen, basiretli, nizamı âleme yön veren ferasetiyle, müflis siyasetçilerden olmayan, yükü bir insanlık mefkuresidir. Bu gençlik bu özellikleriyle işte o zaman huzur ve barış toplumunun önderleri olacaktır.
Aklını kalbinle kullan
Söylediklerimiz, yazdıklarımız, davranışlarımız itikat, ibadet ve ahlak ekseninde Allah huzurunda bir ecri olacaktır. Hayatın başında duran genç tıpkı yeni doğan bir tay gibi kırılgan ve güçsüzdür. Böyle olunca bu genç, toplumda nasıl kuvvetli bir duruş gösterecektir? Nasıl olumsuzluklara direnç gösterecektir? Gençliğimizi geleceğimizin ümidi olarak görmek demek, çiçeğe durmuş dalların meyve vermesini beklemek demektir. Gençliğimiz kendi fikirlerini doğuran geçmiş köklerinin nerden geldiğini bilen, ezbere kalıplardan uzak bir aklıselim gençlik olmalıdır. Biz aklını kalbinde yoğurmuş bir nesil ümit ediyoruz. Nereye başvuracağını bilmeyen hangi anlamın peşinde koşacağı konusunda şaşkın bir gençlik tasavvur edemeyiz. Üstad merhum Cemil Meriç “Maverayla göbek bağını kesmiş bir dünyanın insanı ya intihar eder ya da isyan” diyor. Böyle bir gençlik, anarşi, terör ve anomi içindedir. Ömür boyu kaos içindedir. İşte bu yüzden kalpleri ile konuşan, kalpten düşünen, kalpten seven ve aklıselim biçimde kalbiyle, sevgiyle, merhametiyle geleceği kucaklayan bir nesil ümit ediyoruz.
PANDEMİDEN ÇIKIŞ
Her halde pandemiden çıkıyoruz. Ama içimizdeki pandemiyi yok edebiliyor muyuz? Uyuşukluk ve donukluk, atalet içinde miyiz? İnsanlar hipnoz olmuş gibi dolaşıyorlar. Pandeminin şaşkınlığı ve sersemliği hala devam ediyor. Bakışlardaki belirsizlikleri okuyabiliyoruz. Bir şeyler yapılıyor ama yüzeysel. Yarına bel bağlayan insanın belirsizliği bu. Aslında yarın hep belirsizdi hatta bir saniye sonramız bile belirsizken neye bel bağlamışız bugüne kadar, düşünüyorum. Pandemi bize bir şey öğretmiş olmalı o da belirsizliklere kafayı takmamayı. Hayat zaten bizim belirleyemediğimiz kadarıyla vardır. Çünkü her şey bizim irademizle olmuyor. Biz çalışırız, inanırız ama istediğimiz gibi olmazsa bunda da bir hayrın olduğuna inanırız. Pandemiden çıkış inanmak, çalışmak ve yeniden dirilmek demektir.
İ N C İ R
Bir söz vardır "Karıncayı bile incitmeyeceksin demek, karıncayı üzer". Çünkü karınca Allah tarafından yaratılmış bir canlıdır. Karınca üzülür. Karınca da üzülür diyemeyiz. Karınca dahi anlamındaki "da" için üzülür. O halde deve ile pire bir yaratıktır bizim gözümüzde. Masallardaki gibi pire berber iken, deve dellal iken peşrev çekilir çocukların dilinde. Hayal meyal çocukluğumuz masallardaki masumluğumuz. Ya bir sultan, ya bir kral vardır sarayında oturan. İyi niyetli yakışıklı prens, dünya güzeli prenses. Develer, pireler yanı sıra, filler, yedi başlı ejderhalar ve şahmeranlar. Yuvasından fırlayan bölük bölük karıncalar. Karınca yuvası kurukafalar. Nerede kırk haramiler, "Açıl susam açıl" açılsın kapılar. Altın mücevherat inci yakut dolu odalar ve odalardaki sandıklar. Zenginlik; üç kelimelik!.. Açıl... Susam... Açıl!... Sihirli bir cümle, bazen bir kelime, bazen bir rakam, bir sayı, bir şekil, bir renk. Bazen bir sembol, bazen bir işaret. İncir dedik kutsal kitapta zeytin gibi kutsal bir meyve. Derler ya incir ağacın meyvesi içbükey kendi çiçeği. Çiçek olgunlaştıkça binlerce küçük çekirdek bala bulanmış iç içe. Sarmaş dolaş aşk. Yaprağı en mahrem elbise. Çocukluğumda ilk yediğim meyve. Bırakın bir sahanı, bir sepeti, bir kovayı, bir ağaç dolusu yiyebilirim İnciri. Ruhen açım bir ağaç dolusu ağaçtaki incirlere. Yeterli incir olsun, ceviz olmasa da olur içinde. Ben incir bahçesinde masal çocuğuyum. Yalınayak, sümüklü, Elif ninemin incir bahçesinde. Şişeden cin nasıl çıkartılır bilir misiniz? Parola nedir öğrenmelisiniz. Parolayı söylersiniz cin çıkıverdi şişeden. Emre amade bir ses cinden "Dile benden ne dilersen" istek benden; "Bir sepet dolusu incir istiyorum senden" Karıncayı incitmeyeceksin, İnciri cinden isteyeceksin.
