Gözü yaşlı analara, babalara başsağlığı ve sabırlar, yaralılarımıza Allah'tan şifalar diliyorum. Ulusumusun Başı Sağ Olsun.
Mübarek günün üzerimize kabus gibi çoktüğü Suriye’den gelen şehit haberleri toplumumuzda unutulmaz bir yara bıraktı. Yazıyı yazdığım saatlerde son gelen haberlere göre Suriye bataklığı İdlib’de yapılan saldırılar sonrasında 36 şehit verdiğimiz kayıtlara geçti. Son gelen bilgilere göre Suriye’nin Rejim Kuvvetleri’nin açtığı topçu ateşi sonrasında 36 askerimiz şehit oldu, çok sayıda askerimiz ise yaralandı.
Suriye Rejim Kuvvetleri’ne karşı harekatı bizzat yöneten Milli Savunma Bakanı Akar; “Birliklerimizin bulunduğu bölgeler, Rusya’ya önceden bildirilmişti. Hain saldırılar sırasında ambulanslar bile vuruldu” bilgilerine iletti.
O hain saldırı sırasında orada neler olduğu hala aydınlanmış değil.
Ülkemiz, geçtiğimiz perşembe gecesi “en uzun gecelerinden birini yaşadı.”
O gece, Suriye bataklığındaki İdlib’den peşpeşe gelen şehit haberleri, ülkemizin dört bir yanındaki birçok eve, aileye, anaya, babaya ateş düşürdü.
Gözü yaşlı analara, babalara başsağlığı ve sabırlar, yaralılarımıza Allah’tan şifalar diliyorum. Ulusumusun Başı Sağ Olsun.
***
Toplumumuzun son yıllarda iyice kanayan yarası haline gelen kadına şiddet ve kadın cinayetleri toplumumuzun en önemli sorunlarından biri. Gün geçmiyor ki; gazeteler cinayet haberleri sayfalarında ve televizyon haber bültenlerinde bir kadın cinayetinden veya kadına şiddetten söz edilmesin. “Kadın” Türk geleneğinde çok önemli bir yerde olmasına rağmen, bu hale nasıl geldik? Asıl çözüm bekleyen durum bu.
Bu konuda internetten ekranıma düşen kadın tanımının tarihini yansıtan “öykü” formatındaki bir bilgiyi “alıntı” olarak buraya aktardım.
“Eskiden Araplarda kız çocukları insandan sayılmadığı için, kızı olanlar isim vermez numara verirlerdi.
VAHİDE isim değildi, birinci demekti. İlk doğan kıza verilen numaraydı.
SANİYE ikinci demekti, ikinci kızı olana verilen numaraydı.
SELASE ve BİTE isimleri üçüncü demekti, üçüncü doğan kızlara verilen numaraydı.
RABİA da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaraydı.
Birileri RABİA’yı çok kutsal, mübarek ve çok dini içerikli bir isim sanıyorlar, bilmiyorlar ki Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye bile gerek görmediği kız çocuklarını işte böyle numaralıyorlardı, tıpkı araçlara takılan plakalar gibi!
Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen birçok topluluk vardı. Tarihe yansıyan bazı bilgiler bunun içine Arapları da sokmuştu. Bunu yapan tek millet Araplar olduğu iddaia edilirdi. Bunun asıl nedeni ise, tefecilik yapan, fahiş faizlerle verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin, kızlarına, kadınlarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksız, egemenlerinin eline düşmesinden korkan Araplar, yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu kötü sondan onları korumanın tek yolunun bu olduğunu ve bu yolla koruyabileceklerini sanıyorlardı.
Peki o çağlarda Türklerin kadınları, kızları nasıldı?
Türkler kız çocuklarına, hatunlarına değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren tek tanrılı dine mensup bir toplumdu. Ve insan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş önder uluslardandı. Eski Türkçede “namus” sözcüğü yoktu çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi!
Türk geleneğinde kadın, yoldaştı, arkadaştı, kadın; anneydi, sevgiliydi, tek başına bir devletti. Türklerde kadın dövmek, ne yazık ki; Türkler Arap kültürüyle tanıştıktan sonra başlamıştır.
Eski Türk gelenek ve göreneklerinde kadın, her zaman el üstünde tutulurdu.
Tarihe geçmişliğinde, Cengizhan’ın eşi için söylediği “Ben sizin Han’ınızım, bu da benim Han’ım” sözleriyle dilimize yerleşen “hanım” kelimesi de bunu göstermektedir ve daha anlaşılır kılmaktadır!.”
Yani; kadın evin Hanı’ydı
Biz Türkler; Hanım’dan, Tomris’ten; Rabiya’a nasıl ve neden geldik acaba?
Olana bakın, nereden nerelere geldik ve kadına yaptıklarımıza bakın. Net olan bir şey var kı, biz bu değiliz!