DR. ÖĞR. ÜYESİ DİLARA USLU
OSMANLI DEVLETİ’NDE TİCARİ HAYATTA GİRİŞİMCİ TÜRK KADINLARINDAN ÖRNEKLER
Türkler, kadim tecrübelerini Anadolu’ya gelişleri ile birlikte bu topraklarda var olan deneyimlerle sentezlemeyi başarabilmiştir. Ahilik adı verilen hemen hemen hayatın her alanında belirgin olarak görülen bu teşkilat bu tecrübenin Anadolu’da filizlenen en iyi örneklerinden biridir. Ahiliğin kadın teşkilatı olan ve liderliğini Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı’nın yaptığı Bacıyan-ı Rum ise önceleri Kayseri’de kurulan sanayi sitesinde işlenen derilerin artık yünlerini değerlendirmek için bir araya gelmiş kadınlardan oluşur, sonraları Ahilerle birlikte eğitim görmüş, farklı bölgelerde birçok alanda faaliyet göstermişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde üretime doğrudan katılan kadınlar, ticari mekânlarda boy göstermiştir. Üretim yapan kadınlar, ürettikleri ürünleri pazarlarda satıyorlardı ki “Kadınlar Pazarı” olarak isim yapan bu alışveriş yerleri, sebze ve meyve gibi tarımsal ürünlerin yanında hayvansal ürünleri ve kadınların kendi yaptıkları el işlerinin satışa sunulduğu yerlerdi. Hürrem Sultan’ın desteği ile kurulan Haseki Dârüşşifa ve İmaretinin yakınlarında bulunan pazar bunların en ünlüsüdür. Ayrıca pazarlamacılığın ilk örneğini kadınların verdiği tespitinde de bulunabiliriz. Bohçacı kadınlar, mahallelerde kapı kapı dolaşarak süs eşyası, çarşaf ve çeşitli kumaş gibi benzeri metaları satarlardı. Kadın olmaları nedeniyle rahatlıkla evlere girebilir ve satış yaparlardı.
Osmanlı arşivinde kadınların ticari girişimine dair belgelerden bu alanda kadınların varlığına dair bilgilere sahip olmaktayız. 1853 tarihli bir belgede; Fatma Hatun’un Çukurbostan karşısında sahip olduğu bahçesinde bir adet un değirmeni yaptıracağı gerekçesiyle, bir ‘gedik’ (ticaret ve sanat yapabilme yetkisi) talep ettiğini öğrenmekteyiz. Ayrıca kadınların ortaklaşa ya da tek başına un değirmenine sahip olduğuna ilişkin çok sayıda belge bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti’nde kadınların eğitim ve çalışma yaşamında var olmaları hususunda harekete geçmelerinde olduğu gibi kadınların çalışma hayatına girmelerinde de II. Meşrutiyet’te yayın hayatına başlayan kadın dergilerinin ve kurulan kadın derneklerinin katkısı büyüktür. Bu dönemde kadınlara yönelik kurulan dergilerin en etkilisi Kadınlar Dünyası’dır. Bu derginin yazarlarından biri olan Şükran Atiye’nin, kadınları özellikle ticarete teşvik etmek amacıyla yazılar kaleme aldığını ve bazen de yazılarında kadınların ticaret deneyimlerine ve girişimcilik örneklerine yer verdiğini görmekteyiz. Kadınlar Dünyası’nın 2 Haziran 1913 tarihli 60. sayısında “Kadınlar niçin mağaza açamazlar?” adlı makalesinde Şükran Atiye, Anadolu’daki köylü kadınların deneyimlerini şehir hayatındaki kadınlara hatırlatmakta, büyükşehirlerdeki kadınların köylerdeki kadınlardan örnek alarak ticari faaliyetlerde bulunmasının önemine değinmektedir. Şükran Hanım yazısının devamında Anadolu’da kadınların işlettiği dükkânların varlığından bahsederek şehirli kadınların onları örnek alarak şehir merkezlerinde dükkân açmalarına teşvik etmiştir. 3 Haziran 1913 tarihli “240 Mecidiye ile Bir Ticaret Kapısı” adlı yazısında ise öncelikle kadınlar arasında küçük bir sermayeyi toplamının ne kadar kolay olabileceğini belirtmiş, makalenin devamında ise toplanacak sermaye ile bir iş fikrinin nasıl ticarete ve kâra dönüşeceğini göstermiştir. Adeta kadınlara bir müteşebbislik örneğini adım adım yazarak ele almıştır. Şükran Atiye 10 Haziran 1913 tarihli “Ticaret ayıp değildir” adlı makalesinde ise, ticaret yapmanın ayıp bir şey değil bilakis çok da güzel bir şey olduğuna dair fikirlerini yazmıştır. Bu yazılar, dönemin kadın yazarlarına da yol gösterici mahiyette olmuş ve Süreyya Lütfü Hanım, Süs Dergisi’nde “Atiye Şükran hanımefendinin müteşebbislerden bahsetmeleri bende tanıdığım güzide bir müteşebbiseden bahsetmek arzusu uyandırdı” diyerek bu konuda kendi tanıdığı örnek kadınlardan bahsetmiştir.
Seyyide Kemal Hanım tarafından açılan ‘Hanımlar Pastahanesi’, Kadınlar Dünyası Dergisinde rastladığımız bir başka girişimcilik örneğidir. Hem pastahane hem de lavanta deposu olan bu işletmede; her türlü pasta, çikolata, bisküvi, kurabiyenin süt ve çay gibi içeceklerin sunulduğu ve talep edildiğinde konaklara ve evlere sipariş hizmeti de sunulduğu görülmektedir.
Ticaret konusunda kadınların eğitim alması hususunda önemli bir adım ise Ticaret Mektebi’nde kadınlara yönelik ticaret derslerinin verilmesi kararının alınmasıdır. Bildiğimiz üzere 19. yüzyılın sonunda özellikle ticarî eğitimde öncü bir eğitim kurumu olarak açılan Ticaret Mekteb-i Âlîsi, Maârif Nezâreti’nin “İnasa Mahsus Amelî Ticaret Dersleri” verilmesi yönündeki kararını 1917’de uygulamaya geçirmiştir. 1917-1918 eğitim - öğretim döneminde, eğitim süresi 9 aydan ibaret olan ve Ticaret Mekteb-i Âlîsi’ne bağlı olmak üzere “Amelî İnas Ticaret Şubesi” açılmıştır. Türkçe, Fransızca, Hesâb, Muhasebe, Mâlûmât-ı Ticâriyye ve İktisâdiyye, Daktilografi dersleri olmak üzere toplam haftada 18 saat eğitim almışlardır. Ticaret Mekteb-i Âlîsi’nden imtihanlarını başarıyla vererek toplam 47 öğrenci mezun olmuştur. Bunlardan 10 tanesi Ticaret Mektebi’nin İnas Şubesi’nden mezun olan kadınlardır. Ticaret Mekteb-i Âlîsi, Osmanlı Devleti’nde tüccar yetiştirmek amacıyla kurulmuş ilk yükseköğretim kurumudur. Okulun kadınlara mahsus kısmında da ticaretle ilgili bilgilerin uygulamalı ticarete dönük olarak verildiği görülmektedir. Buradan mezun olan kadınlar ticari hayatta yerini almıştır.
1917 yılında bir araya gelen Fatma Hasene Hanım, Fatma Zehra Hanım ve Ayşe İzzet Hanım, Sirkeci’de ‘Hanımlara Mahsus Eşya Pazarı’ adlı bir anonim şirket kurmuşlardır. Üç kadının el ele vererek kurduğu bu şirket dikiş, nakış ve çeyizlik malzeme üretimi yapmıştır. Bundan başka Selanik Valisi Ahmet Vefik Paşa’nın kızı olan Makbule Hanım ve Kazım Paşa’nın kızı Nazire Hanımla birlikte Beyoğlu’nda 1000 lira sermaye ile ortak kurdukları Mehasin Yurdu Dikişhanesi, Paris’ten getirilen elbise modelleri ile müşteri elde etmeye başlamış, daha sonra Nazire Hanım ayrılınca Makbule Hanım tek başına dikişhanesini devam ettirip 1927 yılına gelindiğinde Beyoğlu’nun aranan terzilerinden biri olmuştur. Kadınların kurduğu terzihaneler İstanbul’un farklı semtlerinde de yer almıştır. Kadın girişimciliğine örnek teşkil edecek buna benzer birçok belge Osmanlı arşivinde yer almaktadır. Sosyal hayatın içinde ailenin toparlayıcısı olan Türk kadını ticari hayatın içinde de oldukça aktif bir şekilde yer almıştır.
TENKİT DEĞİL TAKDİR OLMALI
Çocukları tenkit ederek değil takdir ve teşvikle kazanabiliriz. Okul dediğimiz yerde öğrenci kendini sevgi dolu bir ortamda hissetmek ister. Öğrenci özel ve önemli olduğunu bildiği yerde yeşerir motive olur. Daha pandemiyi henüz atlatmaya çalışırken çocuklar çevrim içi eğitiminden sonra yüz yüze eğitime adapte olamadılar. Bir de öğrenciler internet üzerinden okulda verilen bilgilere artık erişebileceklerini öğrendikleri için okulun önemi onlar için değersizleşti. Birde bunların üzerinde öğretmenlerin ve idarenin çocukları okul kıyafetleri veya başka konularda sürekli tenkit etmeleri okuldan iyice uzaklaşmalarına sebep oluyor. Bu nedenle öğrencilerin olumsuz taraflarını değil sürekli iyi taraflarını öne çıkartarak okula, bilgiye ve bilgiyi aktarana sevdirebiliriz.
ARTI EKSİ
Artı
Sosyal medyanın olumlu yanları
İhtiyacımız olduğunda yanı başımızda insanlar varsa, dua alıyorsak, yardıma koşuluyorsa ve bunları hızlı ve pratik şekilde halledebiliyorsak, hepsini günümüzde sosyal medyanın marifetine borçluyuz. Bir gruba mesaj atıyoruz ve hemen ses geliyor, çare buluyoruz. Her şeyi kötüye bağlamak yerine iyiye nasıl yönlendirebileceğimize kafa yormalıyız.
Eksi
İt ite kuyruk kuyruğuna
Bir öğretmen planlı, programlıdır. “Ay unuttum” demez. Not defteri olmalıdır öğretmenin. Raporlu olduğundan dolayı sınava giremeyen öğrenciyi öğretmen takip eder, öğrenci veya veli değil. Öğrenciye veya veliye “Çocuk bana hatırlatsın” denmez. İt ite kuyruk kuyruğuna tabiri belki sıradan bir insan için geçerli olabilir ama bir öğretmen için asla olamaz. Öğrenci öğretmenini böyle örnek alamaz.
İBADETHANELERE SAYGI
Taksiyarhis Kilisesi Ayvalık’ta yer alan bir ortadoks ibadethanesi. 15. yy’da küçük bir kilise olarak inşa ediliyor. 1753 yılında üç kubbeli iki katlı bazilikal planlı ve 1844 yılında ahşap sütunlarla taşıyıcıların inşa edildiği anlaşılıyor. Bu tarihlerden de anlaşılacağı gibi klişenin üç ayrı dönemi olduğu anlaşılıyor. Kilisenin dışından bakıldığında içinin bu kadar ihtişamlı ve süslü olabileceğini tahmin edemiyoruz. Ancak içerisi süsleme, bezemeler ve ikonalarla bir sanat eserini çağrıştırıyor. Şu anda bir müze olarak varlığını devam ettiren yapı 1927 yılından sonra uzun süreler tekel deposu olarak kullanılmış. Ancak 2012 yılında Turizm ve Kültür bakanlığınca restore edilerek müze statüsü kazanmıştır. Türklerin tarih boyunca her türlü ibadethane ve dini anlayışlara sonsuz saygı göstermesinin bir nişanesi olan bu yapının uzun seneler amacı dışında kullanılması sakat bir anlayışın eseridir. Müze statüsünde dahi olması bu yapının yükseldiği topraklarla bağlantısını tekrar kurması bakımında önemlidir. İbadethaneler toplumlardaki farklı inançlara hoşgörü ile bakarak birbirine kenetleyen değerli yapılardır.